XVII. asrın ilk yarısında Dîvan şiirine heybetli bir söyleyiş kazandıran sanatkâr, büyük ahenk şâiri Nef’î’dir. Nef’î, devrinin şiir lisânına, zengin bir dış mûsikîsi vermeğe muvaffak olmuşdur.
Nef’î’inin kaleminde şiir, kulaklarda uğultulu akisler uyandıran, tesirli bir ses sanatıdır.
Onun kelime ve terkipleri, İmparatorluk Türk-çesi’nin, âhenge elverişli Türkçeleşmiş veyâ bilhassa Türk-lran Edebiyâtlarının şiir dilinde kullandıkları ortak kelime ve terkiplerdir. Ancak bu lisan unsurlarının bir nazım cümlesi meydana getirişinde, Türkçe söyleyişin sağlam ve vuzuhlu cümle yapısı, vardır, onun:
Nef’î’nin asıl ismi Ömer’dir. Bu isim, şâiri sünnî bir aileye mensup olduğunu belirtmektedir. O asırlarda, Erzurum dâhil, Doğu Anadolu bölgelerinde yaşı-yan halkın mühim bir kısmı Şîî olduğu, şîîlerin ise Ömer adına bir nev’î düşmanlık duydukları gibi bilgi ve düşünceler, bu noktaya ışık tutan çizgilerdendir.
Târihcî Alî’nin Mecmaü’l-Bahreyn isimli eserinde bildirildiğine göre, Nef’î’nin babası, Mehmed Bey ve dedesi Ali Paşa’dır.
Tarihçi Âlî mecmaii(l-Bahreyn isimli eserinde bildirdiğine göre NePî nin babası Mehmed bey ve dedesi Ali paşadır. Babası, Mehmed Bey’in de şâir olduğu ve nedimi bulunduğu Kırım Hanı’na şiirler okuyup kasideler sunduğu, şâirin, babası hakkında söylediği bir hicviyeden anlaşılmaktadır.
Nef’î’nin çocukluğu ve gençliği hakkında bilgimiz kâfi değildir. Ancak onun iyi bir tahsil gördüğü, kuvvetli bir Türk-tran şiir kültürü elde ederek yetişdiği meydandadır. Bir rivâyete ve Dîvan’ındaki bâzı çizgilere göre Nefî, önce Kırım Hanları âilesiyle tanışmış ve bu tanışma belki de babasının Kırım Hanları yanında bulunan bir kimse olmasından ileri gelmişdir.
Daha sonra, Nef’î, kuvvetli bir ihtimâle göre, Celâli gaailesini halletmek için Anadolu’da bulunan Kuyucu Murad Paşa tarafından himâye edilerek İstanbul’a gönderilmişdir. Nef’î’i Kuyucu Murad Pa-şa’ya Kırım Hanı Canibey Giray’ın tavsiye etdiği söy lenmekdedi r. 11
önce Zarrî mahlâsıyle şiirler yazdığı rivâyet edilen Nef’î’ye, Nef’î mahlâsını meşhur târihci Gelibolulu Alî vermişdir. Şâirin, Dîvan’ına konulmamış, Suhan redifli bir kasidesi vardır ki Târihci Âli’nin de bir med-hiyesidir. Bu kasidesinde Nef’î, Âli’ye hitâben:
gibi târih beyit ve mısrâlan bu îdâmın târihini sarih olarak belirtmckdedir. Buna göre Nef’î, 1044 (M. 1635) yılında öldürülmüşdür. Nef’î’nin îdâmı çavuş başı, Boynu Eğri Mehmed Ağa eliyle ve sarayın odunluğunda, şâirin cellâdlara boğdurulup denize atılması sûretiylc infâz edilmişdir. Pâdişâhın emrini bu şekilde yerine getiren, Sadâret Kaymakamı Bayram Paşa’dır.
