Merhabalar sevgili Osmanlıca okurları. Bu yazıda sizlerle Necip Fazıl Kısakürek’in Şehirlerin Dışından isimli eserini Osmanlıca metin olarak paylaşacağız. Ardından yazının devamında günümüz Türkçesi ile çevrilmiş halini okuyabileceksiniz.
Şehirlerin Dışından Osmanlıca Metin
Şehirlerin Dışından
Kalk, arkadaş, gidelim
Dereler yoldaşımız,
Dağlar omuzdaşımız.
Dünyayı seyredelim,
Şehirlerin dışından.
Esmerden, sarısından,
Kaçalım, kurtulalım
Haydi yürü, bulalım,
Kat kat çıkmış evlerin,
O cam gözlü devlerin
Gizlediği alemi
Bir tüy gibi yel alsın,
Bir dal gibi sel alsın,
Bizden, menhus elemi.
Attığımız naralar,
Yol açsın karanlıkta.
Çeksin bizi mağaralar,
Bir derin ormanlıkta.
Öttürüp sert bir islik,
Yılanları çağralim.
Peşinden çığlık çığlık,
Çakallara bağralım,
Otelim baykuşlarla.
Kızıl aksam üstleri,
Hicret eden kuşlarla,
Sema, deniz ve yeri,
Çepçevre, iklim, iklim
Dolaşalım, gezelim
Yollar bizden bir izdir,
Ne duysak sesimizdir,
Ne görsek benzer bize.
Hiç şaşmayan bir saat
Gibi isler tabiat,
Uyarak kalbimize
Mevsimler boğum boğum,
Zamanın ipliğinde.
Başı görünmez doğum,
Sonu ölçülmez hayat…
Hayvan, nebat ve cemaat,
Hepsi ilk gençliğinde.
Ölen olur, yıpranmaz;
Giden gider, aranmaz.
Böyle geçer ömrümüz,
Bir gün gelir, oluruz.
Haberimiz olmadan.
Ve o zaman, o zaman,
Hayat neymiş görürsün
Bırak, keyfini sursun,
Şehirlerin, köleler
Yeter bizi tuttuğu
Tükensin velveleler
Kalk arkadaş, gidelim
İnsanin unuttuğu
Allah’ı zikredelim;
Gül ve sümbül hırkamız,
Sulular, kuşlar, halkamız…
Necip Fazıl Kısakürek"Şehirlerin Dışından": Necip Fazıl'ın Tabiatın Çağrısı ve Ruhun Özgürleşmesi
Necip Fazıl Kısakürek'in "Şehirlerin Dışından" şiiri, modern kent yaşamının boğucu atmosferinden sıyrılıp, tabiatın dingin ve ilahi kucağına yapılan lirik bir davetiye niteliğindedir. Şair, bu şiirinde okuyucuyu, betonarme yapıların soğukluğundan, şehir gürültüsünün yıpratıcılığından ve yapay ilişkilerin yüzeyselliğinden uzaklaşmaya, derelerin yoldaş, dağların omuzdaş olduğu bir dünyaya doğru bir yolculuğa çağırmaktadır. Bu başlık, sadece fiziksel bir mekân değişikliğini değil, aynı zamanda ruhsal bir arınma, yeniden doğuş ve hakiki olana dönüş arzusunu da işaret etmektedir.
Şiirin ilk dizesi olan "Kalk, arkadaş, gidelim" ifadesi, samimi ve acil bir çağrıdır. Bu davet, "Şehirlerin Dışından" başlığıyla birlikte düşünüldüğünde, modern dünyanın sınırlarını aşma ve doğal olanın sonsuzluğuna açılma isteğini vurgular. "Dereler yoldaşımız, / Dağlar omuzdaşımız" mısraları, bu yolculukta tabiatın sunduğu destek ve beraberliği güçlü bir şekilde hissettirir. Dere ve dağ metaforları, hayatın iniş çıkışlarında doğanın güvenilir ve sarsılmaz bir refakatçi olduğunu simgeler. "Dünyayı seyredelim, / Şehirlerin dışından" dizesi ise, hakiki ve anlamlı bir bakışın ancak yapay olanın dışına çıkıldığında mümkün olabileceğini ima eder.
Şehirlerin "esmerden, sarısından" kaçış ve kurtuluş arzusu, modern kent yaşamının getirdiği renk cümbüşü içinde kaybolan özü, kirliliği ve ruhsal yabancılaşmayı reddediştir. "Kat kat çıkmış evlerin, / O cam gözlü devlerin / Gizlediği alemi" imgeleri, yüksek ve soğuk binaların, insani sıcaklıktan uzak ve belki de kapitalist sistemin dayattığı yabancılaşmayı simgeleyen mekanlar olduğunu düşündürür. "Şehirlerin Dışından" bakıldığında, bu "cam gözlü devler"in gizlediği alem, doğal olanın, samimi olanın ve manevi derinliğin yitirildiği bir illüzyon olarak algılanır.
