Osmanlıca metin okumaları yaparken hem eğlenmek hem de dil becerilerini geliştirmek isteyenler için Nasreddin Hoca fıkraları (Letaif-i Hoca Nasreddin) eşsiz bir hazinedir. Matbu metinler arasında dili en sade, üslubu en akıcı olan bu metinler, Osmanlı Türkçesi öğrenmeye yeni başlayanlar için mükemmel bir başlangıç noktasıdır. Bu yazımızda, Hoca’nın güldürürken düşündüren, halk irfanıyla yoğrulmuş hikmetli bir latifesini orijinal metni üzerinden inceliyoruz. Hem transkripsiyonlu okunuşunu hem de edebi tahlilini bulabileceğiniz bu çalışma, tarihi metinlerle bağ kurmanızı kolaylaştıracak.

HOCA NASRE’D-DÎN’İN LETÂ’İFİNDEN
-1-
Bir gün hoca bir köyde “ey adamlar bilmiş olunuz ki bu köyün havâsıyla bizim şehrin havâsı birdir” demiş. “Neden bildin” diyenlere “bizim Akşehir’de ne kadar yıldız varsa bu köyde de o kadar yıldız var” demiş.
-2-
Bir gece hocaya düşünde tokuz akçe vermişler. Hoca hele on akçe edin diye kavgâ ederken uyanıp bakar ki elinde bir nesne yok. Hemen gözlerini kapayıp elini uzatarak “getirin bari tokuz akçe olsun verin” demiş.
-3-
Bir gün hoca kırda gezerken karşıdan kendine bir kaç atlının geldiğini görünce çabucak bir mezârlık yanına gelip bir mezârın içine girmiş. Atlılar yanına yaklaşınca kendisini görüp:
“Bre adam burada ne yapıyorsun.” demişler.
Hoca’da bir lâf bulamayıp “Ölülerden idim buraya eğlenmeye
çıktım.” demiş
-4-
Bir gün Hoca bir su kenârında uyumaya yatar, kendini ölmüş yerine kor. Bir herîf gelip “suyun geçidi bilmem ki neredendir?” dediğinde Hoca: “Ben sağ iken şuradan geçerdim şimdi bilmem nerededir?” demiş.
-5-
Dostundan biri merhûmdan biraz va‘de ile birkaç kuruş ödünç istemiş. Merhûm: “Para vermem lâkin dostumsun va‘de ne kadar istersen verebilirim” demiş.
-6-
Bir gün Hoca Konya’ya gider, çarşıda gezerken bir helvâcı dükkânın;! girerek hemen helvâ yemeye başlar. Helvâcı böyle parasız marası/ helvâsının yendiğine kızarak Hoca’nın yakasından tutup urmaya, döğmeye başladığı sırada Hoca : “Aa burası ne güzel bir şehir imiş’ Adama döğe döğe güç ile helvâ yediriyorlar. ” demiş.
-7-
Hoca oruç ayı geldiğinde ayın kaçı olduğunda yanılmamak için, biı çömleğe her gün birer taş atarak günlerin sayısını bellermiş. Hocanın bir ufak kızı da babasının çömleğe taş attığını görerek bir avuç taş

atmış. Oruç ayının yirmi beşinci günü herifin biri hocadan bu gün ayın kaçı diye sorarsa hoca da “azıcık eğlen kaçı olduğunu sana dosdoğru söyleyeyim diyerek eve gelir. Çömleğindeki taşlan birer birer sayıp yüz yirmi görünce “ben eğer bunların hepsini söylesem bana gülerler ve sen deli olmuşsun” derler. “İyisi bir az aşağı olsun söylerim” diyerek geri gelip bu gün ayın kırk beşi olmuş der. Orada bulunanlar “cânım Hoca Efendi ayın hepsi otuz gündür sen nasıl kırk beşi olmuş diyorsun?” deyince Hoca: “A kardaşlar aşağı bile söyledim çömlekteki taşların sayısına bakarsanız bu gün ayın yüz yirmi beşidir.” demiş -8-
Hoca efendi bir gün öğüt vermek için câmide öğüt iskemlesine çıkıp “Ey Müslümânlar ben size ne diyeceğimi bilir misiniz?” demiş. Orada olanlar daha “Hayır, bilmeyiz. ” deyince, Hoca Efendi onlara “Siz bilmeyince ben size ne söyleyeyim” demiş.
Bir gün yine öğüt iskemlesine çıkıp “Ey Müslümânlar ben size ne söyleyeceğimi bilir misiniz?” demiş. Onlar “Evet, biliriz. ” deyince Hoca onlara “Siz bildikten sonra ben size ne söyleyeyim. ” demiş. Bunun üzerine orada olanlar Hoca’nın bu işine şaşıp “Eğer Hoca bir daha böyle soracak olursa kimimiz biliriz; kimimiz bilmeyiz.” demek üzere söz bir ederler.
Hoca yine bir gün orada öğüt iskemlesine çıkıp “Ey Müslümânlar ben size ne söyleyeceğimi bilir misiniz?” demiş. Onlar “Evet, kimimiz biliriz; kimimiz bilmeyiz.” demelerine “ne güzel bilenler bilmeyenlere öğretsin” demiş.
-9-
Bir gün bir kadın Hoca’ya bir kâğıt verip Hoca Efendi size yalvarırını ki şu kâğıdımı okuyunuz. Meğer bu sırada Hoca daha okumak bilmez imiş utandığından “okumak bilmem” diyemeyip, kadından kâğıdı alarak. “Devletlü, inâyetlü, merhametlü efendim hazretleri sözleriyle bir dostun bir dosta yazacağı kağıt gibi okumaya başlayınca kadın “A efendi bu öyle bir sevgili kimseden gelmiş kâğıt olmayıp, ancak bizim evin tapu kâğıdıdır dediğinde “Ah hanım efendi öyle söylesene sana tapu kâğıdı gibi okuyayım” demiş.
-10-
Bir gün bir adam avucunun içine bir yumurta alıp Hoca’ya “Şu avucumda olanı bil sana bir kayganalığı vereyim” Hoca “Nasıl olduğunu söyle bilirim.” dediğinde herif “dışı ak, içi sarıdır der. Hoca “bildim, bildim şalgamı oymuşlar içine havuç oturtmuşlar. ” demiş.

