Süheyl ü Nevbahâr (Mes’ûd Bin Ahmed), 14. Yüzyıl
Şâh’ın Sa’lûk adında bir düşmanı vardır. Nevbahâr karanlıkta onu Süheyl sanıp, birlikte yola çıkar. Sabahleyin işin farkına varınca, Sa’lûk’u öteden beri sevdiğini söyleyerek Süheyl’i öldürüp öldürmediği hakkında onun ağzını arar. Süheyl’in sağ olduğunu öğrenince sevinir, fakat belli etmez. Sa’luk’un elinden kurtulmak için onu Süheyl’i öldürmeye gönderir, kendisi de kaçar. O sırada işin farkına varan Nevbahâr’m babası ve kardeşleri daha önce bir ordu ile yola çıkan nakkaş ile karşılaşarak onu ve ordusunu yener, işin aslını öğrenirler. Serbest bırakılan nakkaş yanma birkaç hizmetçi alarak Süheyl’i aramaya koyulur. O sırada Nevbahâr durup dinlenmeden üç gün yol gider. Üçüncü gün can havliyle bir geyik avlar, bir ağaca çıkıp dinlenmek üzere yatar. Fakat gece yarısı denizden canavar kılıklı garip yaratıkların karaya çıktığını görür ve korkar. Daha sonra on gün boyunca meyve ağaçlarıyla dolu bir ormanda yiyecek sıkıntısı çekmeden yürür, sonunda denizde bir kadırga fark eder. Kadırgada ki bir grup, karaya çıkacağı sırada Nevbahâr’ı görüp geri kaçar. Kadırgamn sahibi Yahudi, merakla karaya çıkar ve Nevbahâr’la konuşur. Nevbahâr Çin fağfurunun oğlu olarak tanıtır, macerasını anlatır. Yahudide onu babasına götüreceğine söz verir. Bir ay yol gittikten sonra Kosta adlı bir şehre varırlar. Şehrin Talis adlı bir hükümdarı, onun da Kaytâs adlı bir oğlu vardır. Gemi şehre gelince hükümdar ve oğlu gemiye gelirler. Kaytâs bir aralıktan tesadüfen Nevbahâr’ı görüverir ve hemen düşüp bayılır. Ayılınca gördüklerini anlatır ve Nevbahâr’ı ne pahasına olursa olsun satm almak ister. Yahudi, onun erkek olduğunu söylerse de sonunda gerçeği anlayıp Nevbahâr’ı satmayı vadeder. Gemiye geldiğinde Nevbahâr’a kendisini satın almak isteyen şehzadenin yakışıklılığını medheder. Ancak Nevbahâr, Yahudi’yi kandırıp kendisiyle kaçmayı teklif eder, yolda sırnaşan Yahudi’ye karada yıkanmadan kendisiyle görüşemeyeceğini söyler. Ertesi sabah işin farkına varan baba ve oğul dövünüp küfrederler. Yol sırasında Yahudi, bir ormanlık görerek Nevbahâr’a burada yıkanabileceğim söyler ve gemisini yanaştırır. Yıkanabilecek bir yer arayan Nevbahâr bir hile ile Yahudi’nin elinden kaçar ve izini kaybettirir. Nevbahâr, iki gün durmadan yol gittikten sonra bir ağaç altmda oturur. Geceleyin denizden köpek ve kuş başlı ya da insan başlı at gövdeli garip yaratıkların karaya doğru geldiklerini görür. Gelenlerden biri de Kaytâs’ın kız kardeşidir. Kız, Nevbahâr’a Kaytas’tan bahsetmez; fakat Çin yolunu tarif eder. Bunlar Nevbahâr’la yiyip içip konuştuktan sonra tekrar denize dönerler. Nevbahâr günlerce gittikten sonra yolu büyük bir şehre uğrar. Tûfân adındaki bu şehrin âdil hükümdarı öldüğünden şehre ilk geleni hükümdar yapmak için toplanan halk onu hemen tahta geçirir. Yüzü devamlı nikahlı olduğundan şehirliler kendisini tanıyamaz. İki yıl süren saltanatı sırasında usta bir nakkâş çağırarak ona sırrını açar ve yüzünü gösterir. Sır saklamanın, dilini tutmanın fâziletlerinden bahsederek süsen çiçeğini dilini tutamayanlara misal verir. Şehrin dört yanma inşâ ettirdiği sakahânelerin kubbesine havuza aksedecek şekilde kendi resmini çizdirir. Böylece onun resmini gören âşıkları feryâd edecekler ve yakayı ele vereceklerdir. Gerçekten de Sa’lûk, Kaytâs ve Yahudi az sonra bu şekilde ele geçirilirler. Nevbahâr bunları teker teker huzuruna çıkartıp kendileriyle konuşur.
