Yakacık'ta Akşamdan Sonra Bir Mezarlık Alemi Gazel Tahlili


Recaizade Mahmut Ekrem'in "Yakacık'ta Akşamdan Sonra Bir Mezarlık Âlemi" şiiri Türk edebiyatının önemli eserlerinden biridir. Bu şiir, Türk şiirinde ölüm temasını işleyen ve Türk edebiyatının romantik dönemine damgasını vuran önemli eserler arasındadır. Yakacık Mezarlığı'nda geçen bir hikâyeyi anlatan şiir, okuyucuya ölümün kaçınılmazlığını ve insan hayatının geçiciliğini hatırlatır.

"Yakacık'ta Akşamdan Sonra Bir Mezarlık Âlemi" Recaizade Mahmut Ekrem'in kendine has lirik üslubu ve edebi sanatlarıyla dolu şiirleri arasında önemli bir yere sahiptir. Bu şiir, Türk edebiyatı severler için kaçırılmayacak bir eserdir. Bu eserin tahlilini bu yazıda birlikte yapmaya çalışacağız. Ben deli miyim okurları olarak sizlerden beklentim yorumlarınız ile bu yazılara destek olmanızdır. Fikirlerinizi hatta kısa bir teşekkür bile olur belirtmenizi istiyorum.

Bu eser Recaizade Mahmut Ekrem'in Zemzeme adlı kitabının üçüncü cildinde yer alan Yakacık'ta Akşamdan Sonra Bir Mezarlık Âlemi başlıklı kasidesinden alınmıştır. Bu gazel, mezar başında tefekkür modasını başlatan bir şiirdir. Şair bu şiirinde, ölmüş bir sevgilisi olmasa da ölüm kavramı üzerinde durur.


Recaizade Mahmut Ekrem

Bu eseri edebiyatımıza kazandıran Recaizade Mahmut Ekrem, Tanzimat dönemi edebiyatının önde gelen isimlerinden biridir. Babasından Süryanice ve Farsça öğrendi. Özel eğitim alarak büyüdü. Hariciye Nezareti Mektubi Kaleminde memur olarak çalışmaya başladı. Tanzimat ve Nafia dairelerinde başyardımcılık, Danıştay üyeliği, Mekteb-i Mülkiye müdürlüğü görevlerinde bulundu. Edebiyat tarihçisi, eleştirmen, romancı, tiyatro yazarı ve şairdir. Servet-i Fünun döneminin kurucularındandır. Eserlerinde klasik şiirden kopmadan yeni bir dil oluşturmaya çalışmıştır.

Yakacık’ta Akşamdan Sonra Bir Mezarlık Alemi

I.

Bir şebti köyde âzim-i geşt ü güzâr idim
Ahyâya dûr-geşte vü emvâta câr idim.

Bir gece köyde uzun süre kaldım, yollarda ve sokaklarda dolaştım. Gece yarısına kadar uyumadım ve ölülerin mezarlarına yakın dolaştım. Bu beyitte şair, gece boyunca bir köyde dolaştığını, yollarda ve sokaklarda gezindiğini ifade etmektedir. "Âzim-i geşt ü güzâr" ifadesi gezmek, dolaşmak, keşfetmek anlamlarına gelmektedir. "Ahyâya dûr-geşte" mezarlık gibi sessiz ve korkutucu yerlere yakın olmak demektir. "Câr to emvâta" ifadesi ise ölülerin mezarlarına yakın olan bir kişiyi anlatır. Şiirin bu beytinde şairin ölüm ve mezarlık gibi karanlık konulara meraklı olduğu ve geceleri bu konular etrafında dolaştığı anlatılmaktadır.

Metrük bir mezarlık idi meskenim benim
Yalnızca anda hâk-nişîn-i mezâr idim.

Şair o anda bulunduğu mezarlığı evi gibi görmektedir. Evim harap bir mezarlık gibiydi der. "Harabe" kelimesi terk edilmiş, yıkılmış anlamına gelmektedir. Şair burada yalnızlığı, yıkımı ve ölümü çağrıştıran bir ortamda yaşadığını ifade etmektedir. "Hak-nişîn-i mezâr" ifadesi mezarın gerçek sahibi olan kişiyi anlatmaktadır. Bu beyitte şair, kendisini sadece anlık olarak mezarın hak sahibi olarak gördüğünü ifade etmektedir. Bu beyitte şairin yalnızlığı, varlığı ve hayatı sorguladığı anlaşılmaktadır.

