Şiir Tahlili: Terci-i Bend Ziya Paşa

 Ziya Paşa'nın "Terci-i Bend" adlı eseri, 19. yüzyıl Osmanlı edebiyatının önemli eserlerinden biridir. Bu eser, şairin dünya görüşünü, insan hayatına dair düşüncelerini ve çağının sosyal, siyasi ve kültürel meselelerine dair eleştirilerini içermektedir. "Terci-i Bend," alegorik bir dil ve derin düşünsel katmanlarla örülüdür. Ziya Paşa, eserinde yaşadığı dönemin sorunlarına dair çeşitli metaforlar kullanarak düşüncelerini ifade etmiştir.



Eserde geçen beyitlerde, evrenin karmaşıklığının bir dershane olduğu, her detayın önceki bir planın izlerini taşıdığı ve insanın hayatındaki olayların bir öğrenme sürecine benzetildiği görülmektedir. Ayrıca, tabiatın detaylarının incelenmesinin bir nihayete ulaşmaya yönlendirdiği ve insanın kesin bilgiye ulaşmasının imkansız olduğu fikirleri de dile getirilmektedir. Ziya Paşa, eserinde ayrıca doğa, insan, evren gibi kavramları ele alarak, varlık nedenleri ve hayatın anlamı üzerine düşünmekte ve bu düşüncelerini derin bir üslupla ifade etmektedir.

Ziya Paşa, Osmanlı edebiyatının Tanzimat döneminin önemli şair ve yazarlarından biri olarak bilinir. Şiirlerinde sade bir dil, derin anlam ve düşünce zenginliği ile dikkat çeker. "Terci-i Bend" de bu özellikleri taşıyan önemli bir eseridir. Bu yazıda sizlerle birlikte Ziya Paşa'nın Terci-i Bend isimli eserini okumak ve ayrıntılı açıklayarak anlamaya çalışacağız. Umarım liseedebiyat.com gibi hırsız site bu yazımı da çalmaz. 3-4 gün emek veriyorum bir bakıyorum başka site benim emeğimi çalmış. Bu oldukça moral bozucu oluyor.

– I –

Bu kârgâh-ı sun’ aceb dershânedir,
Her nakş bir kitâb-ı ledünden nişânedir.

Ziya Paşa, dünya ve hayatı bir okul, bir dershane olarak tasvir ediyor. "Bu kârgâh-ı sun'" ifadesiyle, dünyanın bir karmaşa ve sınav yerine benzetiliyor. Her olay, durum ve detay, öğrenme sürecinin bir parçası olarak görülüyor. "Her nakş bir kitâb-ı ledünden nişânedir" ifadesiyle de, her detayın bir önceki planın izlerini taşıdığı ve bir şeyler öğretmeye yönelik olduğu vurgulanıyor. Bu beyitlerde, insan hayatının öğrenme ve deneyimle dolu bir süreç olduğu fikri öne çıkıyor.

Gerdûn bir âsiyâb-ı felâket-medârdır,
Gûyâ içinde âdem-i âvâre dânedir.

Bu beyitte Ziya Paşa, dünyayı felaketlere gebe bir yer olarak tasvir ediyor. "Gerdûn bir âsiyâb-ı felâket-medârdır" ifadesiyle, dünyanın felaketlerin ortaya çıktığı bir saha olduğunu ifade ediyor. "Gûyâ içinde âdem-i âvâre dânedir" ifadesiyle de, dünya içinde dolaşan insanın adeta bir derviş gibi gezdiğini, yaşadığı zorluklara, felaketlere maruz kaldığını anlatıyor. Bu beyitler, insanın dünya üzerinde gezindiği sırada karşılaştığı olumsuz durumları ve zorlukları ifade eden bir anlam içerir.

Mânend-i dîv beççelerin iltikâm eder,
Köhne ribât-ı dehr aceb âşiyânedir.


