İstanbul hakkında yazılmış en bilinen beyit hangisidir desek, hiç kuşkusuz herkesin aklına Nedim'in eseri ve berceste beyiti gelir. Bu yazıda Nedim'in kasidesini tahlil etmeye çalışacağız.
Bu kaside Sadrazam İbrahim Paşa için yazılmıştır. Şiirde İstanbul’un nitelikleri anlatılmaktadır. Aşağıdaki parça, nesîb, girizgâh, dua bölümlerinden alınmıştır. Kasidenin tamamı 28 beyittir.
Bu kasîde, şair Nedîm'in İstanbul'a olan sevgisini ve şehrin güzelliklerini övgü dolu bir dille anlattığı bir eserdir. Şiirin ana teması, İstanbul'un eşsiz ve benzersiz güzellikleri, tarihi zenginlikleri, doğal cazibesi ve kültürel zenginlikleridir.
İstanbul, şairin gözünde birinci sınıf ve eşsiz bir şehir olarak tasvir edilmiştir. Şair, İstanbul'u sadece bir şehir olarak değil, aynı zamanda bir mücevher gibi, gökyüzündeki güneş gibi parlayan bir yer olarak betimlemiştir. Şiirin birçok bölümünde, şehrin doğal ve tarihi güzellikleri övgüyle anlatılmıştır. Özellikle bahçeler, kuytular, camiler ve mescidler gibi şehrin öne çıkan unsurları ayrıntılı bir şekilde övgüyle ifade edilmiştir.
Şair, İstanbul'u cennetle kıyaslamış ve şehrin güzelliklerinin dünyada eşi benzeri olmadığını vurgulamıştır. Ayrıca, şairin dilinde, İstanbul'un güzelliklerini anlatmanın sınırlarını zorlamış olan bir hayranlık ve coşku hissedilir.
Son beyitte, şair kendi adını anarak, İstanbul'a olan bu sevgiyi bir dua şeklinde ifade etmiştir. Şiirin genel tonu övgü ve hayranlık doludur, ve şairin gözünde İstanbul, güzellik ve şairane bir coşku kaynağıdır.
Bu arada berceste beyitler twitter adresini de takip edebilirsiniz. Aşağıdaki görsel berceste beyitler hesabından alınmıştır.
KASÎDE DER VASF-I SA'D-ÂBÂD-I STANBUL
Bu şehr-i Stanbul ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yekpâre 'acem mülkü fedâdır
Bu başlangıç beyiti, şairin İstanbul'u övgü dolu bir dille tanıtmaya başladığı kasîdenin girişidir. Şair, İstanbul'u "bî-misl ü bahâdır" yani benzersiz ve değerlidir olarak nitelendirir. Aynı zamanda şehre duyduğu hayranlık ve değerini ifade etmek üzere "Bir sengine yekpâre 'acem mülkü fedâdır" beyitiyle devam eder.
Bu beyitte geçen "sengine" kelimesi, şehrin güzellikleri ve değerinin sembolik bir ifadesidir. Şair, İstanbul'u bir mücevher gibi, paha biçilmez bir hazine olarak tasvir eder. "Acem mülkü fedâdır" ifadesiyle de şair, İstanbul'un değerinin Pers mülkü gibi fedakarlık gerektiren bir güzellik olduğunu vurgular. İstanbul'un güzellikleri öylesine büyüleyicidir ki, ona sahip olabilmek adeta bir fedakarlık gerektirir.
Bu beyit, şairin İstanbul'a olan hayranlığını ve ona duyduğu sevgiyi ifade etmeye başlayan bir övgüdür. Şiirin devamında, İstanbul'un çeşitli özellikleri ve güzellikleri detaylı bir şekilde işlenecektir.
