Şiir Tahlili: Terkib-i Bend Ziya Paşa



Merhabalar sevgili bendelimiyim.com okurları bu yazıda sizlerle Ziya Paşa'nın Terkib-i Bend eserini sizler için tahlil edeceğiz. Birlikte ayrıntılı olarak okuyacağız anlamaya çalışacağız. Yazı biraz uzun olacak ama bunu size ulaştırmak için sabırsızlandığımdan yarım bir şekilde de yayınlayacağım. Tamamını bitirmek için biraz daha zaman lazım hepsini tahlil edeceğim siz yorum yazın ihtiyacınız olduğunu anlayıp ben devam edeyim.

Ziya Paşa (1825-1880), Tanzimat dönemi şair ve yazarlarından biridir. Osmanlı İmparatorluğu'nun çalkantılı dönemlerinde yaşamış ve eserleriyle önemli bir etki bırakmıştır. Divan şiiri geleneğinden etkilenen Ziya Paşa, aynı zamanda Batılı düşünceleri de benimsemiş ve eserlerinde modern temaları işlemiştir.

Eser, 19. yüzyılın ortalarında yazılmıştır. Bu dönem, Tanzimat dönemi olarak bilinir ve Osmanlı İmparatorluğu'nda modernleşme çabalarının yoğunlaştığı bir zaman dilimini kapsar. Tanzimat edebiyatı, geleneksel Türk edebiyatının yanı sıra Batı tarzında edebiyatın da etkisi altında şekillenmiştir.

Şiirin içeriği, aşk, içki ve hikmet gibi temaları işleyerek bir dizi felsefi konuya dokunuyor. Ziya Paşa, eserinde tasavvufî unsurları da kullanarak yaşamın geçiciliği, dünya halleri ve insanın içsel yolculuğu gibi konuları ele alıyor. Aynı zamanda şiirindeki üslup ve dil kullanımıyla da dikkat çekiyor. Önce bu eseri okuyup ardından ayrıntılı olarak anlamaya çalışalım.

I

Saki getir ol badeyi kim mâye-i candır
Arâm-dih-i akl-ı melâmet-zedegândır

Şair bu beyitte, içki içmenin bir neşe ve canlılık kaynağı olduğu vurgulanıyor. "Saki getir ol badeyi kim mâye-i candır" ifadesiyle, içkinin hayatın özü ve can damarı olduğu, yaşam enerjisinin kaynağının içki olduğu anlatılıyor. "Arâm-dih-i akl-ı melâmet-zedegândır" ifadesi ise, akıl sahiplerinin içki içerek huzur bulduğunu, içkinin akıl ve düşünceyi sakinleştirdiğini ifade ediyor. Bu beyitte içki içmenin sadece bir keyif aracı olmanın ötesinde, hayatın ta kendisi, canlılık ve neşenin kaynağı olarak algılandığı bir tema işlenmiştir.

Ol mey ki olur saykal-ı dil ehl-i kemâle
Nâ-puhtelerin aklına bâdî-i ziyandır

Bu beyitte Ziya Paşa, içki içmenin sadece keyifli bir aktivite olmadığını, aynı zamanda içki içenlerin olgun ve bilge kişiler olduğunu ifade ediyor. "Ol mey ki olur saykal-ı dil ehl-i kemâle" ifadesiyle, içki içenlerin kalp coşkusu ve neşesiyle dolu olduğu ve bu özelliklerin olgunluğun belirtisi olduğu anlatılıyor. "Nâ-puhtelerin aklına bâdî-i ziyandır" ifadesi ise, içki içmenin berrak düşünce ve sağduyu sahibi kişilere uygun olduğunu, temiz olmayanların ise bu keyiften mahrum kalacaklarına vurgu yapmaktadır. Bu beyitte Ziya Paşa, içki içmenin bir kültür ve olgunluk işareti olduğu fikrini dile getiriyor.

Bir câm ile yap hatırı zîrâ dil-i vîrân
Mehcûr-ı hârâbat olalı hayli zamandır


Bu beyitte, Ziya Paşa, bir içki kadehi (câm) ile yapılan sohbetin, yani içkinin, boş, yıkık dökük bir kalbin hatırını canlandırdığını ifade ediyor. "Dil-i vîrân" ifadesiyle anlatılan kalp, harap ve yıkık durumda olan bir kalbi simgeler. "Mehcûr-ı hârâbat olalı hayli zamandır" ifadesi ise bu kalbin uzun süredir yabancısı olduğu bir içki sohbetinin etkisiyle canlanmış olduğunu vurgular.

Bu beyitte, içki ve sohbetin insanın iç dünyasındaki yıkıklığı, boşluğu doldurabilecek bir etkisi olduğu düşüncesi dile getirilir. Aynı zamanda, içkiyle birlikte gelen samimi bir sohbetin, zamanla unutulmuş duyguları ve hatıraları canlandırma gücüne vurgu yapılır.

Sâkî içelim aşkına rindân-ı huda'nın
Rindân-ı huda vâkıf-ı esrâr-ı nihândır

Bu beyitte, şair "Sâkî içelim aşkına rindân-ı huda'nın" diyerek içki içmeyi ve bu içkiyi içerken Allah dostlarının aşkına içmeyi öneriyor. "Rindân-ı huda" ifadesi, Allah dostları ya da Allah'a gönül verenler demektir. Şair, içki içmenin bu rindân-ı huda'nın aşkını daha iyi anlamak ve yaşamak için bir vesile olduğunu ifade ediyor. "Vâkıf-ı esrâr-ı nihân" ifadesi ise gizli sırların anlayıcısı veya bu sırları bilen demektir. Yani içki içenler, bu içki içerken gizli sırları, derin anlamları kavrayabilen, Allah dostlarının aşkına vakıf olan kişiler olarak tasvir edilir. Bu beyitte, içkinin sadece bir fiziksel içki olmanın ötesinde, manevi bir içki ve aşkın simgesi olarak kullanılması vurgulanır.

Sâkî içelim rağmına süfi-ı harisin
Kim maksadı kevser emeli hıır-i cinândır

Bu beyitte, şair "Sâkî içelim rağmına süfi-ı harisin" diyerek, içki içmeyi tasavvuf yolunda, yani Allah'a ulaşma yolunda bir vesile olarak kullanmayı öneriyor. "Sâkî" içki sunan kişiyi temsil ederken, "süfi-ı haris" ifadesi haris (arzulu) bir tasavvufîyi anlatır. Yani içki içerken, arzulu bir şekilde Allah'a ulaşma amacı güden bir tasavvuf öğrencisi olunması gerektiğini belirtiyor.

Aynı zamanda "maksadı kevser emeli hûr-i cinândır" ifadesiyle, içki içme eyleminin ardında yatan gerçek maksadın Cennet'te bulunan Kevser nehrine ulaşmak ve oradaki hûrîlerle bir araya gelmek olduğunu ifade ediyor. Bu beyitte, içkinin sembolik anlamıyla birlikte, manevi hedeflere ulaşma arzusu ve tasavvufî bir anlam vurgulanıyor.

Aşk olsun o pîr-ı mey-perverde-i aşka
Kim badesi sad-sâle vü sâkîsi civandır


Bu beyitte şair, aşkın içki içenlerin lideri olan "mey-perver pîr"e ait olduğunu ifade ediyor. "Mey-perver" içki seven, içki ikram eden anlamına gelir. Şair, aşkın bu içki içen liderde bulunduğunu ve bu aşkın içki içenlerin meylerini sürekli olarak neşelendirdiğini belirtiyor.

Aynı zamanda "Kim badesi sad-sâle vü sâkîsi civandır" ifadesiyle, içki içenlerin içki şişeleriyle ve içki sunan kişiyle bütünleştiğini ifade ediyor. "Sad-sâle" içki şişesini dolduran kişiyi temsil ederken, "sâkîsi" içki sunan kişiyi ifade eder. Bu şekilde içki içenler, içki şişeleri ve içki sunan kişiyle bir bütün haline gelirler.

Pîr-i meye sor mes'elede var ise şüphen
Vaizlerin efsaneleri hep hezeyandır

Bu beyitte şair, içki içenlerin liderine hitap ediyor ve ondan bir mesele hakkında bilgi almayı öneriyor. Şair, içki içenlerin liderinin bilgili ve deneyimli olduğunu ima ediyor. Ancak, aynı zamanda vaizlerin anlattığı hikayelerin genellikle alaycı ve efsanevi olduğunu belirtiyor. Bu durumu "hezeyan" kelimesiyle ifade ediyor, yani boş, gerçek dışı sözler anlamına gelir.

Beyitteki ifade, şairin içki içen liderin bilgelik ve deneyime sahip olduğuna olan güvenini vurgularken, aynı zamanda vaizlerin öğretilerine karşı eleştirel bir tavır sergiliyor.

Ben anladığım çarh ise bu çarh-ı çep-endâz
Yahşi görünür sureti amma ki yamandır

Şair, "çarh-ı çep-endâz" ifadesiyle şüphe ve kuşkuyu ifade eder. "Çep-endâz" kelimesi, karanlıkta görememe veya yanılma anlamına gelir. Şair, bir kişinin dış görünüşünün güzel olabilir, ancak gerçekte karakterinde veya niyetinde yanlış veya kusurlu şeyler olabileceğini belirtiyor. Yani, bir kişi dışarıdan iyi görünebilir, ancak içsel olarak sakladığı kötü niyetler veya hileli davranışlarla yanıltıcı olabilir.