Bu beyitte Ziya Paşa, insanların hayat boyunca zorluklarla ve belirsizliklerle karşılaşmasını ifade ediyor. "Mânend-i dîv beççelerin iltikâm eder" ifadesiyle, insanların dikenli yollardan geçtiğini, zorluklarla mücadele ettiğini belirtiyor. "Köhne ribât-ı dehr aceb âşiyânedir" ifadesiyle ise, zamanın eski ve yıpranmış bir manastır gibi garip ve tuhaf olduğunu ifade ediyor. Bu beyitte, yaşamın zorluklarının ve zamanın karmaşıklığının altını çizerek, insanın hayat boyunca bu zorluklara meydan okumasını ve başa çıkmasını anlatan bir anlam bulunmaktadır.

Tahkîk olunsa nakş-ı temâsîl-i kâinât,
Ya hâb ü ya hayâl ü yâhud bir fesânedir.

Bu beyitte Ziya Paşa, evrenin detaylı bir şekilde incelendiğinde, ortaya çıkan görüntünün ya bir hayal, ya da gerçekliğin izlerini taşıyan bir rüya veya masal olduğunu ifade ediyor. "Tahkîk olunsa nakş-ı temâsîl-i kâinât" ifadesiyle, evrenin detaylı bir şekilde incelenmesi durumunda, onun gerçekliğinin ortaya çıkacağını vurguluyor. Ancak bu gerçeklik, ya bir hikaye (fesâne), ya da hayal ve düş ile ilgili olabilir. Bu beyitte, bilgi ve gerçeğin karmaşıklığına dair bir düşünce ve eleştiri bulunmaktadır.

Müncer olur umûr-ı cihân bir nihâyete,
Sayfın şitâya meyli, bahârın hazânedir.

Bu beyitte Ziya Paşa, dünyanın olaylarının bir sona erdiğini ve bu durumun bir nihayet noktasına ulaştığını ifade ediyor. "Müncer olur umûr-ı cihân bir nihâyete" ifadesiyle, dünya işlerinin ve olaylarının bir sona ereceğini belirtiyor. "Sayfın şitâya meyli, bahârın hazânedir" ifadesiyle ise, sayfanın kışa doğru yönelmesiyle birlikte baharın hazinelerinin depolandığını, yani bir dönemin sonlanıp diğerinin başladığını ifade ediyor. Bu beyit, zamanın akışı ve dünyanın geçici doğası hakkında bir düşünceyi yansıtmaktadır.

Kesb-i yakîne âdem için yoktur ihtimâl,
Her i’tikâd akla göre gâibânedir.

Bu beyitte Ziya Paşa, insanın kesin bilgiye ulaşmasının imkânsız olduğunu ifade ediyor. "Kesb-i yakîne âdem için yoktur ihtimâl" ifadesiyle, insanın kesin bilgiye ulaşma konusunda imkânsızlığını belirtiyor. "Her i’tikâd akla göre gâibânedir" ifadesiyle de, inançların ve öğretilerin akıl tarafından tam olarak anlaşılamayacak kadar gizemli olduğunu vurguluyor. Bu beyit, insanın bilgi sınırlılığına ve bazı konuların tam olarak anlaşılamayışına dair bir düşünceyi yansıtmaktadır.

Yârab! Nedir bu keşmekeş-i derd-i ihtiyâç?
İnsanın ihtiyâcı ki bir lokma nânedir.

Bu beyitte Ziya Paşa, insanların hayatındaki zorluklara ve ihtiyaçlarının yoğunluğuna dikkat çekiyor. "Yârab! Nedir bu keşmekeş-i derd-i ihtiyâç?" ifadesiyle, insanların ihtiyaçlarının derin ve karmaşık bir probleme dönüştüğünü ifade ediyor. "İnsanın ihtiyâcı ki bir lokma nânedir" ifadesiyle ise, aslında insanın temel ihtiyacının sadece bir lokma yiyecek olduğunu, ancak hayatın karmaşıklığı ve zorluklar nedeniyle bu basit ihtiyacın bile büyük bir sorun haline geldiğini vurguluyor. Bu beyit, insanın temel ihtiyaçlarının bile zor koşullar altında karşılanmasının ne kadar güç olduğunu anlatan bir ifade içeriyor.

