Edebiyat Öğretmenlerinin Sessiz Çığlığı: Atan(a)mayan Umutlar ve Yıkılan Hayaller


Türkiye'de öğretmen olmak, bir zamanlar toplumun en saygın ideallerinden biriyken, bugün binlerce genç için derin bir hayal kırıklığına ve psikolojik yıkıma dönüşmüş durumda. Özellikle sosyal bilimler alanında, yıllar süren emek, fedakarlık ve adanmışlıkla üniversite sıralarından mezun olan gençlerimiz, devletin istihdam politikalarının acımasız çarkları arasında öğütülüyor. Son Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) öğretmen atamaları ve özellikle Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği için açıklanan kontenjanlar, bu trajedinin en somut ve acı örneklerinden birini gözler önüne serdi. Sosyal medyada yankılanan bir çığlık, durumu özetliyor: 35 bin adayın girdiği sınavda 40. sırayı alan bir öğretmen adayının, sadece 29 kişilik kontenjan nedeniyle atanamama gerçeğiyle yüzleşmesi... Bu, sadece bir rakam değil, yıkılan bir hayatın, boşa giden yılların ve ülkenin kendi potansiyeline sırtını dönmesinin hikayesidir.

Sorunun Kaynağı: Plansızlık ve Popülizm

Sorunun kökleri, "her ile bir üniversite" sloganıyla başlayan ve nitelikten çok niceliğe odaklanan plansız eğitim politikalarında yatıyor. Kontrolsüzce açılan Edebiyat Fakülteleri, her yıl binlerce mezun verirken, MEB'in bu mezunlara yönelik istihdam planlaması aynı hızla ve gerçekçilikle ilerlemedi. Aksine, her geçen yıl daralan kontenjanlar, bu gençleri daha en başından umutsuz bir yarışın içine itti. Devlet, bir yandan üniversite kapılarını sonuna kadar açarak gençlere "öğretmen olabilirsiniz" umudunu satarken, diğer yandan mezuniyet sonrası onları görmezden gelerek adeta kendi yarattığı bir krizin sorumluluğundan kaçıyor.

Bu durum, sadece bir istihdam sorunu değil, aynı zamanda ciddi bir kaynak israfıdır. Dört yıl süren lisans eğitimi, ardından yıllarca süren Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) hazırlığı, dershanelere, kitaplara harcanan paralar, ailelerin fedakarlıkları... Belki de 10 yıla yayılan bu emek ve yatırım, MEB'in açıkladığı birkaç düzine kontenjanla adeta hiçe sayılıyor. İlk 1000'e, hatta ilk 100'e giren adayların bile atanamadığı bir sistem, adaletli olabilir mi? Başarının ve liyakatin bu denli anlamsızlaştırıldığı bir ortamda, gençlerden geleceğe umutla bakmaları nasıl beklenebilir?

Psikolojik Yıkım ve Toplumsal Maliyet

Atama bekleyen öğretmen adaylarının yaşadığı psikolojik baskı, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar ağır. Yıllarca süren belirsizlik, gelecek kaygısı, aile ve çevre baskısı, maddi zorluklar ve en önemlisi "başarılıyım ama değersizim" hissi... Sosyal medyada paylaşılan ve intiharın eşiğinden dönüldüğünü ima eden mesajlar, durumun vahametini gözler önüne seriyor. Bu sadece bireysel bir trajedi değil, toplumsal bir yaradır. Ülkesine hizmet etmek için en parlak zihinlerini, en idealist gençlerini yetiştiren bir sistem, onları nasıl bu denli bir çaresizliğe itebilir?

MEB yetkilileri, bu atama sayılarını belirlerken, sadece bütçe rakamlarına mı bakıyorlar? Yoksa karşılarında hayalleri, umutları, aileleri ve gelecekleri olan binlerce genç insan olduğunun farkındalar mı? Başarı sıralamasında ilk 40'a giren bir adayı bile sistemin dışına iten bir anlayış, ülkenin beşeri sermayesine ihanet etmektir. Bu öğretmenler, atanıp öğrencileriyle buluşacakları yerde, depresyonla, anksiyeteyle ve umutsuzlukla boğuşmak zorunda bırakılıyor. Bunun topluma maliyeti, birkaç kadronun bütçeye getireceği yükten çok daha fazladır.

Sorumluluk Kimde? Ne Yapılmalı?

Bu tablo karşısında sorumluluk sadece mevcut MEB yönetiminde değil, yıllardır süregelen plansız ve popülist eğitim politikalarını yürüten tüm karar vericilerdedir. Ancak bugün, Bakan Yusuf Tekin ve ekibinin önünde bu yıkıma "dur" deme sorumluluğu bulunmaktadır. Sosyal medyada yankılanan "Allah hepinizin belasını versin" veya "intiharımın tek sorumlusu" gibi ağır ifadeler, biriken öfkenin ve çaresizliğin göstergesidir. Yetkililer bu çığlıklara kulak tıkamamalıdır.

Çözüm, sadece palyatif tedbirlerle veya birkaç yüz ek kontenjanla sağlanamaz. Kökten bir zihniyet değişikliği ve planlama gereklidir.

Üniversite kontenjanları ile ülkenin öğretmen ihtiyacı arasında acilen bir denge kurulmalıdır. Her mezuna istihdam garantisi verilemese de, bu kadar büyük bir arz-talep dengesizliği kabul edilemez. Devlet planlama teşkilatını bile kaldıran bir yönetimden gerçekçi planlama beklentisi içinde olmamız da ayrı bir umut.

Atama bekleyen binlerce başarılı aday varken, sembolik sayılarla atama yapmak yerine, gerçek ihtiyaca ve bütçe imkanlarına uygun, daha adil ve tatmin edici sayıda kadro açılmalıdır. Başarı cezalandırılmamalıdır. Liyakatlı olmayan bir bakanın yönettiği bakanlıktan adalet ve liyakat beklemek zaten olacak iş değil ama yine de umutlu olup çağrımızı yapalım.

Bu ülkenin pırıl pırıl gençlerini, edebiyat öğretmenlerini umutsuzluğa ve çaresizliğe itmek, Türkiye'nin geleceğine yapılmış en büyük kötülüklerden biridir. Yetkilileri, bu sessiz çığlığa kulak vermeye, plansızlığın ve vurdumduymazlığın yarattığı bu insani krize acil ve kalıcı çözümler üretmeye çağırıyoruz. Aksi takdirde, kaybeden sadece bu gençler değil, tüm Türkiye olacaktır.

#MEB #ÖğretmenAtamaları #EdebiyatÖğretmenleri #AtamaBekleyenÖğretmenler #YusufTekin #EğitimdeAdalet #KontenjanMağdurları #UmutTacirliği

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler. Daha fazlası için bizi motive ediyor.

Daha yeni Daha eski