Bir gevher-i yekpâre iki bahr arasında
Hurşîd-i cihân-tâb ile tartılsa sezâdır
Bu beyitte şair, İstanbul'un değerini ve eşsiz güzelliğini anlatmaya devam ediyor. Beyitte geçen "Bir gevher-i yekpâre iki bahr arasında" ifadesi, İstanbul'u bir mücevher gibi tasvir eder. Bu şehir, bir tek değerli taş gibi, kıymetli ve benzersizdir.
"Hurşîd-i cihân-tâb ile tartılsa sezâdır" ifadesiyle şair, İstanbul'un güzelliğini güneşin parlaklığıyla kıyaslar. "Hurşîd-i cihan-tâb" ifadesi, "dünya güneşi" veya "evrenin parlayan güneşi" anlamına gelir. Şair, İstanbul'u öylesine parlak ve ışıltılı bir mücevher olarak betimler ki, bu güzellik güneşle tartılsa bile ona yetişemez.
Bu beyit, şairin İstanbul'u sadece bir şehir olarak değil, aynı zamanda eşsiz bir değer ve güzellik abidesi olarak gördüğünü ifade eder. Şiirin devamında, İstanbul'un diğer özellikleri ve şairin duygusal bağlamındaki ifadelerle bu övgü ve hayranlık daha da derinleşecektir.
Bir kân-ı ni'amdır ki anın gevheri ikbâl
Bir bâğ-ı iremdir ki gülü 'izz ü alâdır
Bu beyitte şair, İstanbul'un nimet kaynağı olan bir kuyusunu anlatıyor. "Bir kân-ı ni'amdır ki anın gevheri ikbâl" ifadesiyle şair, İstanbul'un nimetlerle dolu bir kaynak olduğunu belirtir. "Kân-ı ni'am" ifadesi, nimet kaynağı veya kaynak anlamına gelir. Şair, bu kaynağın içindeki "gevheri" ile, yani içindeki değerli taşıyla, İstanbul'un geleceğinin parlak olduğunu ifade eder.
"Bir bâğ-ı iremdir ki gülü 'izz ü alâdır" ifadesiyle de şair, İstanbul'u bir bahçe gibi tasvir eder. Bu bahçe içinde yetişen gül, yükseklik ve yücelik ifadesini taşır. "İzz ü alâ" ifadesi, yücelik ve yükseklik demektir. Bu beyitte İstanbul'un bahçesi, içinde yetişen güllerle süslenmiş, yüce ve değerli bir yer olarak nitelenir.
Şair, İstanbul'u sadece fiziksel bir şehir olarak değil, aynı zamanda içinde barındırdığı değer ve güzelliklerle bir "ni'am kaynağı" olarak görmektedir. İstanbul'un doğal güzellikleri ve verimli toprakları, şairin gözünde bu şehri adeta bir cennet bahçesi haline getirir.
Altında mı üstünde midir cennet-i a'lâ
El-hak bu ne hâlet bu ne hoş âb u havâdır
Bu beyitte şair, İstanbul'un değeri ve güzellikleri konusunda bir soru sormaktadır. "Altında mı üstünde midir cennet-i a'lâ" ifadesiyle şair, İstanbul'un cennetin neresinde olduğunu merak eder. Bu soruyla, şair İstanbul'un öylesine değerli ve güzel bir yer olduğunu dile getirir ki, cennet bile bu şehre göre bir derece düşüktür.
"El-hak bu ne hâlet bu ne hoş âb u havâdır" ifadesiyle şair, bu durum karşısında hayretini ve şaşkınlığını ifade eder. "El-hak" ifadesiyle Allah'a yemin ederek, şair, İstanbul'un bu üstün ve güzel özelliklerinin doğal bir durum olmadığını, adeta bir mucize veya olağanüstü bir durum olduğunu ifade eder. "Hoş âb u havâ" ifadesiyle de, bu güzellik ve zenginliklerin içinde yaşanan hoş atmosferi ve güzel havayı vurgular.