Yoktur siper bu kubbe-i fîrûze-fâmda,
Zerrât cümle tîr-i kazâya nişânedir.

Bu beyitte Ziya Paşa, dünya hayatının geçici ve zorlayıcı yanlarına dikkat çekiyor. "Yoktur siper bu kubbe-i fîrûze-fâmda" ifadesiyle, dünyanın parlak ve güzel görünen yüzeyinin altında bir korunma veya siper olmadığını belirtiyor. "Zerrât cümle tîr-i kazâya nişânedir" ifadesiyle de, dünyanın her an beklenmedik ve kaçınılmaz olaylarla dolu olduğunu, bu olayların kaderin okları gibi her yöne rastlayabileceğini vurguluyor. Bu beyit, dünya hayatının belirsizlik ve zorluklarla dolu olduğuna dair bir düşünceyi ifade etmektedir.

Asl-ı murâd hükm-i ezel bulmadır vücûd,
Zâhirdeki savâb ü hatâ hep bahânedir.


Bu beyitte Ziya Paşa, varlık sebebini ve hayatın anlamını ele alıyor. "Asl-ı murâd hükm-i ezel bulmadır vücûd" ifadesiyle, varlığın gerçek sebebini ve kaynağını Ezel'de, yani zamanın ötesinde aramak gerektiğini belirtiyor. "Zâhirdeki savâb ü hatâ hep bahânedir" ifadesiyle de, görünen yüzeydeki iyi ve kötü davranışların, asıl sebep ve niyetlerin ötesinde, birer bahane olduğunu ifade ediyor. Bu beyit, insanın varlık sebebini ve davranışlarının ötesindeki gerçekleri düşünmeye çağıran derin bir düşünceyi yansıtmaktadır.

Bir fâilin meâsiridir cümle hâdisât,
Ne iktizâ-yı çerh ü ne hükm-i zamânedir.


Bu beyitte Ziya Paşa, dünya olaylarının bir failin eserleri olduğunu ifade ediyor. "Bir fâilin meâsiridir cümle hâdisât" ifadesiyle, tüm olayların bir faillikten kaynaklandığını ve bir eylemin sonuçlarının yaşanan olaylara yansıdığını vurguluyor. "Ne iktizâ-yı çerh ü ne hükm-i zamânedir" ifadesiyle de, bu olayların ne kadar acımasız veya ne kadar adil olduğunu belirlemenin güç olduğunu ifade ediyor. Bu beyit, olayların arkasındaki sebepleri anlamanın ve olaylara anlam yüklemenin zorluklarına dikkat çeken bir düşünceyi içermektedir.

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

Bu beyitlerde Ziya Paşa, Allah'ın sınırsız kudretini ve yaratılışındaki şaşırtıcı güzellikleri dile getiriyor. "Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl" ifadesiyle, yaratılışındaki mucizelerle dolu olan Allah'ın, akıl ve düşünce sınırlarını aşan bir varlık olduğunu ifade ediyor. "Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl" ifadesi ise, Allah'ın kudretinin sınırlarını aşan ve hayal gücünü zorlayan bir güçte olduğunu vurguluyor. Bu beyitlerle Ziya Paşa, Allah'ın büyüklüğünü, yaratılışındaki hikmeti ve kudretini dile getirerek insanı düşünmeye ve hayranlığını ifade etmeye çağırıyor.

– II –

Ecrâm-ı bî-nihâye ile pürdür âsmân,
Nisbet olunsa zerre değildir bu hâk-dân.

Bin şems-i tâbdâr ü hezârân meh-i münîr,
Yüz bin sevâbit ü nice seyyâre-i ıyân.

