Milli Edebiyat Açısından Osmanlıcılık Akımı

Osmanlıcılık, Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında ortaya çıkan ve imparatorluğu oluşturan tüm toplulukları din, dil ve ırk farkı gözetmeden “eşit vatandaşlar” olarak bir arada tutmayı amaçlayan bir fikir hareketidir. Bu düşünce, devletin çözülmeye yüz tuttuğu, içte ayrılıklar ve dışta emperyal baskılarla sarsıldığı bir dönemde doğmuştur.

XIX. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Osmanlı Devleti, tarih sahnesinde benzeri az görülür bir çöküş süreci yaşamaktaydı. Cephelerde ardı ardına gelen savaşlar, ekonomik kaynakların Duyûn-ı Umûmiye aracılığıyla yabancı devletlerin denetimine geçmesi, ülkeyi adeta birkaç Batılı bankerin insafına bırakmıştı. Aynı zamanda Balkanlar ve Arap topraklarında milliyetçilik akımlarının güçlenmesi, imparatorluğun iç bütünlüğünü tehdit eder hâle gelmişti.

Bu olumsuz tablo karşısında Sultan II. Abdülhamid, hem padişah hem de halife sıfatlarının sağlayabileceği siyasî avantajları kullanarak devletin varlığını sürdürmenin yollarını aradı. Onun döneminde hem Osmanlıcılık hem de İslâmcılık düşünceleri, devleti bir arada tutmak için başvurulan iki önemli ideolojik dayanak hâline geldi.

Her ne kadar Osmanlıcılık, Türkçülük ve İslâmcılık farklı yönelimler taşısa da, hepsinin temelinde “devleti kurtarma” amacı yatıyordu. Bu akımların her biri birer “kurtuluş reçetesi” olarak ortaya çıkmış, ancak dönemin toplumsal ve siyasî koşulları bunların başarıya ulaşmasına imkân tanımamıştır.

Genç Osmanlılar ve Meşrutiyet Deneyimi

Osmanlıcılığın düşünsel temelleri, Tanzimat döneminin sonlarına doğru şekillenmeye başladı. 1865 yılında bir grup aydın, Genç Osmanlılar Cemiyeti’ni kurarak meşrutî bir yönetim talep etti. Hedefleri, padişahın yetkilerini sınırlayan bir anayasa (Kanûn-ı Esâsî) hazırlamak ve Meclis-i Mebusan’ı kurmaktı. Nitekim Midhat Paşa’nın öncülüğünde I. Meşrutiyet 1876’da ilan edildi. Ancak kısa süre sonra patlak veren 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı bahanesiyle meclis kapatıldı; Midhat Paşa sürgüne gönderildi.

Genç Osmanlılar, imparatorlukta yükselen milliyet isyanlarını durdurmak, farklı unsurları aynı siyasi çatı altında birleştirmek için Osmanlıcılığı bir “kardeşlik ideali” olarak savunmuşlardı. Bu ideali gerçekleştirmek için dil, din ve ırk farkı gözetmeksizin herkesin eşit haklara sahip olması gerektiğine inanıyorlardı. Onlara göre, bu eşitlik sağlanabilirse “Osmanlı birliği” gerçekleşecek ve devlet yıkılmaktan kurtulacaktı.

Ne var ki bu düşünce, imparatorluğun çok etnili yapısında karşılık bulmadı. Arnavut, Bulgar, Rum, Ermeni ve Arap halkları, Osmanlı kimliğini birleştirici bir aidiyet olarak benimsemek yerine, millî kimliklerini öne çıkarmayı tercih ettiler. Osmanlı toplumu, din ve kültür bakımından bir mozaiğe sahipti; bu mozaiği bir arada tutacak ortak bir “Osmanlı milleti” bilinci henüz oluşmamıştı.

Osmanlıcılığın Zayıflaması ve Çöküşü

1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Osmanlıcılığın sonunu hazırlayan dönüm noktası oldu. Savaşın ardından Balkanlardaki Hristiyan topluluklar Müslüman halklara saldırdı; Rusların desteğiyle Rum ve Ermeni ayaklanmaları baş gösterdi. Bu gelişmeler, toplumda karşılıklı bir güvensizlik yarattı ve “Osmanlı kardeşliği” fikrini temelden sarstı. Sultan II. Abdülhamid, bu karmaşa ortamında meşrutiyet yönetimine son vererek merkeziyetçi bir idareye yöneldi.

Ardından gelen Balkan Savaşları, Osmanlıcılığa indirilen son darbe oldu. Milliyetçilik rüzgârları o kadar kuvvetliydi ki, “Osmanlı milleti” düşüncesinin yaşama şansı kalmadı. Balkanlarda ve Arap topraklarında başlayan ayrılıkçı hareketler kısa sürede bağımsızlık mücadelelerine dönüştü.

Sultan II. Mahmut’un yüzyılın başında söylediği şu sözler, Osmanlıcılık idealinin güzel bir özeti olduğu kadar, aynı zamanda onun neden başarısız olduğunu da gösterir:

“Teb’amdaki din farkını ancak camilerine, kiliselerine ve havralarına girdikleri zaman görmek isterim.”

Ne var ki bu iyi niyet, siyasî ve kültürel olarak desteklenemedi. Osmanlı Devleti, yüzyıllar süren bir demokrasi birikimine sahip Batı devletlerinin aksine, bu dönüşümü birkaç on yıla sığdırmak istemişti. Ne gerekli idarî kadrolar, ne de toplumsal bilinç bu geçişe hazırdı.

Sonuç

Osmanlıcılık, bir arada yaşamayı mümkün kılacak ortak bir kimlik yaratma idealine dayanıyordu. Ancak milliyetçilik akımlarının güçlendiği bir çağda, bu idealin karşılık bulması mümkün olmadı. Balkan Savaşları ve ardındaki gelişmeler, Osmanlıcılığı tarih sahnesinden silerken, yerini İslâmcılık ve Türkçülük gibi daha belirgin kimlik temelli akımlar aldı.

Millî Edebiyat döneminde Osmanlıcılık, artık geçmiş bir idealin hatırası, çok uluslu bir imparatorluğun sona erişini temsil eden bir düşünce olarak anılmaya başlandı. Yine de bu akım, “birlikte yaşama” fikrinin Osmanlı aydınları arasında ne kadar köklü bir özlem olduğunu göstermesi bakımından tarihte önemli bir yer tutar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.