Topraktı her mezâr-ı fakîrâne bî-ruhâm
Fakrımla ben de zâir-i zî-ibtisâr idim.

Her fakir mezarının toprağı merhametsizdir. Fakirliğimle ben de kısacık ömrün yok edicisiydim. Şair, fakirliğin kendisini erken öldüreceğini ve mezarının da kimse tarafından ziyaret edilmeyeceğini söyler. Bu beyitte şairin hayatındaki sıkıntılar ve yalnızlık duygusu hissedilir. Şair aynı zamanda dünyanın geçiciliğine ve ölümün kaçınılmazlığına da işaret eder.

Cismimle çun alâmet-i makber sükûn-nümâ
Fikrimle lîk muztarib ü bî-karâr idim.

Bedenimle böyle mezarın işareti olan sessizlik gösteren, Fakat fikrimle ise rahatsız ve huzursuz idim.
Bu beyitte şair, bedenen mezarlıkta sessiz ve sakin olduğunu ama zihninin ise rahatsız ve huzursuz olduğunu ifade eder. Bu da onun ölüm karşısındaki duygu ve düşüncelerini yansıtır. Şair bu şiirde ölümü hem korkutucu hem de arzulanan bir şey olarak tasvir eder.

Vahşetle hâzirûn nazar-endâz idi bana
Zîrâ ki içlerinde garîb-üd-diyâr idim.

"Vahşetle hazır olanlar bana kötü gözle bakıyorlardı, çünkü onların arasında yabancı bir diyarın garibi durumundaydım."

Burada "hazır olanlar", mezarlıkta bulunanlar veya belki de başka bir anlamda karanlık ve ürkütücü bir atmosferi çağrıştırıyor. Şair, bu vahşi atmosferde kendisini yalnız ve yabancı hissediyor ve etrafındaki insanların ona garip gözlerle baktığını hissediyor. "Garîb-üd-diyâr" ifadesi ise, yabancı bir ülkede yaşayan veya kendini yabancı hisseden biri olarak tasvir ediyor. Ben deli miyim okurları bu beyiti metnin içinde bulmasa da tek başına bir yerde okusaydım kalabalıklar içinde yalnızlık tasviri derdim ama bu şekilde düşününce uymuyor.

Bu beyit, şairin içinde bulunduğu çaresizliği ve yalnızlığı anlatan bir ifade olarak okunabilir. Aynı zamanda, mezarlık gibi ürkütücü bir yerde bulunmanın getirdiği hissiyatı da yansıtıyor.

Etrâf pürdü nâle-yi guûk ü hezâr ile
Lâkin sükût-i mevkie ben gûş-dâr idim!

"Her taraf gök gürültüsü ve binlerce ağıt sesi ile doluydu, ancak sessizliğin içinde benim kulaklarım duyarlıydı."

Burada şair, etrafındaki atmosferi tarif ediyor. "Nâle-yi guûk ü hezâr" ifadesi, "gök gürültüsü ve binlerce ağıt sesi" anlamına geliyor. Bu ifade, mezarlıkta bulunanların acılarını ve yaslarını ifade etmek için kullanılmıştır.

Şair bu beyitte sisli bir atmosfer sanki birazdan yağmur yağacak karanlık bir hava atmosferi çiziyor. Gök gürültüleri ağlamaların hüzünlü bulutların sonucu gibi.

Ancak, şairin kulakları sessizliğe çok duyarlıdır. "Sükût-i mevkie ben gûş-dâr idim" ifadesi, sessizliğin içinde şairin kendisini duyarlı hissettiğini ifade ediyor. Bu sessizlik, mezarlıktaki ölülerin sessizliği ve yasını yansıtır.

Beyit, şairin kendi duygularını ve çevresindeki atmosferi duyarlı bir şekilde hissetmesini vurgular. Şair, mezarlıkta olmasına rağmen, çevresindeki acıları ve yasları hissederken, sessizliğin içinde kendi iç dünyasına da dalmaktadır.

Giryân idim; fakat gözüm âzâde-yî dümû’
Yoktu lebimde nâle.. fakat nâle-kâr idim!