Her şems eder tevâbi-i mahsûsasiyle seyr,
Her tâbie tevâbi-i uhrâ eder kırân.

Her şems eder levâhikına neşr-i feyz-i hâs,
Her lâhikın tabiatı emsâline nihân.

Her cümle merkezinde eder seyr-i bî-vukûf,
Her kıt’a mihverinde bulur feyz-i câvidân.

Her cümle-i vesîada mebsût bin vücûd,
Her kıt’a-yı fesîhada meşhûd bin cihân.

Her bir vücûd masdar olur bin vücûd için,
Her bir cihân hezâr cihândan verir nişân.

Her zerrede tarîka-i mahsûsa üzre feyz,
Her cismde tabîat-ı mahsûsa üzre cân.

Her âlemin sinîn ü tevârîhi muhtelif,
Her bir zemînde başka hisâb üzeredir zaman.

Peyvestedir sevâhili girdâb-ı hayrete,
Bir bahrdır ki hâsılı bu bahr-ı bî-kerân.

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

– III –

Bir zerredir ki zerre-i nâ-müntehâ-yı hâk,
Bir zerre hârice edemez andan infikâk.

Lübbü lehîb-i nâr ile bir gûy-ı âteşîn,
Kışrı mecâri-i yemm ü nehr ile çâk çâk.

Nisbetle kışrı hacmine ol lübb-i âteşin,
Şol kubbedir ki ferş oluna anda berg-i tâk.

Bu kışrdır ki cümle-i hayvâna rûz u şeb,
İhzâr-ı rızk u tûşe için eyler inhimâk.

Gâhî teneffüs eyleyicek ejder-i zemîn,
Kûh-ı şerer-feşânlar eder arzı lerze-nâk.

Ol zerre-i cesîmeyi fânûs-ı şem’-vâr,
Olmuş muhît tûde-be-tûde nesîm-i pâk.

Kim rûz u şeb o sofra-i âlem-şümûlden,
Her nefs rızkın almada ber-vech-i iştirâk.

Bu noktadır yemîn ü şimâli beyân eden,
Eyler cihâta akl bu merkezden insilâk.

Zerrât-ı kevn bunda bulur neşve-i hayât,
Efrâd-ı halk bunda çeker cür’â-yı helâk.

Husbîde-i firâş-ı emândır nüfûs hep,
Bir top-ı şû’le-nâkde bî-kayd-ı vehm ü bâk.

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

– IV –

Dendân-ı şîre lokma olur âhuvân-ı zâr,
Bir gûsfendi tû’me kılar gurk-i cân-şikâr.

Bî-cürm iken gıdâ-yı anâkib olur meges,
Mâ’sum iken kebûteri şâhin eder şikâr.

Âciz iken ukâba giriftâr olur keşef,
Gûk-ı zaîfi kût edinir bî-vesîle mâr.

Bî-cünha mâkiyân-beçeyi çâk eder zagan,
Bî-sâbıka dü pâre eder mûşu mûş-hâr.

Güncişk-i zâr-ı bâşe-i perrân helâk eder,
Eyler tezervi pençe-i gadrinde bâz hâr.

Mâr-ı zemîne lokma olur mürg-i tîz-per,
Mürg-i hevâya tu’me olur mâhî-i bihâr.

Gavvâsı hırs-ı gevher eder lokma-i neheng,
Kebgi ümîd-i dâne eder teleye şikâr.

Dürdâne-i derûnu için çâk olur sadef,
Âvâzıdır kafesde eden bülbülü nizâr.

Bîdesterin helâkine hayye olur sebeb,
Katl-i samûr-ı zâra olur postu medâr.

Gâlib zebûnu kâidedir eylemek telef,
Yerde, hevâda, bahrde cârî bu gîrûdâr.

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

– V –

Gâh âfitâb u gâh kevâkib gehi cemâd,
Oldu ilâh-ı mu’tekad-ı zümre-i ibâd.