Edebi Şahsiyeti:
Nef’î’nin, bizzat, herhangibir harbe katılmamış olan Sultan Birinci Ahmed’i eşsiz bir cengâver diye göstermesi; Lehistan seferinde hiç bir muvaffakiyet elde edemeden, me’yûs ve müteessir dönen Sultan İkinci Osman için:
gibi muhteşem bir matla’la başlayan ve bu genç hükümdarı muzaffer bir kumandan gibi gösteren, zengin bir kasîde söylemesi, daha çok, hayâlleriyle yaşıyan bir rûhun terennümleridir. Aynı kasidenin:gibi beyitlerinde bu hayâli söyleyiş yüksek haddine varır. Bu arada sırf söylenişindeki güzellik ve Türk dilinin dehâsına uygun bir âhenk ve doğruluk dolayı-siyle yukarıdaki mısrâların İkincisi asırların dilinde kalmış; takdire değer her muvaffakiyet için söylene gelmiş berccste bir mısrâ değeri kazanmışdır:
Nef’î’nin, bu hükümdarlar gibi, ancak orta halli hattâ kısmen zayıf şahsiyetli sadrâzamlar arasında Murad Paşa, Nasuh Paşa, Hüseyin Paşa, Ali Paşa gibi devlet adamlarını da lâyık olduklarından daha üstün sözlerle övmesi, aynı ,,iç dünyâ” sının ifâdesidir.
Bu mcdlıiyeleri sanatkârâne bir dalkavukluk sananlar aldanırlar. Şâirin, kasideleri ölçüsünde kuvvetli hicviyeler söyliyerek aynı mevkîlerdeki büyüklerin bu sefer hatâlarını hattâ merhametsizce yermesi, onun bir delilidir. Bunu yanında Nef’î’nin kendi sanatına ve şahsiyetine büyük saygısı ve övgüsü vardır ki hiç kimseden geri zannedilmeğe tahammül edemeyen gururlu bir benliğin ifâdesidir.
Nef’î, kendini, bütün Türk İran şâirlerinin üstünde görür ve öyle gösterir. Bu inanış, onda hattâ hükümdarların da üstünde bir kıymete sâhip olduğu itimâdını uyandırmışdır. Onun, Dördüncü Murad gibi mağrur ve azametli bir hükümdâra, aşağı yukarı, ,,sen ne büyük bir hükümdarsın ki benim gibi bir şâir tarafından medhediliyorsun!” deyişi, bir medhi-yeden çok kendi nefsine itimâdın dikkate değer f'ah-riye’sidir. Şâirin yine Dördüncü Murad’a:
diye hitâbesi böyledir: »Sen, şanlı bir pâdişâhsın! zamanın pâdişâhlarının pâdikşahısın! Şu demek ki sen Hakansın, fakat senin zamanında ben de Hakanî’-yim.”
»Söz sanatında benim benzerim yokdur. Alem bir yana ayrılsa benim gibi şiir söyleyen bir başkası bulunmaz. Benim âhenk dolu, parlak ve hoş edâlı bir söyleyişim vardır. Ben ne Hâfız’ım, ne de Muhteşem.”
»Ben ancak Hâkanî’yim. Muhteşem benim yanımda bir haşmet ve dârât çavuşu olabilir ve benim kalemim, ince ve kalın tellerde terennüme başladığı zaman, Hâfız, sessiz ve sadâsız kahrl9:
Türk şâirlerinin kendilerini İran şâirlerinden üstün görüşlerinin de bir ifâdesi olan bu beyitlerde dikkat edilecek nokta, şâirin »Ben Hakanî’yim!” demekde ısrarıdır. Bu sözde (hükümdâra mensûbiyet ifâde eden) tevriyeli bir söyleyiş bulunmakla berâber Nef’î’nin maksadı çok başkadır: Bilindiği gibi büyük, İran şâiri (1126?-1199?), bir şiirinde: Söz iklimi için; benden iyi pâdişâh yokdur, yeryüzünde, şâirlerin hükümdarlığı bana teslim olunmuşdur.” der.
Nef’î’nin de söylemek istediği söz budur. Nef’î için asıl dünyâ, kelâm dünyâsı ve hakîkî sultanlık söz mülkünün sultanlığıdır. Kısaca şâir, devrinin, hükümdariyle gizli bir pâdişahlık yanşındadır. Şâirin Fârisî dîvan’ındaki bir rübâîsinde „akıl tahtının Şe-hinşâhı benim. Allahın lûtfu sâyesinde sayısız askerim vardır. Mânâlar diyârını zaptettim. Sözün altu-nuna gümüşüne, nâmıma sikke vurdurdum.21” deyişi de bu mağrûr ve kendine inanmış şahsiyetin bir başka tezâhürüdür. Böylelikle, bilhassa teşrifatda yer almış şâirlerin medhiyeler yazmaya mecbûr oldukları bir devirde amatörlük çağını aşmış olmasına rağmen yine medhiyeler yazan Nef’î, şiirlerine medhiyeleri ölçüsünde, gururlu fahriyeler de koyarak izzeti nefsi için lüzumlu bir muvâzene kurmaya çalışmış görün-mekdedir. Şâir, medhiyeleri kadar fahriyelerinde de klâsik İran ve Türk kasîde an’anesine, tabiatiyle, bağlı kalmışdır.