Benzer felek ol çenber-i fânûs-ı hayâle
Kim nakş-ı temâsîli serîü'l-cereyândır

Bu beyitte şair, "çenber-i fânûs-ı hayâl" ifadesiyle felek veya kaderin, hayal dünyasının lamba kafesine benzetilmesini sağlar. "Nakş-ı temâsîl" ise sembollerin işlenmiş dokusunu ifade eder.

Bu dizelerde şair, insanın hayal dünyasının bir lamba kafesi gibi olduğunu ve feleğin de bu hayalleri çevreleyen bir çember gibi olduğunu ifade eder. Bu hayallerin içinde semboller ve anlamlar işlenmiş, çeşitli izler ve işaretler bulunmuştur.

Bu metafor aracılığıyla şair, insanın hayatının karmaşıklığını ve feleğin etkisini anlatır. Hayal dünyasındaki semboller ve izler, insanın yaşamında gizemli bir şekilde etki bırakır, ve felek bu karmaşık düzenin bir parçasıdır.

Sâkî bize mey sun ki dil-i tecribet-âmûz
Endişe-i encam ile vakf-ı halecândır

Bu beyitte şair, sakiye hitap ederek, kendisine içki sunmasını istiyor. Şair, içki içmenin deneyimli bir kalbe hitap ettiğini ve içkinin, yaşamın belirsizlikleriyle başa çıkmaya yardımcı olduğunu ifade ediyor. "Dil-i tecribet-âmûz" ifadesiyle, yaşamın deneyimleriyle tecrübe kazanmış, sınavlardan geçmiş bir kalbi ifade ediyor.

Ayrıca, "endişe-i encam ile vakf-ı halecân" ifadesiyle, insanın yaşamındaki belirsizliklerle başa çıkma endişesi ve içki içmenin bu endişelerle başa çıkma aracı olarak kullanılması anlatılıyor. "Vakf-ı halecân" ifadesiyle, içkinin insanı olumsuz hissettiren durumlarla başa çıkma konusunda bir sığınak veya destek sağladığı ima ediliyor.

İç bade güzel sev var ise akl u şuurun
Dünya var imiş ya ki yoğ olmuş ne umurun

Bu beyitte şair, içkinin güzelliğini ve içmeye değer olduğunu vurguluyor. "İç bade güzel sev" ifadesiyle, içkinin güzelliği ve değeri üzerinde duruluyor. Şair, içki içmeyi bir sevgi veya keyif kaynağı olarak görmekte ve bunu yapmanın, aklı ve şuuru olumlu bir şekilde etkileyebileceğini ifade etmektedir.

"Dünya var imiş ya ki yoğ olmuş ne umurun" ifadesiyle ise şair, içki içmenin dünya sorunlarına karşı bir tür kaçış veya kayıtsızlık anlamına gelebileceğini söylüyor. Belki de içki içerek dünyanın getirdiği yoğunluğa ve zorluklara bir süreliğine unutma veya duyarsızlaşma arayışını ifade ediyor.

II

Yetmez mi bu kasrîreviş-iağreb-i âlem
Bir menzile ermez mi aceb kevkeb-i âlem

Bu beyitte şair, dünya ve kâinatın büyüklüğüne vurgu yapıyor. "Yetmez mi bu kasrîreviş-iağreb-i âlem" ifadesiyle, dünyanın ve kâinatın olağanüstü büyüklüğünü, şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcı yanlarını dile getiriyor. "Kasrîreviş" kelimesi, görkemli ve büyük anlamına gelir.

"Bir menzile ermez mi aceb kevkeb-i âlem" ifadesiyle ise şair, dünya üzerindeki bir menzile (hedefe) ulaşmanın ne kadar güç olduğunu düşündürüyor. "Kevkeb-i âlem" ifadesi, kâinatın en büyük gök cismi olan yıldıza (güneşe) atıfta bulunur. Bu da, dünya üzerindeki bir menzile ulaşmanın, kâinatın büyüklüğü karşısında ne kadar küçük bir hedef olduğunu ima eder.

Şimdi uyuyanlar ö zamanda uyanırlar
Bir subha resîde olur âhır şeb-i âlem

Bu beyitte şair, şu an uyuyanların gelecekte uyanacaklarını ve bir gün bu uyku hâlinin sona ereceğini ifade ediyor. "Şimdi uyuyanlar" ifadesi, belirli bir dönemde uyuyanları temsil ederken, "ö zamanda uyanırlar" ifadesi gelecekte bu kişilerin uyanacaklarına işaret ediyor.

"Bir subha resîde olur âhır şeb-i âlem" ifadesiyle şair, sabahın bir zamanında (bir günün sonunda) herkesin uyanacağını ve geceyle karanlık dönemin sona ereceğini söylüyor. "Âhır şeb-i âlem" ifadesi, karanlığın sona erdiği ve aydınlığın geldiği anı temsil eder. Bu beyit, bir nevi umut dolu bir geleceğe olan inancı ifade eder.

Pâmâl eder encam kimin üstüne dönse
Agâz edeli devre budur meşreb-i âlem


Bu beyitte şair, olayların sonuçlarının, etkilenen kişinin üzerinde pâmâl (ayak izi, etki) bıraktığını ifade ediyor. "Pâmâl eder encam kimin üstüne dönse" ifadesiyle, herhangi bir durumun veya eylemin, ona katılan veya etkilenen kişinin hayatında kalıcı bir iz bıraktığını ifade ediyor. Bu durum, dünya üzerinde meydana gelen olayların genel karakteristiğini yansıtan bir evrensel olgu olarak sunuluyor.

"Agâz edeli devre budur meşreb-i âlem" ifadesiyle şair, bu durumun dünyanın tabiatında olduğunu ve insanların bu tür olaylara maruz kalmak durumunda kaldıklarını belirtiyor. "Agâz" kelimesi, bir şeyin kökünün, temelinin atılması anlamına gelir. Bu ifadeyle, olayların devrimsel bir döngü içinde olduğu ve bu döngünün dünyanın tabiatına işlediği ifade ediliyor.

Bin böyle cihan zer ü sîm olsa yetişmez
Mümkün mü ki is'af oluna matlab-ı âlem


Bu beyitte şair, dünyanın güzelliklerini ve zenginliklerini ifade ediyor. "Bin böyle cihan zer ü sîm olsa yetişmez" ifadesiyle, dünya üzerinde bin türlü güzellik, zerafet ve zenginlik bulunsa bile, bunların insanın arzularını tam anlamıyla karşılamaya yetmeyeceğini belirtiyor.

"Mümkün mü ki is'af oluna matlab-ı âlem" ifadesiyle de şair, bu dünya nimetlerinin insanın arzularını ve isteklerini tam anlamıyla tatmin etmeye yetmediğini, çünkü insanın arayışlarının ve beklentilerinin sınırsız olduğunu ifade ediyor. "Matlab-ı âlem" burada, dünyanın anlamı veya amacını ifade eder. Şair, dünya üzerindeki tüm zenginliklerin insanın sonsuz arzularına yetişemeyeceğini, çünkü insanın arayışlarının ve beklentilerinin sınırsız olduğunu vurguluyor.

Hâriçten eğer olsa temaşasına imkân
Müdhiş görünür heykel-i müsta'ceb-i âlem

Bu beyitte şair, eğer insanın dışarıdan dünyayı gözlemleme imkanı olsaydı, dünyanın görkemli ve etkileyici güzellikte bir heykel gibi müthiş görüneceğini ifade ediyor. "Hâriçten eğer olsa temaşasına imkân" ifadesiyle, eğer insan dışarıdan dünyayı gözlemleyebilseydi, dünyanın büyüklüğü, güzelliği ve karmaşıklığı karşısında etkilenip hayranlık duyabileceğini ifade ediyor.

"Müdhiş görünür heykel-i müsta'ceb-i âlem" ifadesiyle de dünyayı büyük, etkileyici ve hayranlık uyandıran bir heykel gibi tasvir ediyor. Şair, bu benzetmeyle dünyanın muazzam ve etkileyici bir yapı olduğunu ifade ediyor.

Almış yükünü şöyle ki seyrinde halelsiz
Bir zerre dahi kaldıramaz merkeb-i âlem


Bu beyitte şair, dünyanın yükünü taşıyan "merkeb-i âlem"i (dünya) tasvir ediyor. "Almış yükünü" ifadesiyle dünyanın üzerindeki yükü üstlenenin merkeb-i âlem olduğunu belirtiyor. Ardından, bu yükü öyle bir şekilde taşıdığını ifade ediyor ki, hiçbir hale getirilmiş noksanlık olmadan, kusursuz bir şekilde. "Bir zerre dahi kaldıramaz" ifadesiyle, dünyanın taşıdığı yükün o denli ağır ve mükemmel bir şekilde yerine getirildiğini vurguluyor. Bu beyitte, dünya üzerindeki düzenin ve sistemlerin kusursuz bir şekilde işlediğini anlatan bir anlam bulunmaktadır.