Geh icl ü gâh âteş ü Yezdân u Ehrimen,
Geh nûr u zulmet oldu kazâyâ-yı i’tikâd.

Akl u cemâl ü aşk ilâh oldu bir zaman,
Bütlerle doldu bir nice yıl cümle-i bilâd.

Encâm erdi nevbet-i tevhîd-i zât-ı Hak,
Geldi zuhûra bunda da bin fitne bin fesâd.

Geh ayn u gâh gayr sanıp halk u hâlıkı,
Geh cem’e gâh farka ukûl etti i’timâd.

Oldu hezâr zât denip geh sıfâta ayn,
Bir aslda gehî nice asl etti ittihâd.

Her şahs nefs unsuruna nisbet eyleyip,
Aklınca bir ilâh-ı müşahhas eder murâd.

Yek-dîgere ne rütbe muhâlifse şahs u akl,
Âlemde ol kadar mütehâliftir i’tikâd.

Hikmet budur ki âherine hasm olur bilip,
Her kavm kendi mesleğini menhec-i sedâd.

Ammâ bu ihtilâf ile maksûdu cümlenin,
Bir hâlıka hulûs ile etmektir inkıyâd.

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

– VI –

Güller güler figânla geçer ömr-i andelîb,
Bîmâr ihtizârda ücret diler tabîb.

Mânend-i lâşe nâ’ş-ı tüvanger zelîl ü hâr,
Kerkes misâl vâris ü gassâl nâ-şekîb.

Bâlîn-i nâza hâce-i şehr eyler ittikâ,
Hâk-i mezellet üzre yatır aç bir garîb.

Pertev-fürûz-ı bezm-i tarab şem-i hande-rîz,
Pervâne-i şikeste-per üftâde-i lehîb.

Sûm ü basal çü nergis ü lâle güşâde-leb,
Mahbûs künc-i mahfaza-i tengnâda tîb.

Bister-nevâz-ı izz ü safâ ahmak-ı hasîs,
Külhan-nişîn-i züll ü hevân âkıl-i hasîb.

Geh devlet-i cihândan eder cehl behre-yâb,
Geh lokma-i aşâdan eder akl bî-nasîb.

Makbûl-i bezm-i sohbet olur müfsid-i leîm,
Menfûr-ı tab’-ı âlem olur nâsih-i musîb.

Gâhî muhakkar-ı cühelâ şâir-i beliğ,
Gâhî musahhar-ı humakâ fâzıl-ı edîb.

Bir âcizin maîşeti noksan-pezîr olur,
Bir zâlimin umûru eder kesb-i fer ü zîb.

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

– VII –

Yârab! Nedir bu dehrde her merd-i zû-fünûn,
Olmuş belâ-yı akl ile ârâmdan masûn!

Yârab! Niçin bu arsada her şahs-ı ârifin
Mikdâr-ı fazlına göre derdi olur füzûn?

Her hangi sûya atf-ı nigâh etse bî-huzûr,
Her hangi şey’e sarf-ı hayâl etse aklı dûn.

Mümkün müdür ki hakîkat-i eşyâyı vezn ü derk?
Mîzan-ı akla dirhem-i tâdil iken zunûn.

Güncîde-i basîret olur mu bu acz ile?
Haysiyyet-i havâdis ü keyfiyyet-i şuûn.

Gûyâ ki bunca mihnet ü gam az gelip olur,
Bir de tahakküm-i cühelâ ile bağrı hûn.

Bilmem ki muktezâ-yı nizâm-ı cihân mıdır?
Dâim cihânda câhil olur mes’adet-nümûn!

Cârî cihân cihân olalıdır bu kâide,
Bir akmak-ı denîye olur ehl-i dil zebûn.

Nâdânı firâz-ı izz ü saâdette ser-firâz,
Dânâ hazîz-i acz ü mezellette ser-nigûn.