Nef’î’nin kasidelerinde âhenkli, mübâlâğalı, med-hiye ve fahriye bölümlerinin yanında birer bilgi, fikir ve zekâ kompozisyonu hâlinde söylenen beyitler dikkati çeker. Şâirin tegazzül’le başlayan kasidelerinde bile aynı vasıflar görülür. Böyle kasidelerde iyi hazmedilmiş bir tasavvuf kültürü de yer alır. Ancak Nef’î’nin Türkçe kasidelerinde tasavvuf, coşkun bir panteizm çeşnisinde değildir, tasavvuf kültürüyle söylenmiş beyitler çeşnisindedir. Şâirin heyecanlı ve imanlı tasavvuf terennümleri, daha çok, Fârisî dîvan’ında, bilhassa Mevlânâ Celâleddîn için söylediği kasidelerde görülür.
Nef’î’nin kasidelerinde dikkate çarpan bir husus da her türlütaassubdan uzak bir söz hürriyetidir. Şâirin Bahar Kasidesinde sâkî’den şarab isterken:
diyerek şarap kadehi ve kâsesiyle Allah adını yanyana getirmesi, yaşadığı devir bakımından çok serbest ve çok cesur bir söyleyişdir. Nef’î’nin böyle sözleri bakımından herhangi şiddetli bir tenkîd ve taarruza uğ-ramayışı da etrafındakilerin dînî toleransları bakımından ayrıca dikkate değer.
Nef’î’nin en güzel kasidelerinin başında sözüm redifli Naat’ı vardır. Şâirin geniş dînî kültürü ve tefekkürü ile hareketli ve Nef’iyâne söyleyişin bütün heybetiyle süslü bu kasîde İlâhî kelâm’a, İslâm dînîne ve onun çok sevilen peygamberine karşı duyulan, yine heybetli, bir îmânın da ifâdesidir.
gibi Nef’î’iyâne bir söyleyişle başlar, sonuna kadar lirizmi, söylenişindeki heybetde duyulan, müstesnâ bir edâ ile devâm eder. Şâirin Birinci Sultan Ahmed için söylediği Verir ve Eyler redifli kasideleri; İkinci Sultan Osman için söylediği:Matla’ıyle başlayan kasidesi; Dördüncü Sultan Murad medhinde terennüm etdiği:Matla’lı K'asîde-i Bahâriyye’si ve Murad Paşa için söylediği, Olur redifli kasidesi, eski, yeni tezkire, mec-mûa ve antolojilerin ısrarla beğenip kaydettikleri manzûmelerdir. Şâirin:beyitleriyle başlayan fahriye’si de onun dillerde dolaşmış şiirlerindendir. Bu fahriyede sözün:
gibi bir hadde varması ayrıca dikkate değer.: Şiir ikliminin sultanlığını her saltanatın üstünde gören şâir, kendi sözlerinin, şâirliğin de üstünde olduğunu söylemek sûretiyle şiirde tasavvuf kültürüyle birleşmiş bir fahriye tarzının yeni bir zirvesine varmışdır.
Söze nefis bir tegazzül’le başlayarak muhteşem bir savaş tasviriyle devâm eden Murad Paşa Kasidesinin aşağıdaki beyitleri, Nef’î’nin kasîdeciliği hakkın-kında verdiğimiz bilgi ve örnekleri bütünliyecek mâhiyettedir:
«Gamzeli bakışların nc zaman kılıç çekip kan dökmeğe başlarsa, gönlü yaran âşıklarına o an ölüm bile acıklı olur.”
«Gözlerin o hiddetli kahramandır ki, öfkesi geçtiği zamanlarda bile merhamet bilmez.”
«Kirpiklerinle kaşlarını görenler (hayret içinde) dirler ki: Bir yayda bunca ok birden nasıl toplanır?”