Bu beyitte şair, İstanbul'u sadece fiziksel bir şehir olarak değil, aynı zamanda metafizik bir güzellik ve değerle de bağdaştırarak, onun eşsiz bir yer olduğunu vurgular.
Her bâğçesi bir çemenistân-ı letâfet
Her kûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır
Bu beyitte şair, İstanbul'un bahçelerini ve kuşlarını övgüyle anlatmaktadır. "Her bâğçesi bir çemenistân-ı letâfet" ifadesiyle şair, İstanbul'un her bir bahçesini, güzellik bahçesi anlamına gelen "çemenistân-ı letâfet" olarak nitelendirir. Bu ifade, İstanbul'un bahçelerinin zarafet ve güzellikle dolu olduğunu belirtir.
"Her kûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır" ifadesiyle ise şair, İstanbul'un kuşlarını, neşe ve safâ dolu toplantılar gibi nitelendirir. Her kuşun bir meclis gibi olduğunu ifade ederek, şair, İstanbul'un sokaklarını kuş cıvıltılarıyla dolu, neşeli ve keyifli bir yer olarak tasvir eder.
Bu beyitte şair, İstanbul'un sadece fiziksel özelliklerini değil, aynı zamanda doğanın güzelliklerini ve şehrin atmosferini övgüyle anlatarak, okuyucuya İstanbul'un ne kadar benzersiz bir şehir olduğunu hissettirmeye çalışır.
İnsâf değildir ânı dünyâya değişmek
Gülzârların cennete teşbîh hatâdır
Bu beyitte şair, dünyayı cennetle değiştirmenin hakkaniyetli (insaflı) olmadığını ifade etmektedir. "İnsâf değildir ânı dünyâya değişmek" ifadesiyle, dünyayı cennetle kıyaslamak ve dünyayı tercih etmek haksızlıktır, adâletsizliktir anlamını taşır.
"Gülzârların cennete teşbîh hatâdır" ifadesiyle de şair, güzel bahçelerin dünyayı cennete benzetenlerin, bu benzetmenin hatalı olduğunu söyler. Yani güzel bahçelerin cennetle kıyaslanması bir hatadır. Şair, insanların dünyada elde ettikleri güzellikleri, cennetin benzeri olarak görmelerini eleştirir ve bu düşünceyi haksızlık olarak nitelendirir.
Bu beyitte şair, dünyanın güzellikleriyle cenneti karşılaştırmanın doğru olmadığını, çünkü dünya güzelliklerinin cennetin yüce ve ebedi nimetleriyle kıyaslanamayacak kadar sınırlı ve geçici olduğunu vurgular.
Herkes erişir anda murâdına anınçün
Dergâhları melce-i erbâb-ı recâdır
Bu beyitte şair, herkesin arzularına ulaşmak için gayret gösterdiğini ve bu arzulara kavuşmak için çaba harcadığını ifade ediyor. "Herkes erişir anda murâdına anınçün" ifadesiyle, insanların isteklerine ulaşmak için çabaladıkları ve bu isteklere kavuşmanın mümkün olduğunu belirtiyor.
"Dergâhları melce-i erbâb-ı recâdır" ifadesiyle de şair, umut sahibi olanların sığınağının, arzularına ulaşma konusunda yardım alabilecekleri yerlerin, umut kapılarının "recâb" sahibi kişilerin mekânları olan dergâhlar olduğunu ifade ediyor. Bu dergâhlar, umudunu yitirenlerin, arzularına kavuşmak isteyenlerin gidip destek aldıkları yerler olarak tasvir ediliyor.
Kâlâ-yı me'ârif satılır sûklarında
Bâzâr-ı hüner ma'den-i 'ilm ü 'ulemâdır
Bu beyitte şair, bilgi ve ilmin kıymetli olduğunu ifade ediyor. "Kâlâ-yı me'ârif satılır sûklarında" ifadesiyle, bilgi hazinelerinin, ilimlerin pazarlarda satıldığını ve elde edilebileceğini belirtiyor. Bu, bilginin herkes tarafından erişilebilir ve edinilebilir olduğu anlamına gelir.
