Oğuz Kağan Destanı

«Günlerden bir gündü, Ay Han, bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Çocuk, siyah saçlı, kara kaşlı, elâ gözlü ve kırmızı ağızlıydı. Perilerden güzel, daha güzeldi. Çiğ et ve şarap istedi. Kırk günden sonra büyüdü, yürüdü, dolaştı ve oynadı. Ata bindi; geyik avına çıktı. Günlerden ve gecelerden sonra yaman bir yiğit, bir bahadır oldu.

Oğuz Han adı verilen bu bahadır, bir gün yüce Tanrıya yakarmaktaydı. Birdenbire her taraf karanlığa gömüldü. Gökten bir ışık düştü. Aydan da, güneşten de parlaktı. Bu ışığın içinde çok güzel bir kız duruyordu. Yüzünde, ateşli ışıklar saçan bir beni vardı. Sanki kutup yıldızı gibiydi. Gülse mavi gök de gülerdi, ağlasa mavi gök de ağlardı. Bu kızı görünce:

— Aman ne güzel şey!

Diyen Oğuz Han'ın aklı başından gidiverdi. Kızı sevdi ve aldı. Kız, Oğuz Han'a üç erkek çocuk doğurdu. Bunlara Gün, Ay ve Yıldız adlannı koydular.

Günlerden bir gün Oğuz Han ava çıkmıştı. Gölün yanında bir ağaç gördü. Bu ağacın kovuğunda güzel bir kız oturuyordu. Saçları bir ırmağın akışı gibiydi. Gözleri gökten de maviydi, dişleri ise birer inci tanesine benziyordu. Oğuz'un yine aklı  başından gidiverdi. Yü-

reğine ateş düştü. Onu sevdi ve aldı. Bu güzel kız üç erkek evlât doğurdu. Birincisine Gök, ikinci%ıe Dağ, üçüncüsüne de Deniz adını verdiler.

Oğuz bir şölende kendisini Han ilân etti, dört yana buyruklar yolladı. Dedi ki:

-— Yeryüzünün dört köşesinde benim sanım anılacaktır!

Birçok Hanlar, bu buyruğa uydular, yalnız sol yöndeki Urum Han bu buyruğu tanımak istemedi.

  Ne sözünü tutarım, ne de arkasından giderim! Cevabını verdi.

Oğuz, tan yelinde dalgalanan bayrağı ve yiğit askerleriyle Urum Han'ın üzerine gitti. Kırk gün sonra, Buğ-dağ adındaki bir dağın eteklerine geldi. Hava çok soğuktu. Çadırını orada kurdu, sessizce uyudu. Tan ağardığı zaman çadırma güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü, gök yeleli, büyük bir erkek kurt çıktı. Kurt, Oğuz Han'a dedi ki:

  Oğuz Han, artık ben önde yürüyeceğim!

Bundan sonra Oğuz, çadırlarını toplattı, yola koyuldu. Ordusunun önünde gök tüylü, gök yeleli büyük erkek kurt yürüyordu. Ordu, kurdun arkasından gidiyordu. Nice günlerden sonra kurt durdu. Oğuz Han da ordusunu durdurdu. Burada İtil (Volga) denen bir ırmak vardı. Oğuz Han, düşmanla karşılaştı. Savaş çok çetin oldu. Okla, kılıçla vuruşuldu. İtil suyu düşman kanı ile kıpkızıl oldu. Oğuz, bu savaştan üstün çıktı.

Erkek kurt, yine öne düşmüştü. Oğuz Han'ı Sind ülkesine götürdü. Han, burada da birçok düşmanlarla 'vuruştu, saysız zaferler kazandı. Bu ülkeyi de kendi yurduna kattı. Sonra geriye döndü.

Oğuz Han'ın yanında ak sakallı, boz saçlı, çok akıllı ihtiyar biri vardı. Doğru ve anlayışlı bir adamdı. Uluğ Türk adını taşıyan bu   adam, Oğuz Han'ın   veziriydi.