Öte yandan Süheyl uyanıp atının çalındığını fark edince üzülür, Nevbahâr’ı bulma ümidiyle şehre dönüp odasını arar. Yine bulamayınca yollara düşer, gece gündüz hızla yürür ve karşısına bir kale çıkar. Yorgunluktan gölge bir yere uzanıp yatar. O sırada kalenin Câlûs adındaki hakimi avdan dönmektedir. Süheyl’i görür ve kalede misafir eder. Süheyl de ona macerasını anlatır. Öncelikle Nevbahâr’m nerede olduğunu öğrenmek için Çin’e bir casus göndermeye karar verirler ve bir zenciyi yola çıkarırlar. Zenci, Nevbahâr’m şehirde olmadığı haberini getirince Süheyl ağlar, Câlus ise kendisine her türlü yardıma hazır olduğunu bildirir. Bir gün Câlus Çin’e giden bir kervanı vurmak ister. Askerler hazırlanırlar, Süheyl’in de iştirak ettiği müthiş bir savaş olur. Sonunda Süheyl yakalamp Hâveran şahmın eline düşer. Câlûs, Süheyl’in ardından onun kahramanlıklarını sayıp üzülür. Hâveran şahı, Süheyl’in başmı vuracakken onun savaşçılığım görenler böyle bir yiğidin ölümünün büyük kayıp olacağını söyleyip onu affettirirler. Süheyl başmdan geçenleri anlatınca, şah onu affeder ve dost olurlar. Ertesi gün birlikte ava çıkıp deniz kenarında bir gemi görürler. Süheyl gemidekilerden birinin Nakkâş olduğunu anlar. Kavuşup birbirlerine başlarından geçeni anlatırlar. Hâveran şâhı onlara birer atla gemi verir ve yolcu eder. On gün soma Yun şehrine ordan da Tûfân şehrine varırlar. Süheyl su içmek için gittiği sakahânede Nevbahâr’m resmini görüp bayılır. Her ikisinde yakalanıp Nevbahâr’a getirilir. Nevbahâr şehri toplayıp Kaytâs, Yahudi ve Sa’luk’a cezalarmı verir. Süheyl ile Nevbahâr evlenirler. Babalarma ve dostlarına mektup yazdırırlar. Bir müddet soma bir erkek çocukları olur. Süheyl babasının bir mektubu üzerine tahtı Hümâm adlı çocuğuna bırakarak Nevbahâr’la babasının yanma gider. Babası çok sevinip oğlu şerefine ziyafet tertip eder. Daha soma Süheyl’in Hilâl adlı ikinci bir oğlu daha dünyaya gelir. Halk eğlenceler düzenler. Süheyl eski hikayelerini zaman zaman çevresindekilere anlatmaktadır. Kendisine bunları kitap hâlinde yazdırması teklif edilir. Bir kâtip çağırılarak anlattıkları kaydedilir. Nihayet bir gün Yemen hükümdarı hastalanır. Yanına gelen oğluna nasihatler eder ve tahtını ona bırakarak ölür.