Bu beyitte şair şöyle der: Ağlıyordum; ama gözüm yaşsızdı Dudaklarımda feryat yoktu ama feryat ediyordum! Şair burada ağladığını ama gözyaşı ve ses çıkarmadığını söyler. Bu da onun içten içe yandığını, acısını kimseye belli etmediğini ve sessizce ızdırap çektiğini anlatır. Şairin bu durumu hem mezarlık ortamının hem de sevgilisinin yokluğunun verdiği melankoliyi yansıtır.

Bu beyitin edebi sanatları ise şunlardır: Tezat: Şair ağladığını söylerken gözünün yaşsız olduğunu belirtir. Bu bir tezattır. Ayrıca dudaklarında feryat olmadığını ama feryat ettiğini söyler. Bu da bir tezattır. Teşbih: Şair dudaklarının nâle-kâr olduğunu söyler. Nâle-kâr, nâle eden demektir. Dudakların nâle etmesi ise bir teşbihtir. Seci: Beyitte “giryân”, “dümû’”, “nâle” ve “nâle-kâr” kelimelerindeki “-ü” sesleri seci oluşturur.

Şair beyitte sessizce için için ağlamıştır ancak ne göz yaşı ne de ses duyulmamıştır.

Andım o bî-vefâyı garîbâne ağladım
Geldi hayâli dîde-yi giryâne ağladım!

Şair burada eski sevgilisini hatırladığını ve onun hayalinin kendisine geri geldiğini söyler. Bu onu daha da ağlatır. O vefasız kişiyi kötü hatırladım, hayali gözlerimde belirince ağladım! Bu beytin edebi sanatları aşağıdaki gibidir: Çelişki: Şair sevgilisini hatırladığını söylerken ona "bî-vefâ" yani vefasız demektedir. Bu bir tezattır. Ayrıca sevgilinin hayalinin gelmesi onu mutlu etmek yerine ağlatmaktadır. Bu da bir oksimorondur. Benzetme: Şair, gözünü "dîde-yi giryâne" yani ağlayan göz olarak nitelendiriyor. Bu bir benzetmedir. Seci: Beyitte "ve", "ağladı", "geldi" ve "göründü" kelimelerindeki "-i" sesleri seci oluşturur.

II.

Ârîydi gök nümâyiş-i reng-î sehâbtan
Envâr akardı her tarafa mâh-tâbtan.

Gökyüzü renkli bulutlardan arınmıştı. Ay'ın ışığı her yere yayılıyordu. Gökyüzü rengarenk bulutlarla süslüydü ve ay ışığı her yerden akıyordu. Gökyüzü bulutlardan arınmış, ay ışığı her yerden akıyor ve sessizlik hüküm sürüyor. Bu, şairin ıstırabının ve yalnızlığının bir ifadesidir. Şair bu beyitte mezarlığı başka bir dünya olarak görmektedir. Ay ışığı mezarlığı aydınlatırken aynı zamanda ona uhrevi bir hava da vermektedir. Şair bu dünyada kendini hem mutsuz hem de neşeli hisseder. Bu beyitte şair, mezarlıkta yaşadığı duygularla baş etmeye çalışır. Gökyüzünden gelen ay ışığı ona umut verir ve sessizlik onu rahatlatır. Şair bu şekilde hayatının boşa geçtiği duygusundan kurtulmaya çalışır.

Samt ü sükûn o mertebe hâkimdi mevkie
Kim muztaribti bende olan ıztırâbtan!

Sessizlik ve sükûnet her yere hâkim olmuştu. O anda sessizlik ve sükûnet her yere hükmediyordu. Acı çeken bedenimdeki sıkıntının kim farkındaydı ki!

Bu beyit, yani "O bölgede sessizlik ve huzur hakimdi ki, içimdeki sıkıntıdan muzdarip olan kimse bunu hissedemezdi" şeklinde günümüz Türkçesi'ne çevrilebilir.

Bu beyitte, "samt ü sükûn" (sessizlik ve huzur) ile "muztarib" (sıkıntı içinde olan) arasında bir zıtlık yaratılmıştır. Şair, sessizliğin hakim olduğu bir ortamda bulunmasına rağmen, içindeki sıkıntıdan dolayı bu huzuru hissedemeyen bir kişi olduğunu belirtmektedir. Böylece, şairin iç dünyasındaki çelişki ve sıkıntı, beyitteki zıtlık aracılığıyla yansıtılmıştır.

