Sadullah Paşa'nın "On Dokuzuncu Asır" Mazumesi: Aydınlanma ve Değişimin Şiirinin Tahlili


Sadullah Paşa, Osmanlı döneminin ünlü şairlerinden biri olarak edebiyat tarihinde önemli bir yere sahiptir. "On Dokuzuncu Asır" isimli gazeli, döneminin ruhunu ve değişen dünya görüşünü yansıtan etkileyici bir eserdir. Bu gazelde, on dokuzuncu yüzyılda gerçekleşen bilimsel, entelektüel ve sosyal gelişmelerin etkilerini ve döneme ait değişimleri anlatır. Bu eseri siz bendelimiyim.com okurları için ayrıntılı olarak tahlil etmek istiyorum.

Manzumenin başında, insanın idrak gücünün ışığıyla tamamladığı evrim sürecine ve potansiyellere ulaşmasına vurgu yapılır. İmkânlarının sınırlarını zorlayarak yükselme rütbesine eriştiği belirtilir. Manzume, basitlikten karmaşıklığa doğru ilerleyen bir dönüşümü anlatarak, teknoloji ve keşiflerle ilgili bilinmezliklerin aydınlandığını ifade eder.

Sadullah Paşa, gazelde mecazlar ve gerçekler arasındaki ilişkiyi de vurgular. Gerçeklerin mecazlara dönüşmesiyle, bilginin temellerinin sarsıldığı ve eski bilgilerin yerini bilinmezliklerin aldığı bir dönemden bahseder. Doğa, bilim, felsefe ve kimya gibi konuların bilgiye dair eski inançlarla yer değiştirdiği ve yeni anlayışlara evrildiği anlatılır.

Şiir, nesnelerin ve kavramların işlevlerindeki dönüşümlere de değinir. Sesin, uzaklıkların hesaplanmasında sadık bir haberci olduğu belirtilirken, buharın karanlığı aydınlatan ayetlerin doğuşunda rol oynadığı ifade edilir. Manzumede, doğanın yönünü değiştiren haber veren kuşlar gibi, bilginin de yayılmasıyla dünyanın değiştiği ve dönüştüğü vurgulanır.

Sadullah Paşa, manzumede on dokuzuncu yüzyılın dört bir yönünde bilginin taşınmasıyla ilgili bilgilerin yayıldığını ve bu sayede keşiflerin gerçekleştiğini anlatır

On Dokuzuncu Asır

  1. Erişti evc-i kemâlâta nûr-ı idrâkât
    Yetişti rütbe-i imkâna kısm-ı mümteniât
  2. Besâit oldu mürekkeb, mürekkeb oldu basit
    Bedâhet oldu tecârible hayli meçhûlât
  3. Mecâz oldu hakîkat, hakîkat oldu mecâz
    Yıkıldı belki esâsından eski mâlûmât
  4. Mebâhis-i felek ü arz ü hikmet ü kimyâ
    Değil vesâvis-i ezhân ü vehm ü temsilât
  5. Mesâil-i nazarîye tecârib oldu sened
    Erişti hadd-i yakîne fusûl-i zanniyyât
  6. Ukul-i zâhire sâid fezâ-yı ecrâma
    Kuvâ-yı câzibe kanunu pâye-i mirkat
  7. Nüfûs-ı fâkire nâzil kaâret-i arza
    Delîl-i mebhas-ı tekvîn defâin-i tabakât
  8. Havâ vü berk ü ziyâ vü buhâr u mıknâtıs
    Yed-i tasarruf-ı insanda unsur-ı harekât
  9. Ziyâ; hayâlen iken şimdi bil-fiil sâî
    Zılâl; zâil iken şimdi zîver-i mir’ât
  10. Sadâ; hesâb-ı mesâfâtta muhbir-i sâdık
    Buhâr; zulmeti tenvîrde ebda’-i âyât
  11. Cihât-ı erbaaya berk nâkil-i ahbâr
    Buhâr; bahr ü ber üstünde Hızr-ı nakliyyât
  12. Tefâhür eylemesin mi bu asr â’sâra
    Kısalttı bu’d-ı mekân ü zamânı muhtereât
  13. Ne kaldı çeşme-i hayvan ne dâru-yı Suhrâb
    Ne kaldı nusha-i efsûn ne hükm-i tılsımıyât
  14. Ne kaldı sa’d-ı tevâli ne kaldı nash-i kırân
    Ne kaldı reml ü kehânet, ne kaldı cifriyyât
  15. Ne var hümâda saâdet ne var şeâmet-i bûm
    Mukayyed asl-ı irâdâta cümle mec’ulât
  16. Ne Atlas âlemi hâmil ne Zühre fâil-i küll
    Değil ukul-i Felâtun usûl-i tekvînât
  17. Ne kaldı zann-ı tenâsüh, ne kaldı nâr-ı Mecûs
    Değil ukule Ekânîm kıble-i hâcât
  18. Esâs-ı hikmet-i asr oldu vahdet-i Bârî
    Taammüm eyledi aslü’l-usul-i mûtekadât
  19. Bulur gider cihet-i vahdetin umûm milel
    Vücûd-ı vahdeti müsbit olunca mâkulât
  20. Hudud-ı hakk u vezâif muayyen ü sâbit
    Ne kaldı cebr ü tegallüb ne kaldı keyfiyyât
  21. Hukuk-ı şahs u tasarruf masûn taarruzdan
    Verildi âlem-i umrâna başka tensîkât
  22. Ne mr Zeyd’in esîri ne Zeyd mr’a velî
    Müesses üss-i müsâvâta nass-ı mevzûât
  23. Münevver eyledi ezhânı intişâr-ı ulûm
    Mükemmel eyledi noksânı feyz-i matbûât
  24. Megarib oldu dirîga metâli-i irfân
    Ne kaldı şöhret-i Rûm u Arab ne Mısr u Herât
  25. Zamân zamân-ı terakki cihân cihân-ı ulûm
    Olur mu cehl ile kabil beka-yı cem’iyyât