Ebnâ-yı beşerde kalacak mı bu muâdât
Bilmem ne zaman doğrulacak mezheb-i âlem

Bu beyitte şair, insanlık ailesinin içinde bulunduğu durumu ve yaşadığı çalkantıları ifade etmektedir. "Ebnâ-yı beşer" ifadesi insanların çocukları veya insanlık ailesini temsil eder. "Kalacak mı bu muâdât" ise, bu çalkantıların ve anlaşmazlıkların ne zaman sona ereceği sorusunu gündeme getirir.

"Bilmem ne zaman doğrulacak mezheb-i âlem" ifadesiyle de şair, dünya üzerindeki toplumların, milletlerin, mezheplerin ve inanç sistemlerinin düzelmesi ve doğru yola gelmesi için bir umut dile getirir. "Mezheb-i âlem" ifadesiyle, dünya üzerindeki genel düzen, sistem veya inançlar kastedilmektedir.

Bu beyitte, insanlığın içinde bulunduğu sıkıntıların ne zaman sona ereceği ve dünyanın düzeninin ne zaman doğrulacağı sorusuyla birlikte bir belirsizlik ve umut atmosferi bulunmaktadır.

Her safhada bir şekl-i hakikat eder ibraz
Her gün çevirir bir varaka makleb-i âlem

Bu beyitte şair, evrenin her aşamasında bir hakikat şeklinin ortaya çıktığını ifade ediyor. "Her safhada bir şekl-i hakikat eder ibraz" ifadesiyle, evrendeki her durumun bir gerçeklik formunu ortaya koyduğunu ve bu gerçekliklerin çeşitli biçimlerde belirdiğini belirtiyor. Ayrıca, "Her gün çevirir bir varaka makleb-i âlem" ifadesiyle de, evrenin her gün yeni bir sayfa açtığını ve dünyanın kitabının sürekli olarak yazıldığını, evrim geçirdiğini ifade ediyor.

Bu beyitte, şair evrenin sürekli değişen, evrilen ve her aşamada yeni bir hakikat ortaya koyan bir varlık olduğunu vurguluyor.

Bin ders-i maârif okunur her varakında
Yârab ne güzel mekteb olur mekteb-i âlem

Bu beyitte şair, evrenin her bir aşamasında binlerce öğretici dersin bulunduğunu ifade ediyor. "Bin ders-i maârif okunur her varakında" ifadesiyle, evrenin her bir "sayfasında" binlerce bilgi ve öğreti bulunduğunu söylüyor. Ardından, "Yârab ne güzel mekteb olur mekteb-i âlem" ifadesiyle, bu büyük ve eşsiz öğreti kaynağının, yani evrenin, Allah'ın güzel bir okulu olduğunu ifade ediyor. Allah'ın yaratılışı, düzeni ve içindeki hikmetler, insanlar için eşsiz bir öğrenme ve anlama kaynağıdır.

Bu cism-i kesifin neresi merkez-i kuvvet
Yârab ne matıyyeyle gezer kâlib-i âlem

Bu beyitte şair, görünür varlık (kesif cismi) ile merkezi kuvvet arasında bir benzetme yapmaktadır. "Bu cism-i kesifin neresi merkez-i kuvvet" ifadesiyle, dünya üzerindeki maddi varlıkların neresinin merkezi bir güç olduğunu sorguluyor. Ardından, "Yârab ne matıyyeyle gezer kâlib-i âlem" ifadesiyle, Rabb'in (Allah'ın) evrenin çerçevesini nasıl dolaştığını ve kontrol ettiğini ifade ediyor.

Şair, evrenin varlığını ve düzenini Allah'a bağlayarak, kâinatın sadece maddi bir oluşum olmadığını, aynı zamanda bu varlıkların arkasında bir güç merkezi olduğunu dile getiriyor.

Subhâneke yâ men ḫalaka'l-ḫalka ve sevvâ
Subhâneke subhâneke subhâneke elfâ

"Subhâneke yâ men ḫalaka'l-ḫalka ve sevvâ, Subhâneke subhâneke subhâneke elfâ"

Bu ifade Arapça'dır ve Türkçe'ye şu şekilde çevrilebilir:

"Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim; ey yaratılmışları yaratan ve düzenleyen! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim; ey yaratılmışları yaratan ve düzenleyen! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim; ey binlerce kez!"

Bu ifade, Allah'ın eksikliklerden uzak, mükemmel bir yaratıcı olduğunu vurgular ve Ona olan hayranlığı ifade eder. "Subhâneke" ifadesi, "Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim" anlamına gelir. Bu tür ifadeler, İslam geleneğinde Allah'ın yüceliğini ve kudretini anmak için kullanılır.

III

Ey kudretine olmayan âğâz u tenâhî
Mümkün değil evsâfını idrâk kemâhî

Bu beyit, bir şeyin özelliklerini ve niteliklerini anlamak için dilin ve ifadenin yetersiz olduğunu ifade ediyor. İnsanın kudretinin sınırlı olduğunu, kelimelerin ve ifadelerin bir şeyin gerçek doğasını tam olarak ifade edemediğini belirtiyor.

Beyit, bir konunun veya varlığın gerçek mahiyetinin insan kavrayışının ötesinde olduğunu vurgular. Kudret, özellikle Allah'ın kudreti gibi yüce ve sınırsız bir özellikle ilişkilendirilmiş gibi görünmektedir. İnsanın bu tür uluhiyet niteliklerini tam anlaması veya ifade etmesi mümkün değildir, çünkü insanın kavrama yeteneği sınırlıdır.

Her nesne kılar varlığına hüsn-i şehâdet
Her zerre eder vahdetine arz-ı güvâhî

Bu beyitte, her nesnenin varlığının güzellikle şahit olduğu ve her zerrenin birliğe boyun eğdiği fikri dile getiriliyor.

  1. "Her nesne kılar varlığına hüsn-i şehâdet": Her şey, varlığının güzellikle tanıklık ettiği bir şekilde yaratılmıştır. Bu ifade, yaratılmış her şeyin bir çeşit güzellik ve düzen içinde var olduğunu, bu varlığın bir tür şehadet veya tanıklık olduğunu ifade eder.
  2. "Her zerre eder vahdetine arz-ı güvâhî": Her zerre, birlik ilkesine boyun eğerek Allah'ın birliğine tanıklık eder. Zerrelerin bir araya gelip bir bütün oluşturması, varlığın birliğini ve tekliğini gösterir.

Bu beyit, evrenin her parçasının kendi varlığıyla birlikte bir anlam taşıdığını ve bu varlığın, yaratılışındaki güzellik ve düzen ile birlikte Allah'ın birliğine tanıklık ettiğini vurgular.

Hükmün kılar izhâr bu âsâr ile mihri
Emrin eder ibraz bu envâr ile mâhı

Bu beyitte, bir hüküm veya emir ile ilgili olarak izhar (açığa vurma, gösterme) ve ibraz (belirginleştirme) kavramları kullanılmış. İkilik içinde anlam oluşturan ifadeler şu şekilde açıklanabilir:

  1. "Hükmün kılar izhâr bu âsâr ile mihri": Bu ifade, bir hükmün, etkileri veya izleriyle birlikte açıkça gösterildiğini ifade eder. "Âsâr" kelimesi, etkiler veya izler anlamına gelir. "Mihri" ise güneş anlamına gelir. Yani, bu ifade hükmün, etkileriyle birlikte güneş gibi parlak bir şekilde ortaya çıktığını belirtir.
  2. "Emrin eder ibraz bu envâr ile mâhı": Bu kısım, bir emrin, belirli bir konu veya durumu belirginleştirmek amacıyla kullanılan ışıklar veya aydınlatma aracılığıyla ifade edildiğini söyler. "Envâr" kelimesi ışıklar, aydınlatma demektir. "Mâh" kelimesi ise ay anlamına gelir. Dolayısıyla, bu ifade emirlerin, ışıklarla aydınlatılarak belirginleştirildiğini ifade eder.

Bu beyit, hükümlerin ve emirlerin, etkileri ve belirginleştirme araçlarıyla açıkça ifade edildiği bir durumu anlatarak anlamını oluşturur.

Dil-sîr-i bisât-ı niamın mürg-i hevâyî
Sîrâb-ı zülâl-i keremindir suda mâhî

Bu beyitte, aşk ve güzellikle ilgili birçok sembol ve metafor kullanılmış gibi görünüyor. İkilik içinde anlam oluşturan ifadeler şu şekilde açıklanabilir:

  1. "Dil-sîr-i bisât-ı niamın mürg-i hevâyî": Bu ifade, güzellik ve lütufun geniş alanının kalbin gizli sırrı olduğunu belirtiyor. "Dil-sîr" ifadesi, kalbin gizli sırrını ifade ederken, "bisât-ı niam" güzellik ve lütufun geniş bir alanını anlatır. "Mürg-i hevâyî" ise kuş gibi, havai ve güzellikle ilgili anlamlara gelir.
  2. "Sîrâb-ı zülâl-i keremindir suda mâhî": Bu kısım, iyilik ve cömertliğin şarap gibi, suyun içinde balık gibi olduğunu ifade eder. "Sîrâb-ı zülâl" ifadesi, şarap gibi berrak, içimi güzel olan bir içki anlamına gelir. "Kerem" ise cömertlik demektir. "Suda mâhî" ifadesi ise su içinde yaşayan balığı simgeler.