Nâdânı kâm-perver eder tâli’-i bülend,
Ehl-i kemâli sâil eder baht-ı vajgûn.

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

– VIII –

Düştü cüdâ naîm-i safâdan Ebü’l-beşer,
Oldu Halîl’e tecrübe-geh gerden-i beşer.

Yâkûb’u kıldı firkat-i ferzend eşk-bâr,
Oldu cenâb-ı Yûsuf’a çâh-ı belâ makarr.

Eyyûb’u illet-i beden inletti zâr zâr,
Minşâra eyledi Zekeriyyâ fedâ-yı ser.

Başı kesildi gadr ile Yahyâ-yı mürselin,
Çıktı semâya zulm ile İsî-i bî-peder.

Tâif’de nâ’li lâ’le dönüp oldu hem şikest,
Yevm-i Uhud’da dürre-i nâb-ı Peygamber.

Taş bağladı mecâ’ ile batn-ı pâkine,
Dünyâya rağbet eylemedi seyyidü’l-beşer.

Te’sîr-i semm ile eyledi Sıddîk irtihâl,
Oldu şehîd-i tîg-i kazâ âkıbet Ömer.

Encâm erdi câmi-i Kur’ân şehâdete,
Âhir cenâb-ı Haydar’a da etti tîg eser.

Mesmûmen etti zât-ı Hasan Adn’e intikâl,
Mazlûmen oldu Şâh-ı şehîdân bürîde-ser.

Her kimde aşk gâlib ise kurb-ı Hazret’e,
Ol denli andadır elem ü derd-i bîşter.

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

– IX –

Kimdir bu aczi hâss kılan nev’-i âdeme?
Kimdir bu nev’i eşref eden cümle âleme?

Şeytân u nefsi kimdir eden âlet-i şürûr?
Kimdir koyan zebûn-ı hevâyı cehenneme?

Mansûr’u kim düşürdü Ene’l-hak diyârına?
Kim verdi hükm katli için şer’-i erkeme?

Kimdir şarâbı hurmet ile telh-kâm eden?
İ’mâl-i câm ü bâdeyi kim öğreten Cem’e?

Kimdir Yehûd’u münkir-i i’câz-ı Hakk eden?
Kimdir Mesîh’i nefh kılan zât-ı Meryem’e?

Kimdir veren cesâret-i şerr ü fezâhati?
Süfyân’a, Ca’de’ye, Şemr’e, İbn Mülcem’e?

Kimdir Nasîr-i Tûs’u Hülâgû’ya sevk eden?
Musta’sım’ı kim etti karîn İbn-i Alkem’e?

Kimdir veren alîle tedâvîye ihtiyâç?
Kimdir koyan meziyyet-i ıslâhı merheme?

Zenbûr kimden eyledi tahsîl-i hendese?
Bülbüllere kim eyledi ta’lîm-i zemzeme?

Kimdir bu kârgâha çeken perde-i hafâ?
Kimdir veren tasavvur-ı teftîş âdeme?

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

– X –

Etmiş kimisi râhatın ikbâl için fedâ,
Olmuş kimi beliyye-i idbâra mübtelâ.

Olmuş kimi tüvanger-i devrân iken zelîl,
Olmuş kimine serveti sermâye-i anâ.

Toplar kimisi vâris ü hâdis için nukûd,
Eyler kimisi servet için ömrünü hebâ.

Düşmüş kimi tecessüs-i kibrît-i ahmere,
Olmuş kimine mûcib-i iflâs kimyâ.

Etmiş kimin harîs-i kıtâl arzû-yı şân,
Kılmış tama’ kimisini can-dâde-i vegâ.

Olmuş kimi musahhar-ı efsûn-ı çeşm-i yâr,
Olmuş kimi mukayyed-i gîsû-yı dil-rübâ.

Etmiş hevâ-yı lâle kimin dâğdâr-ı gam,
Olmuş kimine derd-i gül ü yasemen belâ.