"Bâzâr-ı hüner ma'den-i 'ilm ü 'ulemâdır" ifadesiyle de şair, beceri ve yeteneklerin, ilim ve alimlerin pazarında değer gördüğünü ifade ediyor. Hünerin, sanatın, yeteneklerin bilgi ve ilimle birleştiği yerde değer kazandığını, bunun da ilim ve alimlere olan saygıyı vurguluyor.
Ca'milerinin her biri bir kûh-i tecellî
Ebrû-yi melek andaki mihrâb-ı duâdır
Bu beyitte şair, camilerin her birinin bir ilahi tecelli dağıttığını ve içinde Allah'ın güzelliklerinin yansıdığını ifade ediyor. "Cami" kelimesi Arapça kökenli bir kelime olup, "topluluk" ve "bir araya getiren" anlamına gelir. Camiler, Müslümanların ibadet ettiği, toplandığı ve Allah'a yönelerek dua ettiği mekanlardır. Şair, her bir caminin bir "kûh-i tecellî" olduğunu söyleyerek, bu mekanların Allah'ın güzelliklerinin ve varlığının bir yansıması olduğunu ifade eder.
"Ebrû-yi melek andaki mihrâb-ı duâdır" ifadesiyle de şair, camilerin içindeki mihrapların (namaz kılanların yönelip dua ettiği bölüm) meleklerin yaptığı güzellikte olduğunu ifade eder. "Ebrû-yi melek" ifadesi, meleklerin süslemesi anlamına gelir. Bu şekilde şair, camilerin içindeki mihrapların adeta meleklerin işlediği güzelliklere benzediğini ve bu alanların dua ve ibadet için ayrıldığını vurgular.
Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr
Kandilleri meh gibi lebrîz-i ziyâdır
Ser-çeşmeleri olmada insâna revân-bahş
Germâbeleri câna safâ cisme şifâdır
Bu beyitte şair, sarayların ser çeşmelerinin (açık hava çeşmeleri) olmamasının insanlara bir tür zarar ve eksiklik olduğunu ifade ediyor. Aynı zamanda bahçelerin, insanın ruhuna canlılık ve huzur kattığını belirtiyor.
"Ser-çeşmeleri olmada insâna revân-bahş" ifadesinde "revân-bahş" kelimesi, canlılık veren, hayat katan anlamına gelir. Şair, sarayların içinde ya da bahçelerinde bulunan ser çeşmelerinin, insanların yaşamına canlılık kattığını ve onlara hayat verdiğini ifade ediyor.
"Germâbeleri câna safâ cisme şifâdır" ifadesinde ise "germâbe" kelimesi, kuytu, serin ve gölgeli yer anlamına gelir. Şair, bu kuytu yerlerin insanın ruhuna huzur verdiğini ve cismine şifa sağladığını söylüyor. Bu ifadeyle şair, doğanın içindeki huzurlu ve serin alanların insanın içsel ve fiziksel sağlığına olumlu etkilerde bulunduğunu dile getiriyor.
Hep halkının etvârı pesendîde-i makbûl
Derler ki biraz dilleri bî-mihr ü vefâdır
Bu beyitte şair, halkının etvarının (ahlaki değerleri, gelenekleri) düşkün olduğunu, ancak dillerinin biraz yetersiz ve eksik olduğunu ifade ediyor. "Pesendi" ifadesi, zayıf, eksik anlamına gelir. Dolayısıyla, halkın ahlaki değerleri güçlü olsa da, dillerinde biraz eksiklik ve yetersizlik olduğunu dile getiriyor.