Bu beyitte, aşkın, güzelliğin ve cömertliğin kalbin gizli sırrını oluşturduğu ve bu öğelerin su, şarap ve balık gibi doğal simgelerle anlatıldığı bir imgelem kullanılmış gibi görünüyor.

Eyler keremin âteşi gülzâr halil'e
Mağlûb olur peşşeye nemrud-ı mübâhi

  1. Keremin âteşi gülzâr Halil'e: Bu ifade, Halil'in bahçesindeki cennetvari durumu temsil ediyor gibi görünüyor. "Kerem" genellikle lütuf, ihsan ve cömertlik anlamına gelir. "Âteş" ise bu lütufların coşkulu, etkileyici bir şekilde ifade edildiği bir şekilde kullanılmış olabilir.
  2. Mağlûb olur peşşeye Nemrud-ı mübâhi: Bu kısım, peşşe'nin (tütün borusu) hikmetini taşıyan veya içen birinin, Halil'e özgü lütufların etkisi altında kalarak Nemrud'un (büyük, zalim hükümdar) mağlup olmasıyla ilgili olabilir. Bu, lütuf ve cömertlik karşısında zalimlerin zayıflığına vurgu yapabilir.

Beyitte genel olarak, cömertlik ve lütufun Halil'in bahçesinde bir ateş gibi yanmasının, zorbalığın temsilcisi Nemrud'u mağlup etmesine neden olduğu şeklinde bir imgeleme yer verilmiş gibi görünüyor.

Zâlimleri adlin ne zaman hâk edecektir
Mazlumların çıkmadadır göklere âhı

Bu beyitte, zulmü işleyenlerin, yani zalimlerin, hesap verme zamanının ne zaman geleceği soruluyor ve mazlumların çektiği sıkıntıların gökyüzüne kadar ulaştığı ifade ediliyor. İşte beyitin açıklaması:

  1. Zâlimleri adlin ne zaman hâk edecektir: Burada, zalimlerin adaletle karşılaşma zamanını ifade eden bir soru var. "Adl" adalet anlamına gelir, bu da zalimlerin işledikleri kötülüklerin karşılığını alacakları bir zamanın geleceğini gösterir.
  2. Mazlumların çıkmadadır göklere âhı: Mazlumlar, yani zulme uğrayanlar, çektikleri sıkıntıların ve acıların gökyüzüne kadar ulaştığı bir durumda. "Âh" burada mazlumların çektikleri acıları, sıkıntıları ifade eden bir üzüntü çığlığı olarak kullanılmış.

Bu beyit, adaletin bir gün tecelli edeceği ve mazlumların çektikleri acıların göğe kadar yükseldiği bir durumu dile getiriyor. Zulme uğramış olanların çektikleri haksızlıkların bir gün karşılığını bulacağına dair bir umut ifadesi içeriyor.

Bigânelere münhasır enva'-ı huzûzât
Mihnet-zede-i aşkına mahsûs devâhî

  1. Bigânelere münhasır enva'-ı huzûzât: "Bigâneler" kelimesi, cahilleri, bilgisizleri ifade eder. "Münhasır enva'-ı huzûzât" ise özel türler veya özgün nitelikler demektir. Burada, cahillerin özel türleri veya kendilerine özgü nitelikleri anlatılıyor.
  2. Mihnet-zede-i aşkına mahsûs devâhî: "Mihnet-zede" ifadesi, aşkın zahmetine katlanan, aşkın yükünü çeken anlamına gelir. "Mahsûs devâhî" ise özel ilaçlar veya özel çareler demektir. Bu kısımda ise aşkın zorluklarına maruz kalanların özel çarelere, yani aşkın getirdiği sıkıntıları gideren özel çözümlere sahip olduğu ifade ediliyor.

Beyitte, aşkın zorluklarına katlananların özel bir nitelik taşıdığı ve bu zorlukları aşmak için özel çözümlere sahip oldukları vurgulanmaktadır. Aşkın getirdiği zorluklar, bu kişilere özgü bir deneyim ve çözümleme sürecine işaret ediyor.

Sensin eden idlâl nice ehl-i tarîki
Sensin eden ihdâ nice gümgeşte-i râhı

  1. Sensin eden idlâl nice ehl-i tarîki: "Sensin" ifadesi, burada belirli bir kişiyi veya güçlü bir varlığı temsil eder. "Ehl-i tarîk" ise yolcular veya yol ehli anlamına gelir. "Idlâl" ise sapmalar veya yolcularda karışıklıklar anlamına gelir. Dolayısıyla, bu kısım, güçlü bir varlığın, yolcularda sapmalara sebep olan durumları kontrol ettiğini ifade ediyor. Yani, bu kişi veya varlık, yolculardaki sapmaları düzenleyen veya düzeltici bir rol üstleniyor.
  2. Sensin eden ihdâ nice gümgeşte-i râhı: "Ihdâ" ifadesi, bir şeyi düzeltme veya yolunu bulma anlamına gelir. "Gümgeşte-i râh" ise yolun tozunu ifade eder. Burada, bu güçlü varlığın veya kişinin, yolu bulmak veya düzeltmek için yoğun bir çaba sarf ettiği ve bu çaba sonucunda tozlu yollarda yol gösterici olduğu anlatılıyor.

Beyitte, bir güçlü varlığın, yolcular arasındaki sapmalara karşı düzenleyici bir rol üstlendiği ve aynı zamanda yolları düzeltmek veya göstermek için çaba harcadığı temsil ediliyor. Yolculuk, hayatın zorlukları ve karmaşıklıkları olarak metaforik bir şekilde kullanılmış gibi görünüyor.

Hükmün ki ola mûcib-i hayr u şer-i ef âl
Yarab ne içindir bu evâmir bu nevâhî

  1. Hükmün ki ola mûcib-i hayr u şer-i ef'âl: "Hükmün" Allah'ın hüküm ve kararıdır. "Mûcib-i hayr u şer-i ef'âl" ifadesi ise, eylemlerin sonuçlarının hayır ve şer olmasına sebep olan nedenleri ifade eder. Yani, bu kısım, Allah'ın hükümlerinin eylemlerin sonuçları üzerindeki etkisine vurgu yapar.
  2. Yârab ne içindir bu evâmir bu nevâhî: "Yârab" ifadesi, bu beyitte dua ve yakarıştır. "Evâmir" emirler, "nevâhî" ise yasaklar ve yollar demektir. Burada dile getirilen dua, Allah'a yöneltilmiş bir soru şeklinde: "Yarab, bu emirler ve yasaklar neden içindir? Bunlar neye hizmet eder?"

Beyitte, insanların eylemlerinin sonuçlarının hayır ve şer olarak belirlenmesinin Allah'ın hükmüne bağlı olduğu ifade edilirken, aynı zamanda bu emir ve yasakların amacının da sorgulanarak Allah'a yönelik bir dua dile getiriliyor.

Sendendir ilâhi yine bu mekr ü bu fitne
Bu mekr ü bu fitne yine sendendir ilâhi

  1. Sendendir ilâhi: "Sendendir ilâhi" ifadesi, yaşanan mekr (hile) ve fitne (imtihan, sınav) durumlarının Allah'a ait olduğunu belirtir. Yani, bu zorlu durumların kaynağının Allah olduğu ifade ediliyor.
  2. Yine bu mekr ü bu fitne yine sendendir ilâhi: Bu cümle, aynı düşünceyi tekrar ederek vurguluyor. Hem mekr ve fitnenin kaynağının Allah olduğu, hem de bu zorlukların tekrarında yine Allah'a sığınılması gerektiği ifade ediliyor.

Beyit, insanın hayatında karşılaştığı zorlukların ve sınavların, Allah'ın hikmeti ve takdiriyle olduğunu kabullenme ve bu zorluklar karşısında Allah'a yönelme duygusunu dile getiriyor.

Güftî bikün ü bâz zenî seng-i melâlet
Dest-i men ü dâd-ı tu der rûz-ı kıyamet

  1. Güftî bikün: "Güftî bikün" ifadesi, konuşmayı kesmeyi veya susmayı ifade eder. Yani, bu durumda konuşmak ya da ifade etmek istenmeyebilir.
  2. Bâz zenî seng-i melâlet: "Bâz zenî seng-i melâlet" ifadesi, bazen dilin yoksulluğun prangasına vurulmuş gibi olması demektir. Yani, ifade zorluğu veya sözlerin kifayetsizliği anlatılmaktadır.
  3. Dest-i men ü dâd-ı tu der rûz-ı kıyamet: "Dest-i men ü dâd-ı tu der rûz-ı kıyamet" ifadesi, kelime kelime çevrildiğinde "Elim ellerim ve yardımın kıyamet günü" şeklinde özetlenebilir. Bu ifade, bir yardım bekleyişini ve bu yardımın kıyamet gününde gerçekleşeceği umudunu içerir.

Beyitte, konuşmanın bazen ifade zorluğu çektiği, dilin yoksulluğun prangasına vurulmuş gibi hissedildiği, ancak yine de umudun kıyamet günündeki Allah'a olan güvenle sürdüğü bir duygu dile getirilmektedir.