Şairin "Bir tüy gibi yel alsın, / Bir dal gibi sel alsın, / Bizden, menhus elemi" dileği, "Şehirlerin Dışından" ulaşılan huzurlu atmosferde ruhsal bir temizlenme arzusunu ifade eder. Yel ve sel metaforları, doğanın dinamik gücüyle birlikte dertlerin ve sıkıntıların sürüklenip gitmesini simgeler. Tabiat, insanın içindeki olumsuz duyguları arındıracak ve hafifletecek bir güce sahiptir.
"Attığımız naralar, / Yol açsın karanlıkta" dizeleri, şehirlerin sessizliğine ve yabancılaşmasına karşı, "Şehirlerin Dışından" yankılanan doğal sesin bir başkaldırı olduğunu gösterir. Mağaralar ve ormanlıklar, modern dünyanın karmaşasından kaçıp sığınılabilecek, kendi iç sesine dönülebilecek doğal limanlardır. "Öttürüp sert bir ıslık, / Yılanları çağıralim. / Peşinden çığlık çığlık, / Çakallara bağralım" imgeleri, ilk bakışta tekinsiz gibi görünse de, aslında "Şehirlerin Dışından" ulaşılan vahşi doğayla kurulan otantik ve korkusuz bir ilişkiyi ifade eder. Bu, yapay sınırların ötesine geçerek, doğanın ham ve filtresiz gerçekliğiyle yüzleşme arzusudur.
Baykuşlarla dolu otel, kızıl akşamüstleri ve hicret eden kuşlar, "Şehirlerin Dışından" gözlemlenen tabiatın döngüselliğini, geçiciliğini ve mistik güzelliğini yansıtır. Sema, deniz ve yerin çepeçevre dolaşılması, doğanın sonsuz genişliği ve çeşitliliği karşısında duyulan hayranlığı ifade eder. "Yollar bizden bir izdir, / Ne duysak sesimizdir, / Ne görsek benzer bize" dizeleri, "Şehirlerin Dışından" kurulan bu derin bağda, insanın tabiatla olan yansıtıcı ve bütünleşik ilişkisini vurgular. Doğa, adeta insanın ruhunun bir aynasıdır.
"Hiç şaşmayan bir saat / Gibi işler tabiat, / Uyarak kalbimize" mısraları, "Şehirlerin Dışından" hissedilen doğanın ritminin, insanın içsel ritmiyle uyum içinde olduğunu gösterir. Mevsimlerin boğum boğum sıralanışı ve zamanın ipliğindeki akışı, hayatın döngüsel ve sonsuzluğa uzanan yapısını simgeler. Doğumun görünmez başlangıcı ve hayatın ölçülmez sonu, "Şehirlerin Dışından" bakıldığında insanın evrendeki yerini ve sınırlılığını daha net hatırlatır. Hayvan, nebat ve cemaatin "hepsi ilk gençliğinde" olması, doğanın sürekli yenilenen ve canlı yapısını vurgular. "Ölen olur, yıpranmaz; / Giden gider, aranmaz" dizeleri, "Şehirlerin Dışından" kabullenilen doğanın acımasız ama doğal döngüsünü ifade eder.
Şair, "Böyle geçer ömrümüz, / Bir gün gelir, oluruz. / Haberimiz olmadan" diyerek, "Şehirlerin Dışından" hissedilen doğal akış içinde hayatın geçiciliğine ve ölümün kaçınılmazlığına dikkat çeker. Ancak bu, bir karamsarlık değil, aksine hayatın değerini bilme ve anı yaşama çağrısıdır. "Ve o zaman, o zaman, / Hayat neymiş görürsün" dizesi, ancak yapaylıklardan uzaklaşıp doğal olana dönüldüğünde, "Şehirlerin Dışından" bakıldığında hayatın gerçek anlamının kavranabileceği imasını taşır.
Şiirin son bölümü, modern dünyanın köleleri ve velveleleri bir kenara bırakıp, insanın unuttuğu Allah'ı zikretme davetiyle doruğa ulaşır. "Gül ve sümbül hırkamız, / Sulular, kuşlar, halkamız…" mısraları, "Şehirlerin Dışından" deneyimlenen tabiatın güzelliklerinin ve canlılarının, manevi bir bağ ve birliktelik oluşturduğunu ifade eder. Gül ve sümbül, doğanın estetiğini ve zarafetini simgelerken, sular ve kuşlar, hayatın akışını ve özgürlüğünü temsil eder. Bu doğal unsurlar, "Şehirlerin Dışından" bakıldığında insanı Allah'a yaklaştıran, manevi bir halka oluşturur.
Sonuç olarak, Necip Fazıl'ın "Şehirlerin Dışından" şiiri, sadece bir doğa tasviri değil, aynı zamanda modern hayatın dayattığı yabancılaşmaya, anlamsızlığa ve ruhsal yorgunluğa karşı güçlü bir arayıştır. Şair, "Şehirlerin Dışından" ulaşılan tabiatın kucağında huzur, anlam ve manevi bir derinlik bulmaya davet ederken, okuyucuyu kendi içsel yolculuğuna çıkmaya ve hayatın gerçek özünü keşfetmeye teşvik eder. Şiirin başlığıyla uyumlu bir şekilde, bu eser, yapay olanın ötesine geçerek doğal ve ilahi olanla kurulan derin bağın lirik bir ifadesidir.