Beyitte "mertebe" kelimesi sessizliğin ve huzurun yoğunluğunu anlatmak için kullanılmıştır. Bu kelime bir yüksekliğin, konumun veya durumun niteliğini ifade etmek için kullanılır. Bu bağlamda şair, içinde bulunduğu sessizliğin ve huzurun yoğunluğunu vurgulayarak çelişkili ruh halini ifade etmektedir.

Beyitte, "kim" kelimesi ile belirtilen kimseye atıfta bulunulmuş ve bu kişinin içindeki sıkıntıdan dolayı huzuru hissedemediği vurgulanmıştır. Bu da, şairin iç dünyasındaki sıkıntıyı ve çelişkiyi belirten bir başka detaydır.

Beyitte geçen "içimde olan ıstıraptan" ifadesi "tecâhül-i arif" sanatının bir örneğidir. Bu söz sanatı, anlatılmak istenen anlamı dolaylı bir şekilde ifade etmek için kullanılır. Burada "muztaribti bende olan agtırâbtan" ifadesi iç dünyadaki sıkıntıyı ifade etmek için kullanılmıştır.

Benzerdi gâh o ses ki gelirdi baîdten
Ol savta kim tahassul eder âsiyâbtan.

Bazen uzaktan bazen yakından duyduğum o ses, aralıklarla şiddetlenir gibiydi. Kim tahammül edebilir ki o acıya?

Bu beyitte de tekrarlı bir söz sanatı kullanılmıştır. "gâh" ve "ol savta" ifadeleri aracılığıyla, şair önceki beyitte bahsettiği o mertebenin sesini anımsatmıştır. Şair, bu beyitte insanların hayatlarında karşılaşabileceği zorlukları anlatmıştır. "âsiyâb" kelimesi, aşırı derecede acı veren bir şey anlamına gelir. Şair, bu kelimeyi kullanarak hayatın bazen acımasız olduğunu ve insanların bu acıya nasıl dayanabilecekleri hakkında düşündürür.

Leylin rutûbeti geçerek tâ zemîne dek
Bir bû-yi uhrevî duyulurdu türâbtan!

Leylın rutubeti geçerek toprağa kadar inerdi ve gökyüzünden gelen manevi bir koku duyulurdu.

Bu beyitte "Leylin rutubeti geçerek tâ zemîne dek" ifadesi, gece boyunca havada biriken nemi ve gece boyunca zemine düşen çiğ tanelerini anlatır. Bu neme ve çiğe "rutubet" denir. "Leyl" ise Arapça kökenli bir kelime olup "gece" anlamına gelir. Yani bu beyitteki ifade, gece boyunca havada biriken nemi ve çiği ifade etmektedir.

Ardından gelen "Bir bû-yi uhrevî duyulurdu türâbtan!" ifadesi ise, bu nemi ve çiği hissettiren bir başka şeyden bahseder. "Bû" kelimesi koku, kokuş, koklama, hissetme anlamlarına gelir. "Uhrevî" kelimesi ise manevi, metafiziksel anlamlar taşır. Bu beyitteki ifadeye göre, bu nemi ve çiği hissettiren şey, havada yayılan bir tür metafiziksel koku veya his olarak anlatılır. "Türâb" kelimesi ise toprak anlamına gelir, burada gece boyunca yerde biriken çiği ifade etmek için kullanılmıştır.

Dolayısıyla bu beyitte, gece boyunca havada biriken nem ve yerde biriken çiyin hissettirdiği bir tür metafiziksel koku veya hisse dikkat çekilmektedir.

Dehşet bulurdu dil müteharrik zılâlden
Emvât kaldırırdı serin sanki hâbtan!