11-
Bir gün Hoca komşularını çağırarak söyler ki “Ben ölünce bir eski mezâra koyun.” Komşular “niçin” derler. “Sorgu ferişteleri2 geldiğinde ben soruldum görmez misiniz mezârım bile eskidir derim” demiş.
-12
Bir gün Hoca yeşillik bağçesine girerek bulduğu havuç, şalgam, turp gibi otları yolup koynuna çuvala doldurduğu sırada bâgçeci yanına gelir. Hoca’ya yaklaşarak “Burada ne geziyorsun?” diye sorunca Hoca ne diyeceğini şaşırıp bağçeciye “oğul hani ya geçen günler esen o kasırga yok mu? İşte beni buraya attı idi” der. Bağçeçi “tutalım ki öyle olsun. Ya bunları kim yoldu? dediğinde “Evet, evet ben yoldum çünkü kasırganın güçlü olması beni oradan oraya attığından herhangi ota yapıştımsa elimde kaldı.” der bâgçeci kızarak “ya bunları çuvala koynuna kim doldurdu?” demesine “işte bende burasını düşünüyorum ya” demiş.
-13-
Hoca göç ile çıkıp şehirden gitmek ister. Meğer bir devesi var imiş “bari deveye binip keyifle gideyim. Yayan gitmemeyim” diyerek deveye binip göç ile giderken deve kükreyip Hoca’yı yere urarak üzerine çöker. Hoca bağırır orada bulunanlar bunu kurtarırlar biraz sonra ayılarak “Müslümânlar gördünüz mü, şol uğursuz deve bana neler eyledi? Durun şunu bana tutun boğazlayayım.” demiş -14-
Bir gün Hoca kırda gezerken bir danaya râst gelip uğurlar, eve getirip boğazlar, derisini saklar dana sahibi ağlayarak Hoca’nın evi yanına gelir. Hoca karısına “A karı şu dananın derisini çıkar ki şu herifin yüzünü kara eyleyeyim” demiş.
-15-
Hoca Akşehir’den Sivrihisâr’a giderken bir ahbâbına ağrayıp yorgunluk gidermek istemiş. Ev sâhibiyle neredeyse Akşehir’den, Sivrihisâr’dan, hattâ memleket mes’elelerinden konuşmuşlar. Ancak, bir türlü Hoca’nın derdine çâre olacak söze sıra gelmiyormuş Yatmaya yakın ev sâhibi
“- Hocam, demiş, susuz musun, uykusuz musun?”
Açlıktan mi’desi yapışan Hoca bu söze ne dese beğenirsiniz?
“Yolda bir pınar başında yeterince uyudum.”
Edebi Tahlil ve Bağlam: “Letaif” Kültürü
Nasreddin Hoca, Türk halk edebiyatının en güçlü mizah figürü olmasının ötesinde, toplumsal aksaklıkları keskin bir zeka ile eleştiren bir halk filozofudur. Osmanlı literatüründe Hoca’nın fıkraları genellikle “Letaif” (Latifeler) başlığı altında toplanır. “Latife” kelimesi, sadece “şaka” değil, aynı zamanda “ince, hoş ve zarif söz” anlamına gelir.
Bu metinde de gördüğümüz üzere, Hoca’nın dili “Sehl-i Mümteni” (söylenmesi kolay görünen ama benzeri yapılması zor) sanatına yakındır. Osmanlıca matbu metinlerde Hoca fıkraları genellikle Rika veya Nesih kırması, okunması nispeten kolay fontlarla basılmıştır. Bu da dönemin halkının bu metinleri geniş çapta okuduğunu gösterir. Fıkranın alt metninde genellikle tasavvufi bir derinlik veya sosyal bir hiciv yatar; Hoca, zahiri (görüneni) değil, batıni (özde olanı) vurgular.
Osmanlıca okuma serüveninde Hoca Nasreddin’in letaifi, geçmişle bugün arasında kurulan en neşeli köprüdür. Bu kısa metin, sadece bir dil egzersizi değil, aynı zamanda yüzyıllar öncesinin mizah anlayışını günümüze taşıyan kültürel bir aktarımdır.
Sizce de Hoca’nın asırlar önce yaptığı bu tespitler, bugünün dünyasında hala geçerliliğini korumuyor mu? Yorumlarda düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.