«Sende bu naz’ve bu umursamıyan bakış böyle sürdükçe seni seven insan (ölümsüz) Hızır bile olsa bu yüzden olup gider.”
«Sen bu fakirlere böyle naz ü işve satmaya devam edersen (cihanda) derdin de belânın da bedelinde (sonsuz) ucuzluk olur.”
«Senin nazarında seni seven’le sevmiyen birse, düşünmez misin ki bu muamele güzellere çok ziyan verir.”
«Eğer güzelliğinin namusu buna razı değilse o âşıklara bu türlü ihânet fenâ olur, diyorsan”.
,,O zaman her önüne gelene sana bakma ruhsatı verişin neden? Bir gün bu yerde ve bu yüzden kan döküleceğini düşünmez misin?”
Bu beyitlerde görülen ,,aşk şâirliği” nin husûsi-yeti, Nef’î’nin sevgiliyi bile için için hicveden, zekâ ve ince istihzâ çizgileriyle birleşmiş bir söyleyişdir. Aynı kasidenin savaş tasviri bölümünde ise şâir, Murad Paşa’mn serdarlığını yine heybetli bir ifâde ile överek şöyle beyitler söyler:
,,(Murad Paşa) askerlerini sıralayıp düşman sürülerine hücum etdiği zaman, yer, gök, dehşet içinde inler.”
,,Askerlerinin hamleleri zelzelesinden yeryüzü öyle sarsılır ki kıyamet kopmuş ve mahşer karışıklığı meydana çıkmış sanılır.”
,,Toz ve duman siyahlığı içinde parlayan kılıçların ışığı, karanlık bulutlar arasında çakan şimşekler gibi görünür.”
„Atılan oklar kavs-i kaza oklarını andırır. Bu okların ucundaki temrenler ise ansızın gelen ölümlerdir.”
,,Kılıçların birbirine çarpmasından çıkan seslerin şiddetinden hava boşluğunun yücelerinde gök gürültüleri ve yıldırım sesleri yollarını kaybeder.”
,,Bâzan (Murad Paşa’nın) kendisi asker saflarının ortasında, kılıç gibi, (dimdik) durur; bâzan da düşman saflarını ortasından parçalar.”
Görülüyor ki kasidesinde savaş seslerini aksettirecek kadar ahenk sağlayan Nef’î, bunun için, Osmanlı Türkçesinin bütün imkânlarından faydalanmışdır. Türkçede kullanılabilecek, ortak İslâm medeniyeti dillerinden çok sayıda kelime seçen Nef’î’nin böyle kasidelerinde lisan tumturaklıdır.
Şiirde kılıç seslerini kelimelerin sıralanışından çıkan sadâlarla sağlayan böyle söyleyişleri dolayısıy-ledir ki Servet-i Funûn şâiri Fikret, Nef’î’yi onun için yazdığı manzûm bir portrede şöyle seslerle tanıt-mışdır:
Şâirin bu türlü kasideleriyle kamaşmış gözler, onun gazelleri üzerinde fazla durmamışdır. Nef’î’nin ister istemez bir üslûp şiddetine alışmış ifâdesi gazellerinde az çok yumuşamak zorunda kalsa bile onun bütün şiirlerinde yine o ifâdeyi hatırlatan bir husûsiyet görülür. Gazel’de bu ifâdenin yadırganmış olması muhtemeldir. Hattâ şâir Nedim’in:
diyerek Nef’î’nin gazel vâdîsinde kasideleri ölçüsünde muvaffak olamadığını söylemeğe lüzum görmesi belki de bu yüzdendir. Söyleniş bakımından ekseriyâ kuvvetli ve başarılı oldukları hâlde Nef’î’nin gazellerinde kasideleri ölçüsünde bir üstünlük yokdur. Bu, şâirin rûhunda bir gazel için lüzumlu, buhranlı veyâ şiddetli aşk arzûlarının bulunmayışından ileri gelmiş olabilir. Onun gazellerinde aşk duygularını ifâde edişin tabîî yumuşaklığı ve ürperişleri de dîğer gazel şâirleri ölçüsünde değildir. Buna mukaabil onun:
gibi gerek dil, gerek ,,Türkçe nazım cümlesi” bakımından muhteşem beyitlerle söylediği gazellerinde samimî bir tefâhürün ve yine fikir ve bilgi malzemesiyle birleşmiş sanatlı bir ifâdenin kudreti görülmektedir. (Bu gazelin büyük bestekâr Itrî tarafından bestelenmesinde de söylenişindeki ses ve söz anlaşmasından doğan heybetli mânânın ve aynı vasıfdaki riııdâne ifâdenin tesiri vardır.)