IV

Bir katre içen çeşme-i pür-hûn-ı fenadan
Başın alamaz bir dahi bârân-ı belâdan

  1. Bir katre içen çeşme-i pür-hûn-ı fenadan: "Bir katre içen çeşme-i pür-hûn-ı fenadan" ifadesi, bir damla içen kaynağın, yani içen kişinin, fenadan dolayı dertli veya sıkıntılı olduğunu belirtir. "Pür-hûn" ifadesi içindeki hüzün, sıkıntı ve zorlukları ifade eder.
  2. Başın alamaz bir dahi bârân-ı belâdan: "Başın alamaz bir dahi bârân-ı belâdan" ifadesi ise, başın bela yükünden kurtulamaz anlamına gelir. Yani, içilen damla veya içilen şey, kişinin başına gelecek sıkıntı ve belalardan kaçamaz.

Bu beyitte, içilen bir damlanın içen kişinin başını beladan kurtaramayacağını, hatta içilenin kendisiyle sıkıntı ve zorlukların artabileceğini ifade eden bir metafor kullanılmış gibi görünmektedir.

Asude olam dersen eğer gelme cihâna
Meydâna düşen kurtulamaz seng-i kazadan

  1. Asude olam dersen eğer gelme cihâna: Bu kısmın anlamı, eğer huzurlu ve sakin olmak istiyorsan dünyaya gelme anlamına gelir. "Asude" kelimesi huzurlu, sakin, rahat anlamına gelir. Dolayısıyla, dünyaya gelmek, çeşitli zorluklar ve sıkıntılarla karşılaşmak demektir.
  2. Meydâna düşen kurtulamaz seng-i kazadan: "Meydâna düşen" ifadesi, sorunlarla, zorluklarla yüzleşen anlamına gelir. "Seng-i kazadan" ifadesi ise bir tür talihsizlik veya felaketten kurtulamamak anlamına gelir. Yani, dünyaya gelindiği zaman, çeşitli zorluklara ve kaza gibi olumsuz durumlara maruz kalınabilir, bu da kişinin asude olmasını engelleyebilir.

Bu beyitte, dünyanın zorluklarla dolu olduğu ve bu zorluklardan kaçmanın veya kurtulmanın zor olduğu temaları işlenmiştir.

Sâbit-kadem ol merkez-i me'mûn-ı rızâda
Vareste olup dâire-i havf u recâdan

  1. Sâbit-kadem ol merkez-i me'mûn-ı rızâda: "Sâbit-kadem" ifadesi, sağlam adımlarla yürüyen, sabit duran anlamına gelir. "Merkez-i me'mûn-ı rızâda" ise, Allah'ın hoşnut olduğu merkez veya durum anlamına gelir. Yani, bu kısmın anlamı, kişinin Allah'ın rızasında sabit duran, onun hoşnutluğunu amaçlayan bir durumda bulunmasıdır.
  2. Vareste olup dâire-i havf u recâdan: "Vareste" kelimesi, içsel bir huzur ve sükûnet anlamına gelir. "Dâire-i havf u recâ" ifadesi ise, korku ve umut çemberi anlamına gelir. Burada, kişinin iç huzurunu koruyarak, Allah'a karşı hem bir korku hem de bir umut içinde bulunduğunu ifade eder.

Bu beyitte, kişinin Allah'ın rızasında sabit durması, içsel huzur içinde olması ve Allah'a karşı korku ve umut içinde olması tasvir edilmektedir.

Dursun kef-i hükmünde terâzû-yı adalet
Havfın var ise mahkeme-i rûz-ı cezadan

  1. Dursun kef-i hükmünde terâzû-yı adalet: "Dursun kef-i hükmünde" ifadesi, adaletin tartısının sabit ve dengeli olması gerektiğini belirtir. Adaletin terazisi, tarafsızlık ve eşitlik ilkesine dayanmalıdır.
  2. Havfın var ise mahkeme-i rûz-ı cezadan: "Havfın var ise" ifadesi, eğer korkun varsa anlamına gelir. "Mahkeme-i rûz-ı ceza" ise, ceza günü mahkemesini ifade eder. Yani, eğer bir korkun varsa, o korku Allah'ın ceza gününden, yani ahiretten kaynaklanmalıdır.

Bu beyit, hükümetlerin ve yargı sistemlerinin tarafsızlık ve adalete riayet etmesi gerektiğini vurgularken, aynı zamanda insanların Allah'a karşı duydukları korkunun da gerçek adaletin kaynağı olması gerektiğini ifade ediyor.

Her kim ki arar bûy-ı vefa tab'-ı beşerde
Benzer ana kim devlet umar zıll-ı hümâdan

Bu beyit, sadakatin ve vefanın insanların tabiatında doğuştan gelen bir nitelik olduğunu ifade ediyor. Aynı zamanda devlet ve hükümetin, halkına karşı sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini belirtiyor. İşte beyitin açıklaması:

  1. Her kim ki arar bûy-ı vefa tab'-ı beşerde: "Her kim ki arar bûy-ı vefa" ifadesi, kim ki sadakati arar anlamına gelir. "Tab'-ı beşerde" ise, insanın tabiatında doğuştan bulunan bir özellik demektir. Yani, sadakat insanın içsel bir özelliğidir ve insanlar doğuştan itibaren sadık olma eğilimindedir.
  2. Benzer ana kim devlet umar zıll-ı hümâdan: "Benzer ana kim" ifadesi, hangi devlet anası gibi anlamına gelir. "Zıll-ı hümâdan" ise, gümüşten gölge anlamına gelir. Yani, devlet, halkına karşı sorumluluklarını yerine getirmeli ve onlara gümüşten gölge sağlamalıdır.

Bu beyit, insanların doğuştan vefakar ve sadık olduğunu vurgularken, aynı şekilde devletin de halkına karşı sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini belirtiyor.

Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez
Bârân yerine dür ü güher yağsa semâdan


Bu beyit, kaderi olumsuz etkileyen kişilerin, ne kadar olumlu olay yaşansa da ondan nasibini alamayacağını ifade ediyor. İşte beyitin açıklaması:

  1. Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez: "Bî-baht" ifadesi, kötü şanslı veya bahtsız anlamına gelir. "Bağına bir katresi düşmez" ifadesi ise, bu bahtsız kişinin kısmetinin açık olmadığını, herhangi bir olumlu şeyin ona gelmeyeceğini belirtir.
  2. Bârân yerine dür ü güher yağsa semâdan: "Bârân" yağmur anlamına gelir. "Dür ü güher" ise altın ve inci demektir. "Yağsa semâdan" ifadesi, semadan yağsa anlamına gelir. Yani, bu ifade ile olumlu olayların, kişinin bî-baht olması durumunda bile gerçekleşmeyeceği vurgulanıyor. Eğer altın ve inci yağsa semadan, yani mucizevi bir şekilde olumlu şeyler olursa bile, bî-baht olan kişi bundan pay alamayacaktır.

Bu beyit, kaderi olumsuz etkileyen bir kişinin ne kadar olumlu olay yaşanırsa yaşansın, bunlardan nasibini alamayacağını ifade eder.

Erbâb-ı kemâli çekemez nakıs olanlar
Rencide olur dîde-i huffâş ziyadan


Bu beyitte, kemal sahibi olanlar (erdem sahibi olanlar veya mükemmeliyetin sahipleri), kusurlu olanları çekemeyenlerin huzursuz ve rahatsız olacağı ifade ediliyor. İşte beyitin açıklaması:

  1. Erbâb-ı kemâli çekemez nakıs olanlar: "Erbâb-ı kemâl" ifadesi, kemal sahibi olanları, yani erdemli ve mükemmel olanları temsil eder. "Çekemez nakıs olanlar" ifadesi ise, kusurlu olanları çekemeyenleri ifade eder.
  2. Rencide olur dîde-i huffâş ziyadan: "Rencide olur" ifadesi, incinir veya huzursuz olur anlamına gelir. "Dîde-i huffâş" ise, gözleri ile övünen veya başkalarını küçümseyenleri temsil eder. "Ziyadan" ifadesi ise, artış veya fazlalık anlamına gelir. Dolayısıyla, bu ifade ile kusurlu olanlar, kemal sahibi olanları çekemedikleri için huzursuz ve incinmiş bir şekilde artan bir ziyana uğrarlar.

Bu beyitte, kusurlu ve eksik olan kişilerin, erdemli ve mükemmel olanları kıskandıkları ve bu durumun onları rahatsız ettiği anlatılıyor.

Her âkile bir derd bu âlemde mukarrer
Rahat yaşamış var mı gürûh-ı ukalâdan

Bu beyitte, her akıllı kişinin dünyada bir dertle karşılaşacağı ifade edilmekte ve bu dertle yüzleşmiş olanların arasında rahat yaşayanın olup olmadığı sorulmaktadır. İşte beyitin açıklaması:

  1. Her âkile bir derd bu âlemde mukarrer: "Her âkile" ifadesi, her akıllı veya her bilge kişiyi temsil eder. "Mukarrer" ise, kaçınılmaz veya kaçınılmaz olan anlamına gelir. Dolayısıyla, bu ifade ile her akıllı kişinin dünya yaşamında bir şekilde derlerle karşılaşacağı, bu durumun kaçınılmaz olduğu ifade ediliyor.
  2. Rahat yaşamış var mı gürûh-ı ukalâdan: "Rahat yaşamış var mı" ifadesi, derde düşmeden sakin bir yaşam sürmüş kişileri sorgular. "Gürûh-ı ukalâ" ifadesi ise, bilgili veya akıllı bir topluluğu temsil eder. Soru, akıllı kişiler arasında rahat yaşamış birinin olup olmadığını sorgular ve bu da derdın kaçınılmaz olduğunu vurgular.