Uluğ Türk, günlerden bir gün uykuda bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu altın yay gün doğusundan gün batısına kadar uzanıyordu. Üç gümüş ok da kuzeye doğru gidiyordu. Uluğ Türk, uyandıktan sonra, düşte gördüklerini Oğuz Han'a anlattı, dedi ki:

  Hayat sana hayırlı olsun. Gök Tanrı, düşümde gördüklerimi yerine getirsin. Dilediği yeri sana versin!

Vezirinin bu sözleri, Oğuz Han'ın hoşuna gitti. Öğüdünü dinledi. Oğullarını topladı. Onlara şöyle dedi:

  Gönlüm av istiyor ama kocadım, kuvvetim kalmadı. Gün, Ay ve Yıldız, siz Doğu tarafına varınız. Gök, Dağ, Deniz, siz de Batı taraf ma gidiniz!

Bunun üzerine Oğuz Han'ın oğullarından üçü Doğu tarafına, üçü de Batı tarafına gittiler. Gün, Ay ve Yıldız çok geyikler, çok kuşlar avladıktan sonra yolda bir altın yay buldular. Yayı babaları Oğuz Han'a götürüp verdiler. Çok sevinen Oğuz, yayı üç parça etti ve dedi ki:

  Ey büyük kardeşler, yay sizin olsun!

Gök, Dağ ve Deniz de çok geyikler, çok kuşlar avladıktan sonra, yolda üç gümüş ok buldular. Götürüp babalarına verdiler. Oğuz Han, sevindi. Okları küçük oğullarına pay etti ve dedi ki:

  Ey küçük kardeşler, bu oklar sizin olsun!

Oğuz Han, bundan sonra büyük kurultayı toplantıya çağırdı. Halkı da davet etti. Meşveret edildi. Oğuz Han, ülkesini oğulları arasında taksim etti, dedi ki:

  Çocuklarım, artık ben çok yaşadım, çok savaşlar gördüm, çok ok attım, çok ata bindim. Düşmanlarımı ağlattım, dostlarımı güldürdüm. Gök Tanrı'ya borcumu ödedim. Sizlere de yurdumu veriyorum.»

 Asya   tarihinin ünlü   simâlarmdan   biri olan ve Türk Devletini büyük bir imparatorluk haline getiren

Mete'nin aziz hâtırası, Türk ulusunun ortak malı olan «Oğuz Destanı»nı vücuda getirerek, ölümsüzleştirme tir. Yukarıdaki satırlar, bu destanın çok kısa bir özetidir.

Mete'nin bir efsane halinde anlatılan gençliği Oğuz Han'ın hayatına benzemektedir. Mitoloji elbette tarih değildir. Esasen, tarihte geçmiş olan olaylar, mitolojinin konusu içine giremezler. Bunlar daha çok destan sayılırlar. Bir olayın mitoloji olabilmesi için, her şeyden önce kahramanının, tarihteki yerinin silinmiş ve hiç olmazsa unutulmuş olması gerekir.

Acaba Mete Han, bir mitoloji kahramanı mıdır? Mete ile Oğuz Han aynı kişiler midir? Bu soru ister aydınlanmış, ister aydınlanmamış olsun, Mete'nin gençlik hayatı mitolojinin sınırları içinde mütalâa edilebilir. Ama daha sonraki hayatı, mitoloji çerçevesinin dışında olup, hayli bilgi vardır. Tarih kitaplarında kronolojik olarak kesin bir şekilde verilmektedir.

© Türkler, Milâttan çok eski devirlerde Orta Asya' dan ayrılarak, çeşitli ülkelerde devletler kurdukları gibi, bunlardan anavatanda kalmış olanları da bu alanda muhtelif zamanlarda çeşitli adlarla devlet kurmuşlardır. Bunların tarihçe belli olan en eskisi Asya Türk -Hun İmparatorluğu'dur. Çinliler bu devlete Hyungnu derlerdi. Bu, Çinliler tarafından tahrif edilmiş bir kelime olsa gerektir. Asıl telâffuzu kesinlikle belli değildir. İmparatorluğu teşkil eden Türkler'den Avrupa'ya geçenler Hun adı ile anılagelmişlerdir,

Hun Devleti, başlangıçta Çin'in kuzeyinde, Çin şeddinden Orhon Irmağı'na ve Tanu-Ola dağlarına kadar olan bir alana sahipti. Daha sonraları, Mançurya sınırından Aral Gölü'ne kadar uzanan geniş kıt'alarda egemen oldu. Nüfuzunun İtil (Volga) havzasına kadar uzandığı zamanlar da olmuştur.