"Derler ki biraz dilleri bî-mihr ü vefâdır" ifadesiyle ise, insanlar halkın dilinin biraz sevgisiz ve sadakatsiz olduğunu söylerler diyor. "Bî-mihr ü vefâ" ifadeleri, sevgisizlik ve vefasızlık anlamına gelir. Bu şekilde şair, halkın davranışlarının, değerlerine rağmen, bazen sevgisiz ve vefasız olabileceğini vurgulamaktadır.
Şimdi yapılan 'âlem-i nev-resm ü safânın
Evsâfı hele başka kitâb olsa sezâdır
Bu beyitte şair, şu anda yapılan güzelliklerin, dünyanın süslenmiş ve güzel bir tablo gibi görünen yeni bir düzenin ve nevresmin bir yansıması olduğunu ifade ediyor. "Âlem-i nev-resm ü safâ" ifadesi, yeni bir düzenin ve güzelliğin dünyasını anlatır. Ancak şair, bu güzelliklerin ve özelliklerin daha geniş bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde, onların gerçekten de başka bir kitabın sayfalarında anlatılacak kadar özel ve değerli olduğunu ima ediyor. Yani, şair, mevcut güzellikleri sadece şu anda yapılan bir resim gibi görmek yerine, bunların daha sonra yazılacak bir kitapta övgüye değer detaylar olacağını ifade ediyor.
Nâmı gibi olmuşdur o hem sa'd hem âbâd
Stanbul'a sermâye-i fahr olsa revâdır
Bu beyitte şair, İstanbul'u övgüyle anarak şehrin isminin de birlikte olduğu gibi (Nâmı gibi) hem saadet (mutluluk) hem de abad (sonsuz mutluluk ve refah) getiren bir şehir olduğunu belirtiyor. Şair, İstanbul'un adının kendisi gibi zenginlik, mutluluk ve refah getirdiğini ifade ediyor. Ayrıca, İstanbul'un bir sermaye ve fahr (şan) olduğunu vurgulayarak, şehrin bu özelliklerini yüceltiyor ve herkesin takdir edeceği bir şehir olduğunu ifade ediyor.
Kûhsarları bâğları kasrları hep
Gûyâ ki bütün şevk ü tarab zevk u safâdır
Bu beyitte şair, İstanbul'un kûhsarları (kuleleri), bâğları (bahçeleri), kasırları ve diğer mimari özellikleri ile ilgili bir tasvir yaparak şehrin güzelliklerine vurgu yapıyor. Şair, bu öğelerin topluca şehrin güzelliklerini oluşturduğunu ifade ediyor. Beyitte geçen "gûyâ ki" ifadesiyle, şair, sanki bütün bu güzelliklerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan manzaranın, tüm güzelliklerin ve keyiflerin bir araya geldiği bir yer olduğunu ima ediyor. Bu şekilde, şair İstanbul'u sadece fiziksel güzellikleriyle değil, aynı zamanda insanların içsel keyif ve zevkini de yansıtan bir yer olarak tasvir ediyor.
Stanbul'un evsâfını mümkün mü beyân hiç
Maksûd hemân sadr-ı kerem-kâra senâdır
Bu beyitte şair, İstanbul'un özelliklerini tasvir etmenin zor olduğunu ifade ediyor. "Evsâfını mümkün mü beyân hiç" ifadesiyle, İstanbul'un özelliklerini anlatmanın neredeyse imkansız olduğunu belirtiyor. Şair, şehrin güzelliklerini, özelliklerini ve özünü ifade etmeye çalışmanın zorluğunu vurguluyor.
"Maksûd hemân sadr-ı kerem-kâra senâdır" ifadesiyle ise, şairin gerçek amaçının, İstanbul'un sahibi olan ve kudretiyle bilinen hükümdarın, yani "sadr-ı kerem-kâr"ın övgüsünü yapmak olduğunu belirtiyor. Bu ifadeyle şair, asıl maksadının İstanbul'u sadece fiziksel özellikleriyle değil, aynı zamanda şehri yöneten otoritenin yüceliği ve keremi ile de ilişkilendirmek olduğunu ifade ediyor.