Bu beyitte, yaşamın zorluklarından kaçınamayacağımız, ancak akıllı insanların bu zorluklarla başa çıkmaya çalıştığı düşüncesi dile getiriliyor.

Halletmediler bu lügazın sırrını kimse
Bin kafile geçti hükemâdan fuzelâdan

Bu beyitte, lügazın sırrının hâlâ çözülemediği ve birçok bilginin ve fâzılânın bu konuda çaba harcamasına rağmen çözüme ulaşamadığı ifade ediliyor. İşte beyitin açıklaması:

  1. Halletmediler bu lügazın sırrını kimse: "Halletmediler" ifadesi, bu lügazın sırrının henüz çözülmediğini ve bilginlerin, akıllı kişilerin bunun üzerinde başarı elde edemediğini belirtir. "Lügaz" terimi, genellikle anlamı belirsiz, zor anlaşılan şeyleri ifade eder.
  2. Bin kafile geçti hükemâdan fuzelâdan: "Bin kafile geçti" ifadesi, birçok bilginin, hükemânın (hükümdarların veya bilgelerin) ve fuzelânın (fazilet sahibi kişilerin) bu konuda çaba harcadığını ancak çözüme ulaşamadığını gösterir. "Kafile" kelimesi, bir topluluk veya grup anlamına gelir. Bin kafile ifadesi ise büyük bir sayıda insanın bu mesele üzerinde düşündüğünü gösterir.

Beyitte, belirli bir sırrın çözülememesine ve bu konuda çaba sarf eden birçok bilginin, hükümdarın ve fazilet sahibi kişinin başarısız olduğuna vurgu yapılmaktadır.

Kıl san'at-ı üstadı tahayürle temaşa
Dem vurma ger arif isen çün ü çiradan

Bu beyitte, sanatın ustasının eserini dikkatle incelemenin ve anlamanın önemine vurgu yapılıyor. Ayrıca, eğer bilge bir kişiyseniz, anlamadan veya düşünmeden hemen eleştiri yapmamanız gerektiği ifade ediliyor. İşte beyitin açıklaması:

  1. Kıl san'at-ı üstadı tahayyürle temaşa: "San'at-ı üstad" ifadesi, bir sanatçının yaratıcılığını ve ustalığını ifade eder. "Kıl" kelimesi, burada gerçekleştirilen bir eylemi ifade eder ve "tahayyürle temaşa" ise bu sanatın hayal gücüyle dikkatlice izlenmesi anlamına gelir. Yani, bir sanat eserini anlamak ve değerlendirmek için hayal gücünü kullanmak gerektiği vurgulanmaktadır.
  2. Dem vurma ger arif isen çün ü çiradan: "Dem vurma" ifadesi, hemen eleştiri yapma veya karşı çıkma anlamına gelir. "Ger arif isen" ise eğer bilge bir kişiysen anlamına gelir. "Çün ü çiradan" ifadesi ise kelime kelime "çiradan gibi" demektir ve burada acele etmeden düşünce ve anlayışla hareket etmenin önemi vurgulanır. Yani, bilge bir kişinin eleştiri yapmadan önce iyi düşünmesi ve eseri anlaması gerektiği belirtilir.

Bu beyitte, bir sanat eserini değerlendirmenin önemine ve eleştiri yapmadan önce düşünce ve anlayışla yaklaşmanın gerekliliğine vurgu yapılmaktadır.

İdrâk-i meali bu küçük akla gerekmez
Zîrâ bu terâzû o kadar sıkleti çekmez

Bu beyitte, bir konunun anlaşılması için sadece küçük bir akılın yeterli olmadığına ve çünkü bu konunun terazisinin ağırlığını çekmeye yetmeyeceğine dair bir ifade bulunmaktadır. İşte beyitin açıklaması:

  1. İdrâk-i meali bu küçük akla gerekmez: "İdrâk-i meali" ifadesi, bir şeyin anlaşılması veya yorumlanması anlamına gelir. "Bu küçük akla gerekmez" ise bu konunun basit bir zekâ ile anlaşılamayacağını ifade eder.
  2. Zîrâ bu terâzû o kadar sıkleti çekmez: "Terâzû" kelimesi terazi veya tartı anlamına gelir. "Sıkleti çekmez" ifadesi, bir konunun ağırlığını veya derinliğini anlama veya kavrama kapasitesinin yetersiz olduğunu belirtir. Yani, bu konu karmaşık veya derin bir konu olduğu için sadece basit bir zekâ ile anlaşılamayacağını ifade eder.

Bu beyitte, karmaşık veya derin bir konunun anlaşılması için daha fazla düşünce ve anlama kapasitesine ihtiyaç duyulduğuna vurgu yapılmaktadır.

V

Dehrin ne safa var acaba sîm ü zerinde
İnsan bırağur hepsini hîn-i seferinde

Bu beyitlerde şair, dünyanın fani ve geçici olduğunu, insanın bu dünyada sahip olduğu altın ve gümüş gibi değerli şeyleri ahiret yolculuğunda geride bırakacağını ifade ediyor. Şair, bu dünyanın safa (mutluluk) vermediğini, insanın asıl hedefinin ahiret olduğunu vurguluyor.

Dehrin ne safa var acaba sîm ü zerinde:

  • Dehr: Zaman, ömür, hayat demektir.Safa: Saf, temiz, güzel anlamına gelir.Sîm: Yüz, güzellik demektir.Zer: Altın demektir.
Şair, zamanın içinde yaşanan hayatın ne kadar güzel ve değerli olduğunu düşünüyor. Hayatın içindeki saf, temiz, güzel anıları ifade eden "sîm" ve değerli olanı simgeler "zer" ile birleştirerek, yaşamın güzelliklerine vurgu yapıyor.

İnsan bırağur hepsini hîn-i seferinde:

  • Bırağur: Bırakır, terk eder.Hîn-i sefer: Seyahat anlamına gelir.
İnsan, hayat yolculuğunda kendisine ait olan tüm mülkleri, zevkleri, dünyevi bağlantıları bir kenara bırakır. Şair, insanın seyahat halindeyken bu dünyevi bağlantıları geride bıraktığını ifade ederek, hayatın bir yolculuk olduğuna ve bu yolculuk sırasında maddi değerlerin geride bırakılması gerektiğine dikkat çekiyor.

Bir reng-i vefa var mı nazar kıl şu sipihrin
Ne leyl ü nehârında ne şems ü kamerinde

Reng-i vefa: Vefa rengi, sadakat ve bağlılık anlamına gelir.
Sipihir: Sema, gökyüzü.
Leyl ü nehâr: Gece ve gündüz.
Şems ü kamer: Güneş ve ay.

Şair, gökyüzündeki renklerin, gecenin ve gündüzün, güneşin ve ayın güzelliklerinin hepsinin ötesinde bir "vefa rengi" olduğunu ifade ediyor. Burada, sadakat ve bağlılık gibi insani değerlerin, doğanın güzelliklerinden daha önemli olduğuna vurgu yapılıyor. Şair, bu vefa rengini görmeye ve değer vermeye çağırıyor. Bu dizelerde, yüce bir duygu olan vefanın, gökyüzünün en güzel anlarından daha değerli olduğu düşüncesi dile getiriliyor.

Seyretti hava üzre denir taht-ı Süleyman
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde

Ziya Paşa, Süleyman Peygamber’in havada uçan tahtını ve bu tahtın sonunu anlatıyor. “Seyretti hava üzre denir taht-ı Süleyman” ifadesiyle, Süleyman Peygamber’in havada uçan tahtının görkemini ve mucizesini vurguluyor. “Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde” ifadesiyle ise, bu tahtın ve saltanatın artık yok olduğunu, yerini rüzgarların aldığını belirtiyor. Bu beyitlerde, dünyanın geçiciliği, saltanatın fani oluşu ve zamanın değişimi gibi temalar işleniyor

Hür olmak eğer ister isen olma cihanın
Zevkinde safasında gamında kederinde

Bu beyitte şair, özgürlüğün peşinden gitmek isteyen bir kişiye sesleniyor. Şair, özgürlüğü arzulayan kişinin dikkat etmesi gereken önemli bir gerçeği ifade ediyor. İlk olarak, "Hür olmak eğer istersen" ifadesiyle şair, özgürlüğün kişinin kendi seçimlerine ve davranışlarına bağlı olduğunu vurgular. Ancak, şair bu özgürlüğün bir bedeli olduğunu, bu süreçte cihanın (dünyanın) çeşitli yönlerinde deneyimlenecek zevklerde, safalarda, gamlarda ve kedere de katlanılması gerektiğini ifade eder.

Şair, özgürlüğün sadece olumlu ve keyifli anılarla dolu bir yol olmadığını belirtir. "Zevkinde safasında" ifadesi, özgürlüğün içerdiği keyifli anlara, eğlencelere ve zevklere vurgu yapar. Ancak aynı zamanda "gamında kederinde" ifadesiyle de özgürlüğün, insanın hayatında zorluklar, endişeler ve üzüntülerle de dolu olabileceğini dile getirir.