Nef 'i'nin :
gibi beyitlerle söylenmiş âşıkâne gazelleri ise o çağların ikinci sınıf şâirleri tarafından da söylenebilecek sözlerdendir. Tabiî bunun gibi, şâiri Mevlânâ için yazdığı bir manzûmede:
demesine rağmen> onun Türkçe şiirlerinde tasavvuf heyecanlarına kapılmış bir rûhun derin ve vecidli ürperişleri yokdur. Nef’î ancak Fârisî ile söylediği kasîde, gazel ve rübâîlerinde sofiyâne heyecanların da kuvvetli bir müterennimi olmuŞdur.23
Fakat Nefî’nin, kasîdecilikden sonra en tanınmış cebhesi, bu şâirde gerçekden bir sanat seviyesine varan hiciv şâirliğidir. Biri ötekinin zıddı gibi görünen bu iki tarz şiirin aynı şâir tarafından, aynı kuvvetle söylenmesi sebepsiz değildir. Nef’î’nin hicviyeciliğinde kendi sert ve asabî mîzâcının ve keskin zekâsının büyük tesiri vardır. Fakat Nefî’yi bu ,,şâirâne saldırış” vadisine sürükliyen asıl sebep içinde yaşadığı devrin ve çevrenin ezici ve üzücü hâdiseleridir. Şâir daha İstanbul’a gelmeden evvel, Anadolu, Celâlî isyanları içinde idi- İstanbul’a geldiği zaman, kabûl edildiği saray çevresinde hayâl ettiği iyi ve güzel âlemi bula-marruşdı. Nef’î, Birinci Ahmed devrindeki duraklayışı, Yavuz’ların, Kanûnî’lerin yerine Birinci Mustafa’nın o meczup hâliyle pâdişâh oluşunu; GenÇ Osman fâ-ciasını yakından görmüşdü. Taşralı adam, bu zaman içinde sarayda ve etrafında dönen yakışıksız hareket ve hâdiseler yüzünden tam bir hayâl kırgınlığı içerisinde kalmışdı. 12 yaşında pâdişâh olan Dördüncü Murad’ın bu çocukluk devresinde Saray’ın nasıl kadınlar elinde kalıp kifayetsiz devlet adamları elinde oyuncak olduğunu görmüşdü.
Çok zekî bir insan ve hâdiselerin içyüzüne nüfûz • eden bir memleket çocuğu, bir yaylâ insanı olarak Nef’î’nin ne ahlâkı, ne karakteri, ne de vicdânı bütün bu olan bitenler karşısında kayıtsız kalamazdı. Nef’î, büyük adam zannedilen nice insanın, ister vezîr, ister hükümdâr olsun, inanılmaz küçüklükleri karşısında artık kendini tutamaz olmuşdu. Gürcü Mehmed Paşa gibi vezirlere açık saldırışları ve Dördüncü Murad gibi hârikulâde sert bir hükümdâra îmâ yoluyle de olsa söylediği hicivler böyle bir rûh hâlinin ifâdesidir. Keskin dilini ölüm tehdîd ve tehlikeleri karşısında dahî tutamayışını, onun, sâdece bir hiciv alışkanlığı ile îzâh etmek, bu yüzden, kâfi değildir.
Nef’î’nin hicivleri arasında bâzan çok çirkin küfürler de olmuşdur. Bunların da bir kısmının aynı fjsikolojik tesirler altında, öfke ile söylendiğini kabûl etmek mümkündür. Onun hicivlerinde asıl dikkat edilecek bir nokta, şâirin zaman zaman hiciv sanatını zariflik ile birleşdirerek ince nükteler yapmaya vakit ve istek bulan sanatkâr tarafıdır.