Hun Devleti'nin Milâttan pek çok zaman önce kurulduğu bir gerçektir. Tarihi belki de Çin Devleti ile birlikte başlar. Milâttan önce XIII. yüzyıla ait Çin belgeleri, bunu ispatlar mahiyettedir. Ancak, tarihsel bilgi Milâttan önce III. yüzyılda açıklığa kavuşmuştur. Tarih alanından çekilmesi ise Milâttan sonra I. yüzyıl sonlarına doğrudur.

Hun Devleti, muhtelif Türk hanlıklarının, sitelerinin ve kabilelerinin bir başkanın idaresi altında birleşmesinden meydana gelmiş bir imparatorluktur. Önemli işlerde, özellikle savaş ve barış işlerinde devlet başkanının emri kesin olmakla beraber, İmparatorluğu teşkil eden unsurlar iç işlerinde serbest idiler. Devlet başkanları, Tanrıkurt admı taşırlardı. Tanrıkurt, gök kudreti artlamma geliyordu.

Büyük Türk hanlığının kurucusu olarak Teoman'ın adı ileri sürülmektedir. Milâttan önce 220'de hakan olmuştur. Ondan önce Türkler, birbirlerinden ayrı krallıklar, prenslikler halinde yaşıyorlardı. Çin'de önemli ülkeler fethetmek imkânını sağlamıştır.

On bir yıl tahtta kalan Teoman'ın birçok kadınları vardı. Bunlardan sadece iki oğlu olmuştu. Büyük oğlunun adı Mete idi. Türk töresine göre, büyük oğlunun hükümdar olması gerekiyordu. Fakat Teoman'ın, küçük oğlunun annesine karşı zaafı vardı. Bu güzel kadın:

—¦ Eğer beni seviyorsan, benim doğurduğum çocuğu veliaht yaparsın!

Diyordu. Nihayet zorlaya zorlaya, Mete'yi veliahtlıktan uzaklaştırttı. Hatta bununla da yetinmeyerek, Mete'yi öldürtmek için çareler aramağa ve planlar düz-meğe başladı. Mete kaçıp kurtuldu. Ama taht mücadelesinden vazgeçmiş değildi.

— Hakkımı kılıç gücü ile alacağım!

Diyerek, öç almağa    karar verdi. Sadık ve yiğit adamlarını kendi safına çağırdı. Başarıya ulaşabilmek için güçlü bir orduya sahip olması şarttı. On bin kişilik bir tümen teşkil etti. Tümenin kumandanlığını üzerine aldı. Binbaşılar, yüzbaşılar, ellibaşılar ve onbaşılar atadı. Yiğit askerlerini savaş için hazırladı. Kuşlara ve diğer hayvanlara nişan aldırdı. Vuranlara rütbe verdi, vuramayanları tümenden çıkardı. Bu düzenli ve disiplinli çalışma semeresini verdi. Hatırı sayılır ve güçlü bir ordu vücuda gelmiş bulunuyordu. Babasının üzerine yürüdü. Teoman'ı yenilgiye uğrattı. Onu, üvey annesini ve küçük kardeşini öldürttü.

— Benim yaşayabilmem için onların ölmesi gerekiyordu!

Diyordu. Bu kanlı olay, milâttan önce 209'da olmuştu.