Bu beyit, özgürlüğün sadece mutluluk ve huzur getiren bir durum olmadığını, aynı zamanda yaşamın karmaşıklıklarıyla başa çıkmayı gerektirdiğini anlatarak, okuyucuya düşünce aktarımı yapar. Şair, gerçek bir özgürlük arayışının sadece olumlu yönlerini değil, aynı zamanda yaşamın acı gerçekleriyle de yüzleşmeyi içerdiğini ifade eder.

Cânân gide rindân dağıla mey ola rizân
Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde

Bu beyitte şair, aşkla yanıp tutuşanların sevgilisinden ayrılmasının, içindeki coşkunun ve sarhoşluğun dağılmasının, bir nevi içsel bir zevki ve rahatlamayı ifade ettiğini söyler. "Cânân gide rindân dağıla" ifadesiyle şair, sevgilinin ayrılmasının, aşıkların coşkusunu ve içsel neşesini dağıttığını ifade eder. Bu durumu, rindlerin (sarhoş aşıkların) dağılmasına benzetir.

Ardından, "mey ola rizân" ifadesiyle şair, bu dağılmanın bir tür içsel içki içme veya sarhoşluk hali olduğunu belirtir. "Mey" genellikle aşk veya içsel neşeyle ilişkilendirilen bir içki simgesidir. Şair, aşkın ve içsel coşkunun, sevgilinin gitmesiyle bir tür içsel sarhoşluk ve huzur hali yarattığını ifade eder.

Ancak, beyitin sonunda, bu içsel huzurun sabahın gelmesiyle birlikte sona ereceğini ve böyle bir gecenin hayrının sabahında umulup umulamayacağını sorgular. Bu soru, aşkın geçici ve dönüşümlü bir huzur getirip getirmediği, hayır ve bereketin sabahın getirdiği aydınlıkta mı yoksa gecenin karanlığında mı bulunduğu konusunda bir düşünme süreci yaratır.

Hayr umma eğer sadr-ı cihan olsa da bilfarz
Her kim ki hasâset ola ırk u güherinde

Bu beyitte şair, dünya lideri veya hükümdar olsa bile, bu makamın kişinin içindeki değer ve hasletlere dair bir anlam ifade etmediğini belirtir. "Sadr-ı cihan" ifadesi, dünya lideri veya hükümdarı anlamına gelir. Şair, bu makamın sahibi olmanın, içsel değerler ve güzelliklerle ilgili olmadığını, sadece dünya malı veya gücüyle sınırlı kaldığını ifade eder.

Ardından, "Her kim ki hasâset ola ırk u güherinde" ifadesiyle şair, gerçek değerin ve güzelliğin, insanın içindeki özel hasletlerde ve değerlerde bulunduğunu belirtir. "Irk u güher" ifadeleri, değerli taşlar ve mücevherleri temsil eder, ancak şair bunun sadece maddi zenginlikle sınırlı olmadığını, aynı zamanda içsel güzellik ve hasletlerde de bulunduğunu vurgular.

Bu beyit, dünya malı veya makamının, kişinin içsel değerleri ve güzellikleriyle yarışamayacağını ve gerçek anlamda değeri olmayacağını dile getirir.

Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim
Gaflet ile görmez kuyuyu rehgüzerinde

Bu beyitte şair, gökte yıldız arayan müneccimlerin, önlerindeki kuyuyu fark etmediklerini söylüyor. Burada müneccimler, geleceği bilmeye çalışan, ancak dünyanın geçiciliğini ve tehlikelerini göz ardı eden insanları temsil ediyor. Kuyu ise, dünyanın fani ve aldatıcı olduğunu, insanın ahiret yolculuğunda geride bırakacağı şeyleri simgeliyor. Şair, bu beyitte, dünyevi heveslere kapılanların, ahireti unutanların, gaflet içinde olduklarını ve kendilerini büyük bir felakete sürüklediklerini ifade ediyor.

Onlar ki verir lâf ile dünyâya nizâmât
Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde

Bu beyitte şair, dünyaya laf ile nizam verenlerin, kendi evlerinde bin türlü ihmal ve düzensizlik bulunduğunu söylüyor. Şair, bu beyitte, sözde değil özde olgunlaşmanın önemini, laf ile değil amel ile insanın değer kazanacağını, dünyevi heveslere kapılanların ahireti unutacaklarını, kendilerini aldatanların aslında kendilerine zarar verdiklerini ifade ediyor.

Bu beyiti zaten bir çok kere duymuşsunuzdur. İyi takip eden bendelimiyim.com okuyucuları sitenin başka yerlerinde bu beyite denk geldiler. Bu beyitte şair, bir kişinin karakterinin ve aklının seviyesinin, söyledikleriyle değil, yaptıklarıyla ve ortaya koydukları eserlerle anlaşılabileceğini söylüyor. Şair, bu beyitte, sözde değil özde olgunlaşmanın önemini, laf ile değil amel ile insanın değer kazanacağını vurguluyor.

Ben her re kadar gördüm ise bazı mazarrat
Sâbit-kademim yine bu re'yin üzerinde

Bu beyitte şair, kendi görüşüne ve inancına bağlı olduğunu, bu görüşünü değiştirmek için karşılaştığı bazı zarar ve zorluklardan etkilenmediğini söylüyor. Sabit kadem üzre olmak edek sabit ayak üzerinde kalmak demek. Devre döneme göre değişen bir dalkavuk olmadığını herkese her şekilde doğruları söyleyen bir kişilikte olduğunu söylüyor. Bu dürüstlüğü için zarar da görse yine de sabit kadem üzere olmaktan vazgeçmediğini söylüyor.  

İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah
Yardımcısıdır doğruların hazret-i Allah

Bu beyitte şair, insanın sadakate layık olduğunu, ancak karşılık beklemeksizin sadakat gösteren kişinin yardımını sadece Allah'ın sağlayabileceğini ifade ediyor.

"İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah" ifadesi, insanın doğası gereği sadakate uygun olduğunu, ancak bazen çeşitli zorluklar veya karşıtlıklar nedeniyle bu sadakatin gerçekleşmediğini belirtir. "İkrah" kelimesi, bir şeyi yapmaya zorlanma veya zorla yapma anlamına gelir. Peki bu zorlamayı kim yapacaktır. Önceki beyitlerde de gördüğümüz gibi doğru söyleyenin dokuz köyden kovulması deyiminde olduğu gibi doğrulardan Yani Ziya (ışık) da gözleri kamaşan yalan ve dalkavukluk yapan kişiler rahatsız olacaktır. Ziya paşa zorlamaya da gelse doğrulardan vazgeçmediğini ifade eder.

Ardından, "Yardımcısıdır doğruların hazret-i Allah" ifadesiyle şair, doğru ve dürüst olanların yardımını sadece Allah'ın sağlayabileceğini vurgular. Bu, Allah'ın adalete ve doğruluğa olan sadakatini, insanların doğruluk yolunda karşılaştıkları zorluklarda onlara yardım ederek göstermesiyle ilgilidir.

VI

Gadr ede reayasına vâli-i eyâlet
Dünyâda vü ukbâda ne zillet ne rezalet

Bu beyitte şair, bir yöneticinin halkına haksızlık ettiğinde veya onlara zulmettiğinde, bu haksızlığın hem dünya hayatında hem de ahirette kişiye zillet ve rezillik getireceğini ifade ediyor.

"Gadr ede reayasına vâli-i eyâlet" ifadesiyle, bir eyaletin valisinin, yönettiği halka zulmetmesi veya kötü yönetimde bulunması durumunda, bu eyleminin hem dünyada hem de ahirette olumsuz sonuçlar doğuracağına dikkat çekiliyor. "Gadr", haksızlık etmek, zulmetmek anlamına gelir.

"Dünyâda vü ukbâda ne zillet ne rezalet" ifadesiyle de, bu haksızlığın sadece dünya hayatında değil, ahirette de kişiye alçaklık ve rezillik getireceği vurgulanıyor. Şair, yöneticinin halkına adil ve iyilikle hizmet etmesinin, hem dünya hem de ahiret saadeti açısından önemli olduğuna işaret ediyor.

Lâyık mıdır insân olana vakt-i kazada
Hak zahir iken bâtıl için hükmü imâlet

Bu beyitte, şair insanın karakterini ve davranışlarını değerlendirirken, özellikle bir kişinin adaleti ve dürüstlüğü konusunda olması gereken standartları ele alıyor.

"Lâyık mıdır insân olana vakt-i kazada" ifadesiyle, bir insanın karakteri ve değerleri, zor zamanlarda, sıkıntı ve sınav anlarında ortaya çıkar, bu durumda kişinin nasıl davrandığı önemlidir.

"Hak zâhir iken bâtıl için hükmü imâlet" ifadesi ise, hak açıkça ortadayken, bir kişinin bâtıl (yalan, hile, haksızlık) için hüküm vermeye kalkışmasının, adaletten sapmanın ve dürüstlük ilkesini çiğnemenin ne kadar yanlış olduğunu vurgular. Şair, bir insanın, açıkça görülen hakikatlere rağmen haksız yere hüküm vermesini eleştirir, adaletsizliği kınamaktadır. Bu beyitte adaletin ve dürüstlüğün önemi vurgulanarak, insanın karakterinin bu değerlere uygun olup olmadığı sorgulanmaktadır.

Kadı ola davacı vü muhzır dahi şahit
Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet

Bu beyitte, şair adalet sisteminin tarafsızlığına ve doğruluğuna yönelik bir eleştiri yapmaktadır.

