Abdülhak Hâmid Tarhan’ın Mistisizmle Yoğrulmuş Edebi Yolculuğu Edebiyatımızın “Şair-i Azam”ı olarak anılan Abdülhak Hâmid Tarhan’ın “Tecelli Yahut Teselli” şiiri, doğa tasvirleriyle bezenmiş mistik bir yolculuğu, metafizik sorgulamaları ve içsel arayışları bir araya getirerek okuyucuyu derin bir tefekküre davet eder. Bu yazıda, “Tecelli Yahut Teselli” şiirinin edebi tahlilini yaparak hem Abdülhak Hâmid’in şiir anlayışını hem de dönemin edebi atmosferini anlamaya çalışacağız.

Tecelli yahut teselli
Seher vaktıydi çıktım geçen gün kûh-sâre
Ki ses yok bir tarafta sis inmişti civâre
Nümâyândı o yerden deniz sahrâ hiyâbân
Garîbü’l-hâl bir köy müsâdif reh-güzâre
Harâb olmuş ne varsa türâb olmuş o bir köy
Başında seng-i makber iki virân minâre
Uyurdu hep çocuklar fakat kuşlar uyanmış
Sönüp yıldızlar emvâc eder savlet kenâre
Nedir bilmem eminim ki bir şeyler sorardım
Sorardım cûyibâre sorardım rûzigâre
Ağaçlardan ederdim tazarru’lar içimden
Ağaçlar kim sararmış tahassürden bahâre
Sanırdım yâdıdır bu verem bir dil-rübânın
Akardı cû-yi ömrüm dü çeşmimden gubâre
Birinci def’a gördüm o gün bir serv-i ebyaz
Karanlık bir beyazlık ki benzerdi mezâre
Olur mâzîsi gûyâ o emvâtın nümâyân
Çıkardı servilikten bulutlar pâre pâre
Nedir yâ Rabbi -derdim- niçin solmuş çiçekler
Bakardım bir taraftan cibâl-î zî-vakaare
Hani -derdim- İlâhî o sultân-î melâik
Ki etmiştin bana sen cinânından itâre
Güneş doğdu nihâyet duyup bir hiss-i ta’zîm
Kıyâm ettim o anda gözüm vakf oldu yâre
Meğer cânân imiş o evet timsâl-i cânân
Ki bâlâ-yı ufuktan çıkar Perverdigâr’e
Günümüz Türkçesiyle
Seher vaktinde çıktım dağa,
Hiçbir yanda ses yoktu, sis inmişti dolaylara.
Oradan deniz, ağaçlık, kır görünüyordu
Yol üstünde garip bir köye rastladım.
Her şey yıkılmış, toprağa dönüşmüş gibi
Başında mezar taşı gibi iki minare.
Çocukların hepsi uyurken bütün kuşlar uyanmıştı
Yıldızlar sönük, dalgalar kıyıya saldırır gibiydi.
Ne olduğunu bilmeksizin içimden bir şeyler sorardım,
Sorardım akan sulara, sorardım rüzgâra.
İçimden yakararak ağaçlardan sorar gibiydim,
Baharı özleyerek sararmış olan ağaçlardan sorardım.
Onları, vereme yakalanmış bir güzelin anısı gibi görüyordum.
Ömrüm iki gözümden topraklara akıyordu.
İlkin o gün gördüm bembeyaz bir servi,
Mezara benzeyen karanlık bir beyazlık hâlinde,
O, ölümlerin geçmişini gösterir gibi.
Servilikten parça parça bulutlar çıkıyordu.
Neden Rabbim, derdim, niçin solmuş çiçekler?
Ağırbaşlı dağa bakıyordum bir taraftan.
Ey Allah’ım, nerde o meleklerin sultanı, diyordum,
Bana cennetinden uçurup gönderdiğin?
Sonunda güneş doğdu, bir saygı duygusuyla ayağa kalktım,
O anda birdenbire sevgiliyi görmüş gibi oldum.
Meğer sevgilimmiş o, evet sevgilimin timsali,
Ufkun yüksekliğinden Tanrı’ya yükselir.
Günümüz Türkçesi halini şu siteden aldım. Burayı da ziyaret edebilirsiniz. Kendisini tanımıyorum ancak edebiyat üzerine bir çok paylaşımı olan bir arkadaşa benziyor. Sitesinden faydalanabilirsiniz.
https://sbaedebiyat.blogspot.com/2017/07/abdulhak-hamidin-tecelli-yahut-teselli.html
Edebi Tahlil: Seher Vakti’nin Şiirsel Derinliği
- Zaman ve Mekânın Sembolizmi: Şiir, “Seher vaktıydi çıktım geçen gün kûh-sâre” dizesiyle başlar. Seher vakti, İslam kültüründe ruhani uyanışın, dua ve tefekkürün en kıymetli zamanıdır. Şairin dağa çıkışı, hem fiziksel hem de metafizik bir yükselişi simgeler. Sessizlik ve sis, bilinmeyene açılan bir kapı gibidir.
- Doğa Tasvirleri ve Melankoli: Deniz, sahrâ, hiyâbân gibi geniş mekânlar; harap köy, viran minare gibi terk edilmiş yapılar; şiirin melankolik atmosferini pekiştirir. “Harâb olmuş ne varsa türâb olmuş o bir köy” dizesi, zamanın yıkıcılığını ve geçmişin izlerini taşır.
- İçsel Sorgulama ve Dua: Şair, “Sorardım cûyibâre sorardım rûzigâre” diyerek zamanla ve kaderle hesaplaşır. Ağaçlara içinden yakarışta bulunması, doğayla kurulan mistik bağın göstergesidir. Ağaçların sararması, baharın özlemiyle hüzünlenmeleri, insan ruhunun doğayla özdeşleşmesini yansıtır.
- Serv-i Ebyaz ve Ölüm İmgesi: “Birinci def’a gördüm o gün bir serv-i ebyaz” dizesiyle beyaz servi, alışılmışın dışında bir ölüm sembolü olarak karşımıza çıkar. Karanlık bir beyazlık, ölümün hem ürkütücü hem de kutsal yönünü temsil eder. Bulutların servilikten çıkması, ruhların göğe yükselişini çağrıştırır.
- Tanrısal Arayış ve İlahi Aşk: Şair, çiçeklerin soluşunu Tanrı’ya sorar, meleklerin sultanını arar. Bu sorgulama, dünyevi acıların ilahi bir anlam arayışına dönüşmesidir. Güneşin doğuşuyla birlikte hissedilen ta’zîm, Tanrı’ya yönelişin doruk noktasıdır.
- Cânân ve İlahi Varlık: Şiirin sonunda “Meğer cânân imiş o evet timsâl-i cânân” diyerek, şairin aradığı her şeyin ilahi bir sevgiye, Tanrı’ya çıktığını anlarız. Ufuktan yükselen cânân, Tanrı’nın bir tecellisi olarak yorumlanır.
Sonuç: Abdülhak Hâmid Tarhan’ın “Seher Vakti” şiiri, bireyin doğa ile kurduğu mistik ilişkiyi, zamanla hesaplaşmasını ve Tanrı’ya yönelişini derin bir lirizmle işler. Şiir, hem bireysel hem de evrensel bir arayışın izlerini taşır. Bu eser, Tanzimat sonrası edebiyatımızda metafizik temaların nasıl işlendiğine dair güçlü bir örnektir.