Onun bâzı müstehcen hicivlerinde bile böyle bir söz sanatının incelikleri vardır. Fakat bu şâire atfedilen en tanınmış ve meclislerde tekrâr edilmiş bir nükte, kendisine, lâtife yoluyle de olsa, kâfir diyen Şeyhülislâm Yahyâ’ya verdiği manzûm cevapdır:
yine, kendisine köpek diyen Tahir isimli bir zat için söylediği:
hicviyesi de asırların Nef’î’yi anarken unutmadığı, Nef’î adına kaydedilmiş ve popüler olmuş hicviyele-rindendir. Onun, Kırım Han’ına nedim olan babasından yeter derecede yardım göremiyerek züğürdlük âfetine uğradığını bildiren mısrâlardan ve:
gibi sözlerle, bu züğürdlüğün nereden geldiği hususunda bir tereddüd ve tecahül devresi geçirdikden sonra söylediği:
mısrâıyle bizzat kendi babasını hicvedişi de Nefî’yi tanıyanların tebessümle hatırladıkları nüktelerdendir.
Nef’î’nin mjanzûmelerinde hâkim ses, klâsik İran edebî terbiyesinden an’aneleşmiş heceleri uzatma prensibi içinde âhenklidir. Onun mısralarında görülen, bugün için yadırganabilir imâlelerin çokluğu bundandır. Bâzı mısralarında rastlanan çok rahat zihafların da kaynağı aynı klâsik terbiye’dedir.
Onun bir kısım beyitlerinde yabancı kelîme sayısı Türkçe sözlerden fazladır. O kadar ki böyle beyitlerde yalnız olur veyâ bulur gibi fiiller veyâ kafiyeler Türkçedir. Fakat bu kadar az Türkçe kelimeye rağmen, aynı beyitlerin cümle mîmârîsi, Türkçenin tabîî ve sağlam, millî yapısı içindedir. Bu kelimelerin yerine kelîme-be-kelîme karşılıkları konulursa sözün nesir cümlesi gibi düzgün ve kolay anlaşılır bir şekilde söylendiği görünür. Nef’î İmparatorluk Türkçesi kelimelerini Türkçenin kendi kelimeleri imiş gibi kullanan bir şâirdir.
Eserleri:
Nef’î’nin Türkçe ve Farsça birer dîvânı ile Sihâm-ı Kazâ Nef’î’nin Türkçe ve Farsça birer dîvânı ile Sihâm-ı Kazâ
Türkçe Divan: Sözüm redifli, meşhur Naat'la başlar. Mevlana Celaleddin medhinde bir kaside ile devâmeder. Bunları tâkîb eden 57 kasîde BirinciAhmed, İkinci Osman ve Dördüncü Murad gibi hükümdarlar için ve devrin muhtelif büyükleri medhinde söylenmişdir. Kuyucu Murad Paşa, Nasuh Paşa, Mehmed Paşa, Şeyhülislâm Mehmed Efendi bu büyükler arasındadır. Dîvan’da 119 gazel ve kıt’alar, matla’lar, rubâîler gibi daha başka şiirler de vardır. Mey, mey-hâne, aşk, hikmet ve nâdiren tasavvuf gazellerinde terennüm ettiği umûmî mevzûlardır. Dîvan şiirinin teknik hünerlerine sanat inceliklerine uygun ve zaman zaman son derece ihtişamlı söyleyişlerine rağmen, bu gazellerin mühim bir kısmı gazel tarzi’nın îcâb ettirdiği, ürperişli aşk şiirleri çeşnisinde değildir.
Nef’î Dîvanı’nın umûmî kütüphânelerde müte-addid yazma nüshaları mevcuddur. Dîvan’ın Bulak ve İstanbul’da iki de basması vardır: (1836-1852).
Firisi Divan : Şairin Türkçe divanına nisbetle daha az şiir ihtiva eden bu divan da yine Naat'larla başlar. Nef 'i'nin bu divanında samimi bir peygamber sevgisiyle söylenmiş 7 naat vardır. Bu naat'ları takib eden 4 kaside Mevlana Celaleddin Rumi medhinde ve aşıkında söylenmişdir. Şairin, tasavvufu, şiiri süsleyen ve derinleşdiren bir kültür unsuru olarak değil de, duyarak, yaşayarak, coşarak terennüm etdiği tasavvuf şiirleri bunlardır. Bu şiirlerin duygu ve düşünce coşkunluğunda şairin Mevlanaya hayranlığı kadar Mevlevi tarikatine mensup oluşunun da tabii tesiri ve ifadesi vardır. Nef'i'nin diğer farisi kasideleri Dördüncü Murad için, Selim Sultan için, Hüseyin Giray Han ve Şeyhülislam Mehmed Efendi için söylenmişdir. Bu divan, bir sakiname'den ve bir fahriye'den sonra gazeller ve rubailerle son bulur. Divan'da gazel ve 171 rubai vardır.