Sarsıntılar kalbimi tutardı, ölüler bile uykudan yükselirdi. "Dil" Osmanlı Türkçesinde sık kullanılan bir kelimedir ve genellikle "gönül" anlamında kullanılır. Bu beyitte ise "dil" kelimesi "gönül" anlamında kullanılmıştır. Beyitte "dil" dehşet verici bir hareketlilikten dolayı korku ve üzüntü içindedir. Bu hareketliliği anlatmak için "zılal" kelimesi kullanılmıştır. "Zılal" Osmanlıca bir kelime olup "titreme" veya "sarsılma" anlamına gelmektedir. Beyitte geçen "emvât" ise "ölüler" anlamına gelmektedir. Kalbim sarsılırdı acıdan bu acının depreminden ölüler bile yeniden yükselirdi uykusunda diyor. Sanki ruhlarını teslim etmemiş de şairin ıstırabından ölüler bir kez daha ölüyormuş gibi bir atmosfer yaratıyor.

Atfeyledim derûna nigâh-i tahassürü
Duydum şu gizli nâleyi kalb-i harâbtan

Bu beyitte şair "derûna nigâh-i tahassür" yani "hüzünlü gözlerine baktım" dedikten sonra "kalb-i harâb" yani "harap gönlümden gelen gizli bir feryat duydum" demektedir. Şair, acı çeken birinin gözlerine bakarak onun acısını hissettiğini ve bu acının yüreğinde yarattığı acı dolu feryadı duyduğunu ifade etmektedir. Ayrıca beyitte kullanılan "atfettim" ifadesi "anladım" veya "kastettim" anlamına gelmektedir.

“Var mıydı kimse bende olan derde uğramış
Şunda huzûr içinde yatan şeyh ü şâbtan?

Benim gibi aynı sıkıntıyı yaşayan kimse var mıydı? Şimdi huzur içinde yatan şeyh, bu acıya maruz kalmış mıydı?

Bu beyitte şair, kendisindeki acıyı başka birinin de yaşayıp yaşamadığını merak ediyor ve şöyle soruyor: "Acaba benim gibi acı çeken kimse var mı, bu şeyh ve şâb gibi huzur içinde yatan başka kimse var mı?"

Şairin "şeyh" ve "şâb" kelimeleriyle kastettiği, dervişlerin ve velilerin yattığı türbeler veya kabirler olabilir. "Şâb" kelimesi, özellikle Anadolu'da, evliyaların ve şeyhlerin kabirlerinin bulunduğu geniş bir avluyu ifade etmek için de kullanılmaktadır. Şair, bu kişilerin huzur içinde yattığını ima ederek, kendi acısını hafifletmek istiyor. Mezarlığın en dertli sakini olarak şair kendisini görüyor.

Ammâ yine bu derd iledir zevk u lezzetim
Kurtarma ey Hüdâ beni bu iktirâbtan!”

Ancak bu acı benim zevk ve haz kaynağımdır. Ey Tanrım, beni bu çileli durumdan kurtar! Bu beyitte şair, bir derde düşmüş olsa da bu dertten aldığı zevk ve lezzetin onu bu derde bağlı kıldığını ifade ediyor. Ayrıca bu sıkıntıdan kurtulması için Allah'tan yardım istiyor. "Ammâ yine bu derd iledir zevk u lezzetim" ifadesiyle şair, bu derdin kendisine zevk ve lezzet verdiğini belirtiyor. Ardından "Kurtarma ey Hüdâ beni bu iktirâbtan!" diyerek Allah'tan bu sıkıntıdan kurtulması için yardım istiyor.

Burada adeta Fuzuli'nin çok belalara müptela kıl beni dediği gibi ya da halk şiirinde ozanların el çek tabip yaramdan dedikleri gibi bir ruh haline bürünüyor şair.

Andım o bî-vefâyı garîbâne ağladım
Geldi hayâli dîde-yi giryâne ağladım!

O sadık olmayanı andım, yalnız başıma ağladım ve gözlerimden gözyaşları akıttım. Şair, bir sadakatsiz sevgiliyi anarak onun sadakatsizliğine üzüldüğünü ve onun hatırasının gözyaşlarını döktüğünü ifade ediyor.

III.

Bir ucbe ses gelirdi derinden şebîh-i âh!
Vahdet teneffüs eyler idi sanki gâh gâh!

Derinden bir ah benzeri tuhaf bir ses duyulurdu ve teklik hissi, zaman zaman yineleyen bu sesti.

Bu beyitte, "ucbe" yani gariplik anlamında kullanılmış bir kelime ile başlıyor. Şair, "şebih-i âh" yani "ah benzeri" bir sesten bahsediyor ve bu sesin derinlerden geldiğini ifade ediyor.