Tefrîk için kimisi okur rukye-i füsûn,
Teshîr için kimisi yazar nüsha-i duâ.

Olmuş kimi safâ ile rind-i piyâle-keş,
Olmuş kimisi hırs ile üftâde-i riyâ.

Etmiş hulâsa bir emel-i hâs-ı bî-lüzûm,
Her şahs-ı hürü kayd-ı esâretle mübtelâ.

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

– XI –

Mazlûma zâlim eyler iken zulm ü gadr ü âl,
Kârında âsim olduğunu eylemez hayâl.

Emvâl-i halkı sârik alıp sârikim demez,
Kâtil vebâl-i katle dahî vermez ihtimâl.

Ber-vech-i hak beyân eder elbette fi’line,
Her hangisinden eyler isen ayrıca suâl.

Bir memlekette salb olunur kâtı’-ı tarîk,
Bir yerde mûcib-i şeref ü fahr olur bu hâl?

Bir beldede hicâb-ı zenân ayb olur yine,
Bir şehrde bu hâlet olur bâis-i cemâl.

Meşreb olur şarâbı içip hurmetin bilir,
Mezheb olur hukûk-ı ibâdı görür helâl.

Bir âkıl-i müsellemetü’l-etvâra mahrem ol,
Mişvâr u tavrını nazar-ı î’tibâra al.

Seyret ne denlü vaz’-ı garîbi eder zuhûr,
Kim her biri cünûna olur başka başka dal.

Vâbestedir hayâline ef’âli herkesin,
Kimse umûruna edemez nisbet-i dalâl.

Akl ü cünûnu, bâtıl u hakkı beyân için,
Yoktur cihânda hayf ki mîzân-ı i’tidâl.

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

– XII –

Eyler sabâh şâmı vü leyli nehâr eder,
Sayfı kılar şitâ vü hazânı bahâr eder.

Nez’-i hayât-ı hayy eder emvâta cân verir,
Eyler gubârı âdem ü cismi gubâr eder.

Cism-i Halîl’e nârı eder nûr kudreti,
Nûru Kelîm’e hikmeti hem-reng-i nâr eder.

Leylî-i hüsnü çeşmine Şîrîn edip müdâm,
Ferhâd’ı derd-i aşk ile Mecnûn u zâr eder.

Demlerce bir tama’la kılar kalbi bî-huzûr,
Yıllarca bir emelle dili bî-karâr eder.

Bir mülkü harîs-i bî-sitemkâr için yıkar,
Bir kavmi bir münâfık ile târumâr eder.

Bir cismi izz ü nâz ile sâd-sâl besleyip,
Encâm-ı kâr pençe-i merge şikâr eder.

Yüz yılda bir vücûdu kılıp genc-i ma’rifet,
Âhir yerin nişîmen-i hâk-i mezâr eder.

Ârif odur ki mu’terif-i acz olup Ziyâ,
Bu hâdisât-ı câriyeden i’tibâr eder.

Mülkünde hakk-ı tasarruf eder keyfe mâ yeşâ,
İsterse kevni yok eder isterse var eder.

Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.

(Ziya Paşa)

Bu yazıda sizler için terci-i bend tahlili yapmaya anlamaya ve anlatmaya çalıştım. Bu yazı upuzun bir yazı olacak ama tamamlayana kadar uzun süre geçeceği için bir an önce sizlerle buluşturmaya can atıyorum. Daha fazla dayanamayıp tamamlanmadan yayınladım. Umarım bu haliyle de işinize yarar. Devamını istiyorsanız bu yazıya yorum yapın ben de ilgi gören bir yazıya devam etmiş olayın. Yazı ilgi görmüyorsa buna harcayacağım vakitle yeni yazılar ortaya koymaya çalışayım. Birazdan terkib-i bend'in tahliline de başlayacağım. Başka tahlillerde görüşmek dileğiyle.

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler. Daha fazlası için bizi motive ediyor.

Daha yeni Daha eski