Varoluşumun sebepsiz boşluğuna, köksüz ve temelsiz fikirler ekiyorum. Belki de senin yokluğunun karanlığında filiz verir diye… Sen, benim varlığımın bahanesisin; gidişin, benliğimin en ince damarını acıtır. Her gece kanayan bir yarayla uyanıyorum, gecelerse benden daha çok kan pıhtısı… Sen yoksun. Ben varım. Ama sen, her zaman istikametimin aksi yönündesin. Yine de bir türlü çakışmaz yollarımız. İşte ben buna hayret ederim; bu kesişemeyişe, bu yazgının inatla ördüğü ayrılığa…
Kan çanağı gözlerimle sana dair cümleler üflüyorum karanlığa. Sigara dumanından mısralar salınıyor göğe. Duman ki bir haberci… Bazen yangının habercisi, bazen sönmüşlüğün iz düşümü. Kül tablasında unutulmuş bir çay bardağı gibi duruyor zaman; bana senden kalan, yanmış anıların sessiz şahidi. Ben sana yanarım, sen bana. Yanarız, habersizce ve sessizce…
Fikirlerime düşen bir filizsin sen. Seni ekliyorum ömrümün her mevsimine. Bahçemde yediverenler açıyor, düşlerime seninle su veriyorum. Sen, ömrüme doğan seher güneşisin. İçimi seninle ısıtmak istiyorum. Seninle yeşeriyor, seninle tomurcuklanıyorum. Sana dair düşlerimi, baharın ilk yağmurlarıyla yıkıyor, sonra o düşlerde yıkılıyorum. Yıkıyorsun. Yık… bırak!
Olmaz, asla olmaz! Fikrim, hatıranda tutsak. Esaretinden özgürleşemiyorum. Unutmayı deniyorum, ama her hatırlayış bir vakitsizlik. Şimdi seni, unutuşun atına bindirip sürgüne göndermek istiyorum. Ama olmuyor. Hep kendine dönen dönemeçler, aynı sona çıkan kavşaklar, aynı yokuşlar var ruhumun haritasında. Hangi düşün tablosunu çizmeye kalksam, zihnimin duvarına asmak istesem; hep başladığım noktada buluyorum kendimi. “Ben, kendime çıkan bir yokuş” olmuşum. Kendi sokağımda kaybolmuşum.
Yerine hiçbir şey koyamıyorum. İçimdeki boşlukta senden kalan bir hatırayı saklıyorum. Yokluğundur bana senden kalan tek şey. Yine de gitme. Mihraba geç, ömrümün en ön safında. Ben sana uyarım, ellerim bağlı; ruhum, gönlüm senin teslimiyetinde. Kelimeler, kafiye gibi görünse de, artık duygularımı ileten bir haberci değil; duygularıma örtülen bir peçedir. Sen kaldır örtüyü, bak içime. Gör ruhumu. Tedavi et artık… Yeter! Şu yaralı çocukluğumu, çocuksuluğumu, çocuk kalışımı…
Olmaz mı? Öyleyse selalar ver içimde ölen her duygu için… Hatıranla dolmuş her an için… Yeni yaralar, ruhumun kefeni gibi sarılıyor bedenime. Öldür beni! Benliğimi sustur… Ve sadece bir ses, belki bir hırıltı duyulsun son nefesimden:
O da sadece SEN!…