Ardından şair, "vahdet teneffüs eyler idi sanki gah gah" ifadesiyle bir anlam çelişkisi yaratıyor. "Vahdet" kelimesi birlik ve beraberlik anlamına gelirken "teneffüs etmek" ise nefes almak anlamına gelir. Şair, bu iki kelimeyi yan yana kullanarak birbirine zıt iki anlamı ifade ediyor.

Şair, beyitin sonunda, "gah gah" ifadesini kullanarak bir kuşun sesine atıfta bulunuyor olabilir. Bu ifade, birbirine yakın ancak farklı anlamları olan sözcüklerin tekrarlanmasıyla oluşan bir oyun gibi algılanabilir.

Beyitte kullanılan "ah" benzeri sese ve "gah gah" ifadesine dayanarak şairin, bir acının ya da hüznün içinde kaybolmuş olduğu ve bu durumun kendisini şaşırttığı anlaşılabilir.

Bu beyit, tasavvufi bir perspektifle yorumlandığında, ruhani bir deneyimi anlatır. Ucbe (hayret) kelimesi, insanın hayranlığı ve şaşkınlığı anlatırken, şebih-i ah (ah benzeri) ifadesi, içinde bulunduğu manevi hâlin yoğunluğunu vurgular.

Vahdet (birlik) kelimesi ise tasavvufi bir kavramdır ve Tanrı'nın birliği fikrini ifade eder. Bu beyitte ise vahdet kelimesi, nefes alıp verme anlamında kullanılmıştır. Böylece, nefes alma işlemi sırasında, insanın varlığı ile Tanrı'nın varlığı arasındaki birliği hissettiği vurgulanır.

Gah gah kelimesi ise, kuşların ötüşüne benzetilerek, insanın nefes alıp verme işlemi sırasında bir çeşit dini tezahür olarak yorumlanabilir. Yani insanın nefesi, kuşların ötüşü gibi doğal bir ritmik yapıya sahiptir ve bu ritmik yapı, bir tür manevi deneyim olarak yorumlanabilir.

Eşcârdan zemine düşen sâye-yî kesif
Çekmişti pîş-gâhıma bir perde-yî siyâh.

Eşcârdan zemine düşen yoğun gölge, siyah bir perde çekmişti önüme.

Bu beyitte öncelikle "eşcar" kelimesi ile "ağaç dalları" anlatılmaktadır. "Sâye" ise "gölge" anlamına gelmektedir. Beyitte bahsi geçen "sâye-yi kesif" ifadesi, "gürleyen gölge" olarak tercüme edilebilir.

İkinci dizede ise "pîş-gâh" kelimesi ile "sığınak" ya da "barınak" anlatılmaktadır. Burada bahsedilen "siyah perde" ise muhtemelen, dalların zeminde bıraktığı yoğun gölgeyi ifade ediyor olabilir.

Beyitteki imgelem, yoğun bir şekilde dalları zemine düşen ağacın gölgesiyle ilgilidir. Bu gölge, yerdeki sığınakta bir siyah perdeye benzetilmiştir. Bu imgelem, yoğun bir karanlığı ifade ederek insanın iç dünyasındaki karanlığı da anlatır. Şairin iç dünyasındaki karanlık, gölgenin siyah perdeye benzemesiyle ifade edilir.

Ol zulmet-i amîka-yı hîçî-nümûdta
Pervâz ederdi dehşet ile tâir-î nigâh.

O karanlık ve görünmez zulmün kucağına düşmüş olan insanların acı çekmesi, korku dolu gözlerle uçup gitmek gibiydi. Karanlık zulmün içine düşenlerin acı çekmesi, dehşet dolu gözlerle uçup gitmek gibiydi.

Ta’mîk ede ede o zalâm-i şedîdeyi
Fikrimde hâsıl oldu biraz nûr-i intibâh.

Zalimliğin yoğunluğunu yavaş yavaş içime sindirerek, biraz da olsa bir aydınlanma hissi doğdu içimde.

Bir hayrın olmadan -dedim – eyvâh masdarı
Gitti hevâ yolunda hayâtım, yazık!.. Günâh!.
.