"Kadı ola davacı vü muhzır dahi şahit" ifadesiyle, mahkemede görev alan kadının (hakimin) davacı, müdahil ve tanıklarla kişisel ya da tarafgir bir ilişkisi olmaması gerektiği vurgulanır. Kadının, davacı, davalı veya şahitlerden biriyle özel bir bağı ya da tarafgirliği varsa, adaletin sağlanması zorlaşabilir.

"Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet" ifadesiyle de, bir mahkemenin hükmünün adaletle bağdaşması gerektiği ve her türlü dış etkiden arınmış olması gerektiği vurgulanır. Şair, eğer mahkemenin hükmü tarafgarse ve adil olmayan bir şekilde verilirse, bu durumda gerçek anlamda adaletin sağlanamayacağını ifade eder.

Beyitteki temel tema, adli süreçte tarafsızlığın ve objektifliğin önemi üzerinedir. Adaletin, mahkeme sürecinde bağımsız ve adil bir şekilde uygulanması gerektiği vurgulanmaktadır.

Ey mürtekib-i har bu ne zillet ki çekersin
Bir kaç kuruşa müddet-i ümrünce hacâlet

Lâ'net ola ol mâle ki tahsîline ânın
Yâ din ola yâ ırz veya namus ola âlet

Âdem olanın hayr olur âdemlere kasdı
İnsanlığa insanda budur işte delâlet

İnsan ona derler ki ede kalb-i rakîki
Alâm-ı ben-i nev'i ile kesb-i melâlet

Âdem ona derler ki garazdan ola sâlim
Nefsinde dahi eyleye icrâ-yı adalet

Sâdık görünür kisvede erbâb-ı hiyânet
Mürşid sanılır vehlede ashâb-ı dalâlet

Ekser kişinin suretine sîreti uymaz
Yârâb bu ne hikmettir ilâhi bu'ne halet

Ümmîd-i vefa eyleme her şahs-ı degalde
Çok hacıların çıktı haçı zir-i begalde

VII

Bir abd-i habeş dehre olur baht ile sultan
Dahhâk'in eder mülkünü bir gâve perişan
İkbâline idbârınadil bağlama dehrin
Bir dâirede devr edemez çenber-i devrân
Zâlim yine bir zulme giriftar olur âhır
Elbette olur ev yıkanın hanesi viran
Ekser görülür çünkü ceza cins-i amelden
Encamda âhenden ölür rahne-i sühan
Tezkîr olunur la'n ile haccâc ile cengiz
Tebcîl edilir nûşirevan ile süleyman
Kabil midir elfaz ile tagyir-i hakikat
Mümkün mü ki tefrik oluna küfr ile îmân
Birhâkden inşâ olunur deyr ile mescid
Birdir nazar-ı hak'da mecûs ile müselman
Her derdin olur çaresi her inleyen ölmez
Her mihnete bir âhir olur hem gama pâyan
Geh çâk olunur damen-i pâkize-i ismet
Geh iffet eder âdemi ârâyiş-i zindan
Sabr et siteme ister isen hüsn-i mükâfat
Fikreyle ne zulm eylediler yusuf a ihvan
Zâlimlere bir gün dedirir kudret-i mevlâ
Tallahi lekad âserakellâhu aleynâ
VIII

Her şahsı harîm-i hakk'a mahrem mi sanırsın
Her tâc giyen çulsuzu edhem mi sanırsın
Dehri araşan binde bir âdem bulamazsın
Adem görünen harlan âdem mi sanırsın
Çok mukbili gördüm ki güler içi kan ağlar
Handan görünen herkesi hurrem mi sanırsın
Bil illeti kıl sonra müdâvâta tasaddî
Her merhemi her yareye merhem mi sanırsın
Kibre ne sebeb yoksa vezirim deyu gerçek
Sen kendini düstûr-ı mükerrem mi sanırsın
Ey müftehir-i devlet-i yek-rûze-i dünya
Dünya sana mahsûs u müsellem mi sanırsın
Hâlî ne zaman kaldı cihan ehl-i tama'dan
Sen zâtını bu âleme elzem mi sanırsın
En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun
Sen herkesi kör âlemi sersem mi sanırsın
Bir gün gelecek sen de perîşan olacaksın
Ey gonca bu cem'iyyeti her-dem mi sanırsın
Nâmerd olayım çarha eğer minnet edersem
Çevrinle senin ben keder etsem mi sanırsın
Allah'a tevekkül edenin yaveri hak'tır
Nâşâd gönül bir gün olur şâd olacaktır
IX

Pek rengine aldanma felek eski felektir
Zîrâ feleğin meşreb-i nâsâzı dönektir
Yâ bister-i kemhada ya vîrânede can ver
Çün bây ü gedâ hâke beraber girecektir
Allah'a sığın sahs-ı halimin gazabından
Zîrâ yumuşak huylu atın çiftesi pektir
Yaktı nice canlar o nezaketle tebessüm
Şirin dahi kasd etmesi cana gülerektir
Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma
Zer-dûz palan vursan eşek yine eşektir
Bed-mâye olan anlaşılır meclis-i meyde
İşret güher-i âdemi temyize mihekktir
Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir
Tekdîr ile uslanmayanın hakkı kötektir
Nadanlar eder sohbet-i nadanla telezzüz
Dîvânelerin hem-demi dîvâne gerektir
Afv ile mübeşşer midir ashâb-ı merâtib
Kânûn-ı ceza âcize mi has demektir
Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efrâz
Bir kaç kuruşu mürtekibin câyı kürektir
İman ile din akçadır erbâb-ı gınada
Nâmûs u hamiyyet sözü kaldı fukarada
X

İkbâl için ahbabı siâyet yeni çıktı
Bilmez idik evvel bu dirayet yeni çıktı
Sirkat çoğalıp lafz-ı sadâkat modalandı
Nâmûs tamam oldu hamiyyet yeni çıktı
Düşmanlara ahbabını zemm oldu zerafet
Dildârdan agyâra şikâyet yeni çıktı
Sâdıkları tahkîr ile red kaide oldu
Hırsızlara ikram u inayet yeni çıktı
Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi
Hâinlere amma ki riâyet yeni çıktı
Aciz olanın ketm olunur hakk-ı sarîhi
Mahmîleri her yerde himâyet yeni çıktı
İsnâd-ı ta'assub olunur merd-i gayura
Dinsizlere tevcih-i reviyyet yeni çıktı
İslâm imiş devlete pâ-bend-i terakki
Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı
Milliyyeti nisyan ederek her işimizde
Efkâr-ı frenge tebaiyyet yeni çıktı
Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık
Zîrâ ki ziyan ortada bilmem ne kazandık
XI

Zahirde görüp bizleri sanma ukalâyız
Biz bir sürü âkil sıfatında budalayız
Akil denilir mi bize kim hâli bilirken
Dildâde-i âlâyiş-i nîreng-i hevâyız
Yârân-ı vatandan bizi özler bulunursa
Düştük sefer-i gurbete muhtâc-ı duayız
Terkîb-i acîbiz iki hâsiyyetimiz var
Ahbabımızın devletiyiz hasına belâyız
Küncîde durur hırkamız altında künûzât
Dervişleriz gerçi nazarda fukarayız
Ukbâya yarar bir işimiz yok ise bârî
Azâde-dil-i şâibe-i zerk ü riyayız
Devletlülere bizleri tahkir düşer mi
Biz âciz isek de yine mahlûk-ı hüdâyız
Bir âfet-i hunhara esîr oldu gönül kim
Her nâzına her lâhzada bin kerre fedayız
Hatırda durur sohbetinin lezzeti hâlâ
Gerçi o şereften nice yıldır ki cüdayız
Her çevrine razılarız ey şâh-ı melâhat
Bizler ki kuluz mu'tasım-ı bâb-ı rızâyız
İster bize lutf eyle diler bizden ırağol
Dünyada heman sen şeref ü şân ile sağ ol
XII

Her millet için bir düzüye adlini âm et
Fikr-i gazab-ı hazret-i mabûd-ı enam et
Bevvâl-i çeh-i zemzemi la'netle anar halk
Sen kabe gibi kendini hürmetle benâm et
İncinmemek istersen eğer mülk-i fenada
Bir kimseyi incitmemeğe hasr-ı meram et
Bir yerde ki yok nağmeni takdir edecek gûş
Tazyi'-i nefes eyleme tebdîl-i makam et
Avret gibi mağlûb-ı hevâ olma er ol er
Nefsin seni râm etmeye sen nefsini râm et
Mânend-işecernâbit olur sabit olanlar
Her kangı işin ehli isen anda devam et
Noksanını bil bir işe ya başlama evvel
Yâ başladığın kâr-ı pezîrâ-yı hitâm et
Uğrarsa saba râhın eğer semt-i irak'a
Bağdad iline doğru dahi azm ü hıram et
Merdân-ı suhendânı ziyaret edip andan
Adâb ile git ravza-i rûhî'ye selâm et
Tahsinini arz eyleyip evvelce ziyâ'nın
Bu beyti huzurunda oku hatm-i kelâm et
Meydân-ı suhende yoğ iken sen gibi bir er
Bir şâir-i rûm oldu sana şimdi beraber

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler. Daha fazlası için bizi motive ediyor.

Daha yeni Daha eski