Tannkurt Mete, böylece tahta çıktıktan sonra bir hayli müşküllerle karşılaştı. Teoman'ın ölümünü fırsat bilen bazı prenslikler ve krallıklar, bu iç kavgadan yararlanmak istediler. Hunlarla barışı bozup, topraklarını almağa karar verdiler. Hiçbir belgeye dayanmayan bir söylentiye göre, silâha sarılan Tuğlular, savaş sebebi aramağa başladılar. Mete'den en güzel atını, sonra da en güzel kadınını istediler. Mete, barışı bozmamak için bu isteklerini yerine getirdi, bunlar kendisine aitti. Fakat ulusa ait topraklar istendiği zaman silâha sarıldı. Bu söylenti, tarihî bir değer taşımaz. Çünkü Türk, canını ve kanını verir, atını ve karısını asla vermez.

Mete, önce Tuğlular üzerine yürüdü, onları mağlûp ve perişan ettikten sonra, otoritesini tanımak istemeyen diğer kabilelere de hücum etti. Siyen-pi'leri Türk yurtlarından Kingan dağları doğusuna çekilmek zorunda bıraktı. Yuençi'leri de Kansu'dan batıya doğru attı. İli Suyu boylarındaki Vusun Kralığı'nı mağlûp ederek, imparatorluk sınırları içine aldı. Bundan başka Yar-kent, Hotan, Kuça, Karaşar, Turfan ve Kaşgar gibi Türk şehirleri de Hun egemenliğini tanıdılar.

Bu birbirinden şanlı zaferler sonucunda Kingan dağlarından İtil Irmağı'na kadar uzanan geniş alandaki bütün Türkler bir bayrak altında toplandılar. Yirmi altı krallık imparatorluğa katılmış oldu.

  Doğu tarihinin en önemli olaylarından biri, «Çin Şeddi» adı verilen surların Milâttan önce 221'de tamamlanmış olmasıydı. Üç bin kilometreden fazla uzanan bu meşhur surlar, Türk akınlarına karşı yapılmıştı. Çin imparatoru:

  Artık bir Hun tehlikesinden söz edilemez! Diyordu. Mete ise, o kanıda değildi. Diyordu ki:

  Bu duvarlar, ordularıma engel olamaz! Olaylar, Mete'nin sözlerini   doğruladı. Çin'e sefer

açtı. Aşılmaz sanılan Çin Seddi'nin zayıf noktalarını arayıp buldu. Özellikle Ordos Bozkırı'ndan geçen Türk orduları, karşısına çıkan önce birinci Çin ordusunu, arkasından Çin İmparatoru Kao-ti'nin kumandasında üç yüz bin kişilik düşman ordusunu peşpeşe yenilgiye uğrattılar. İmparator, Peteng Kalesi'ne sığındı. Mete arkasından gelerek kaleyi kuşattı. Kao-ti:

  Çin ülkesi büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır. Diyordu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Mete'ye elçiler

yolladı. Serbest bırakıldığı takdirde, güzelliği dillere destan olan kızını ve ülkesinden bir kısmını Hunlara vermeğe hazır olduğunu bildirdi. Türk İmparatoru, bu isteği kabul etti ve milâttan önce 199'da barış yaptı. Artık Asya'da Mete'nin karşısına çıkacak bir kuvvet kalmamıştı. Hükümdarlar, Mete'nin önünde diz çöküyor-lardı. Onun elinden taç giymeyi şeref sayıyorlardı. Her yıl kendisine vergi ödüyorlardı.

Mete, otuz beş yıl süren bir hükümdarlık hayatından sonra, milâttan önce 174'de öldü. Tahtta kaldığı bu uzun süre içinde, Büyük Hun İmparatorluğu'nu dünyanın en geniş devleti haline getirmişti. Büyük Okya-nus'tan Hazer Denizi'ne, Tibet ve Keşmir'den Kuzey Sibirya'ya kadar uzanan ve yaklaşık bir hesapla 20 milyon kilometrekareye yakın yer alanını kaplayan bu devletin beşiği Baykal Gölü dolayları idi..

Tanrıkurt Mete:

— Huzur içinde ölebilmek için, geleceği de düşünmek gerekir!

Diyerek, geniş imparatorluğu ayakta tutabilmek için topraklarını bölümlere ayırarak, oğullarına ve kumandanlarına vermişti.

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler. Daha fazlası için bizi motive ediyor.

Daha yeni Daha eski