Bir hayrın olmadan" dedim, ah ettim ve pişman oldum, çünkü hayatımı boş hayaller peşinde koşarak geçirdim, ne yazık ki günahkar oldum.

Kasriyyet-i fiâlimi söylerdi lîk hep
Feryâd edip ayaklarım altında her giyâh!

Benim eylemlerimdeki zayıflığı her zaman hatırlatır, her zaman ayaklarımın altında inleyerek feryat eder.

Kandım bu hikmete – dedim – olmuş demek ezel
Didâr-ı aşk ile mütecellî bana İlâh!

Bu hikmete inandım" dedim, "Ezelde olmuş olmalı" diyorum. Tanrı, beni aşkın görüşüyle aydınlatarak kendine bağlı kıldı.

Ömrüm ki yandı âteş-i aşka bu âna dek
Sevda yolunda isterim olsun bütün tebâh.

Hayatım, aşkın ateşiyle yanmış durumda, ve şimdiye kadar aşk yolunda tüm yıkımı yaşamak istiyorum.

Andım o bî-vefâyı garîbâne ağladım
Geldi hayâli dîde-yi giryâne ağladım!

O sadakatsiz kişiyi andım ve gariban bir şekilde ağladım, hayalini görünce de kalbim gözyaşlarına boğuldu.

IV.

Semtin sükûn ü zulmeti artardı dem-be-dem
Gûyâ çekerdi ka’rına doğru bizi adem!

Semtin sessizliği ve karanlığı her geçen gün artardı. Yokluk, sanki ölümün karanlığına doğru çekerdi bizi.

Dehşetle doldu hâne-yi kalbim fakat yine
Asla hayâl ü hâtırıma gelmedi nedem.

Kalbim korku ve dehşetle doldu ama yine de hiçbir hayal ya da düşünce aklıma gelmedi.

Nâ-geh tecessüm eyledi karşımda bir vücûd
Bir kahramân-ı işve, mehâbetli bir sanemi

Karşımda bir varlık (vücud) belirdi. İlgi çekici, sevgi dolu bir sanemiye sahip bir kahraman.

Emvâc-ı nûr vâri vücûd-i lâtifini
Örterdi nîm sütre-yi beyzâsı ham-be-ham

İnce bir perde gibi yüzüne yayılan ışık, zarif bedenini kapladı.

Müdhişti gözleri, deheni lerze-dâr-ı hışm
Giysûsu târumâr idi, ebrûları be-hem.

Gözleri korkunçtu, öfkeli bir yılan gibi kıvrılıyordu. Giysileri de sert ve katıydı, kaşları da sertçe çatılmıştı.

Nûr-ı nigâhı berk-i belâdan nişân idi
Seyyîr bir alevdi lebinden çıkan sitem!

Gözlerinden yayılan ışık, felaketin belirtisiydi. Dudaklarından çıkan sitemli sözler ise acımasız bir alev gibiydi.

Ref eyleyip hevâya tehevvürle bir elin
Takrîb ederdi nezdime kendin kadem kadem.

Kendisini hayal ederek bir el hareketi yaptı ve benim yanıma adım adım yaklaştı.

Ettim kıyâm düşmek içün pây-i kahrına Eyvâh!..
Uçtugitti o nûr-î semâ-harem.

Kalkıp acıya gitmek için üzüntüye düştüm. O semavi nur uçup gitti.

Andım o bî-vefâyı garîbâne ağladım
Geldi hayâli dîde-yi giryâne ağladım!

O sadakatsizliği hatırladım ve garip bir şekilde ağladım. Gönlümdeki acı da artarak ağladım.

Bu beyitte yine aşk ve ayrılık teması öne çıkıyor. "Bî-vefâ" kelimesi sadakatsiz, vefasız anlamına gelir ve muhtemelen sevgilinin vefasızlığına atıfta bulunuyor. "Garîbâne" kelimesi ise yalnız, perişan, acınacak halde olan anlamında kullanılmış. Şair, vefasız sevgilisi nedeniyle yalnız ve perişan hissettiği için ağladığını söylüyor.

Daha sonra "hayâli" kelimesiyle sevgilisinin hatırasının aklına geldiğini belirtiyor. "Dîde-yi giryâne" ifadesi ise ağlayan gözler anlamında kullanılmış ve şairin sevgilisini hatırladıkça gözlerinin yaşardığını ifade ediyor.