Siham-ı Kaza: Nef 'i'nin hicviyelerini biraraya toplayan mecmuadır. Yazma nüshaları birbirinden farklıdır. Henüz tenkidli bir nüshası yapılmamış ve basılmamışdır. Bir kısmı ağır hatta çirkin küfürler halinde söylenmiş bu hicivlerin bazılarının büyük şöhreti olmakla beraber Siham-ı Kaza bir bütün halinde rağbet görmüş bir eser sayılamaz. İhtiva ettiği hicivlerin mühim bir kısmında Nef 'i'nin keskin zekası; söze küfür söylerken bile bir başkalık vermeğe muvaffak olan üslubu göze çarpar.
Şâirin bu üç tanınmış eserinden başka Tuhfetii’l-Uşşak adında, 97 beyitlik bir fârisî kasidesi daha vardır ki onun Farsça dîvanına ilâvesi gerekir.
Nef’î’nin, çağdaşlarından bavlıyarak on yedinci ve on sekizinci asır şâirleri üzerinde tesiri derin ve devâmhdır. Tanzîmat’dan sonra Dîvan şiirini yaşatanlarda da Nef’î tarzı söyleyişe rağbet edenler vardır.
Bu tesir ve bilhassa Nef’î’nin fıiddet-i ifâde ve bilhassa şiddet-i ifâde tâbirleriyle târîf edilebilir üslûbu Avru-pâî Türk Edebiyâtı’nın Namık Kemal gibi Süleyman Nazif gibi gür sesli ve kudretli edîbleri üzerinde tesirini devâm ettirmişdir. Tanzimat ediblerinden Ziya Paşa da Harâbât Mukaddime’sinde Nef’î’yi anlayarak tanıtmaya çalışmışdır.
Sonradan Tevfik Fikret’in de Nef’î’den seçtiği çekâçâk sesini bu mukaddimede Ziya Paşa da kullanmış ve:
gibi mısralarla Nef’i’nin sesini aksettirmeğe çahşmışdır. Onun tasvir kudretini ve bu tasvirleri ses bakımından bütünleyen gür ve erkek âhengi bir defâ da Ziya Paşa belirtmek istemişdir.
Nef’î hakkında son kuvvetli bir söz de Yahya Kemal’in bir cümlesidir. Yahya Kemal, târih terbiyesi mevzûlu bir konferansda Namık Kemal’in vatan sevgisi şiirlerini tarif ederken bu şiirlerin hususiyetini önce şu cümle ile hulâsa eder: ,,Vatan uğrunda ölmek ve Nef’iyâne tefâhür.” Sonra söylemenin zamanı gelmiş olduğunu düşünerek de Nef’î hakkındaki kanaatini şu cümle ile belirtir:
— Nef’î, Türk’ün ayranının kabarışıdır.
Nef’î hakkında dîğer tafsilât için bk. Ebiizziyâ Tevfik, Nef’î, îst. 1887, Fuad Köprülü, Dîvan Edebiyatı Antolojisi, İst. 193İŞ- Bir Nef’î Şakirdi (XVII. asır şâiri Âlî) Hayat M., sayı: 36, 1927; Hammer Geshichte der Osmanishen Dicktkunst, Pesth, 1837; E. J. W Gibb, History Of Ottoman Petry, London, 1900 — 1909; İbnül-Emin Mahmud Kem3^ Nef’î’ye Dâir, T. T. E. M. 19, 1928. Muallim Nâcî, Esâmî, îst. 1890; Ali Emîrî, Nef’î’nin Nazireleri, Osmanh Tarih ve Edebiyât M. 9, îst. 1334; Ali Cânib, Nef’î’nin Gazelleri, Güneş M. 5, 927; Saffet Sıtkı, Nef’î’nin Sihâm-ı Kazâ’sı, îst. 1943 ve dîğer bibliyografik bilgiler için: A. Karahan, Nef’î madd. T. îs. An. ve Nef’î, îst. 1954 (1967).