Söz sanatları açısından bakıldığında, "bî-vefâyı garîbâne" ifadesi tamlama yapısıyla kullanılmış ve bir yandan sevgilinin vefasızlığını vurgularken, diğer yandan da şairin perişan halini betimliyor. "Hayâli" kelimesi ise teşbih sanatı kullanılarak sevgilinin hatırasının aklına gelmesinin insanın kalbini titreten etkisini vurguluyor.

V.

Daldım yine zeminine deryâ-yı fikretin
Oldum duçâr-ı hevli nehengân-ı mihnetin.

Yine düşüncelerinin denizine daldım Çektim büyük sıkıntıların ağırlığını. Daldım yine zeminine deryâ-yı fikretin” dizesinde düşüncelerin denize benzetilmesi teşbihtir.

Yâ Rab! -dedim- tükendi hayâtım o bitmedi
Pâyânı yok mu derd ü belâ-yî muhabbetin?

Ya Rab! dedim, hayatım bitti o bitmedi Sevginin dert ve belasının sonu yok mu?

Âzâdî-yi dili bana rûzî mi kılmadın
Her dem esiri olmadayım ben bir âfetin?

Kalbimin özgürlüğünü bana nasip etmedin mi Her an bir felaketin esiri olmayayım ben?

Gönlümde olmasa karasevdâ-yı çeşm-i yâr
Neydi işim içinde şu deryâ-yı zulmetin?

Gönlümde sevgilinin gözlerinin kara sevdası olmasa Ne işim vardı bu karanlık denizin içinde?

Tebdîl-i ayş, nakl-i mekân, hepsi bî-eser
Yok mu Hüdâ cihanda devâsı bu illetin?

Neşe değiştirmek, yer değiştirmek, hepsi etkisiz Yok mu Allah’ım bu hastalığın ilacı dünyada?

Yok çünki pençesinden ümîd-i halâs-ı dil
Ver bâri rahm kalbine ol bî-mürüvvetin.

Yok çünkü kalbimin kurtuluş umudu elinden Ver bari merhamet kalbine o merhametsize.

Bir kerrecik daha görün ey nûr-i çeşm-i cân!
Öldürdü hasretin beni, öldürdü hasretin!

Bir kerecik daha görün ey canın gözlerinin nuru! Öldürdü hasretin beni, öldürdü hasretin!

Hayfâ! Diriğ!.. Yollu bir âvâze duydum âh
Hâlim dokundu gönlüne sahrâ-yi vahşetin!

Ah! Yazık!.. Uzaktan bir ses duydum ah diye Halim dokundu vahşi çölün kalbine!

Andım o bî-vefâyı garîbâne ağladım
Geldi hayâli dide-yi giryâne ağladım!

Andım o vefasızı garibanca ağladım Geldi hayali gözyaşı dolu gözlerime ağladım!

Recaizade Mahmut Ekrem

Son olarak:

"Yakacık'ta Akşamdan Sonra Bir Mezarlık Alemi" isimli şiir, Batı edebiyatının etkisindeki mezar ve kabir tefekkürü modasının edebiyatımızdaki ilk örneklerinden biri olarak görünmektedir. Şiirin öznesi, Yakacık mezarlığındaki bir mezarı ziyaret etmek için gece mezarlığına gider. Şair, mezarlığın sessizliğinde, kurbağa ve mezar seslerinin birbirine karıştığı bir atmosferde, ağaçların karanlık gölgeleri arasında düşüncelere dalar. Şair, aşk ve ölüm gibi temaları işlerken, şiirin teması mezar ve mezarlık ile hayatın bir parçası olarak görülen eski anlayış ile ondan ürperen ve metafizik bir arayışın sahnesi olarak gören yeni anlayış arasındaki çatışmadır.

Bu yazıyı komple okuduysan seni tebrik ediyorum. Ben bir kaç gün uğraştım sen ise bir kaç saniyenin ayırıp yorum yapmıyorsun. İlgi görmediği için devamı gelmeyen bir çok yazım var. Yazılara ilgi gösterirseniz devamını yazarım. Yoksa devam etmem zor.

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler. Daha fazlası için bizi motive ediyor.

Daha yeni Daha eski