Sadullah Paşa

On Dokuzuncu Asır Şiir Tahlili

1-Erişti evc-i kemâlâta nûr-ı idrâkât
Yetişti rütbe-i imkâna kısm-ı mümteniât

Anlayışın ışığıyla olgunluğun evine erişti İmkânın derecesine ulaştı erişilmez kısmet

Beyitte Sadullah Paşa kendisinin veya başka birinin başarılarını ve yükselişini anlatıyor. Beyitte teşbih, mecaz-ı mürsel ve kinaye gibi söz sanatları kullanılıyor.

Teşbih, bir şeyi başka bir şeye benzetmektir. Mesela beyitte evc-i kemâlât (olgunluk evi) ile insanın mükemmelliğe ulaştığı durum arasında teşbih yapılıyor.

Mecaz-ı mürsel, bir şeyin adını başka bir şeye vermek veya bir şeyin adını başka bir şeyden almak demektir. Mesela beyitte nûr-ı idrâk (anlayış ışığı) ile akıl ve zeka arasında mecaz-ı mürsel yapılıyor.

Kinaye, hem gerçek hem de mecaz anlamına gelen bir söz sanatıdır. Mesela beyitte kısm-ı mümteni (erişilmez kısmet) ile hem çok büyük bir talih hem de çok zor bir durum arasında kinaye yapılıyor.

2-Besâit oldu mürekkeb, mürekkeb oldu basit
Bedâhet oldu tecârible hayli meçhûlât

"Bir zamanlar karmaşık olanlar basit hale geldi, basit olanlar ise karmaşık hale geldi.
Ani ve beklenmedik olaylar, birçok bilinmeyenin ortaya çıkmasına neden oldu."

Bu beyitte, Sadullah Paşa, değişimin ve dönüşümün bir örneğini vererek, karmaşık ve basit kavramlarının yer değiştirdiğini ifade ediyor. Önceden anlaşılması güç olan şeyler artık daha kolay anlaşılır hale gelirken, basit görünen şeyler ise derinlikleriyle anlaşılması zor hale gelmiştir. Tecrübeler sonucunda ortaya çıkan yeni olaylar, birçok bilinmeyenin açığa çıkmasına sebep olmuştur.

Bu beyitte geçen "besâit" kelimesi, "karmaşık, zor" anlamına gelirken, "mürekkeb" kelimesi ise "basit" anlamına gelir. "Bedâhet" kelimesi ise "ani, beklenmedik" anlamındadır. "Tecârib" kelimesi ise "tecrübeler, deneyimler" demektir. "Hayli meçhûlât" ifadesi ise "birçok bilinmeyen" anlamına gelir.

Bu beyitte Sadullah Paşa, değişen zamanın getirdiği dönüşümleri ve bilinmezlikleri vurgulayarak, çağın karmaşıklığını ve keşfedilmemiş konuların önemini anlatmaktadır.

3-Mecâz oldu hakîkat, hakîkat oldu mecâz
Yıkıldı belki esâsından eski mâlûmât

Bu beyitte Sadullah Paşa, mecaz ve hakikat kavramlarının yer değiştirdiğini ve geçmişteki bilgilerin temellerinden sarsıldığını ifade ediyor. "Mecaz, gerçeklik haline geldi; gerçeklik ise mecaz oldu. Belki de bilgilerin esaslarından kaynaklı olan geçmiş bilgiler yıkıldı."

Bu beyitte Sadullah Paşa, mecaz ve hakikat kavramlarının değiştiğine dikkat çekiyor. Mecaz, bir kelimenin gerçek anlamından farklı bir anlamda kullanılması demektir. Hakikat ise gerçeklik, gerçek olan şeyler anlamına gelir. Sadullah Paşa, mecazın artık gerçek haline geldiğini ve gerçekliğin ise mecaz haline dönüştüğünü söyler.

Ayrıca beyitte geçen "esasından" ifadesi, bir şeyin temelinden veya kökünden gelmesi anlamına gelir. "Eski mâlûmât" ise geçmiş bilgileri ifade eder. Sadullah Paşa, belki de geçmişteki bilgilerin temelinde yer alan gerçeklerin yıkıldığını ve artık eskisi gibi geçerli olmadığını ima eder. Değişen zaman ve yeni keşifler, bilgilerin esaslarını sarsmış ve insanların bilgiye olan bakış açısını değiştirmiştir.

4-Mebâhis-i felek ü arz ü hikmet ü kimyâ
Değil vesâvis-i ezhân ü vehm ü temsilât

Bu beyitte Sadullah Paşa, göklerin, yerin, bilgeliğin ve kimyanın doğal yasalarının artık insanların iç dünyasındaki duygusal ve hayalî etkilerin, anlayışın ve sembolik temsillerin önüne geçtiğini ifade etmektedir. Beyti düz cümle haline aşağıdaki şekilde çevirebiliriz. Aslında bunu yapmaya gerek yok ama Ben Deli Miyim.com okuyucuları olarak günümüz Türkçesine de çevirmeye alıştırtık sizleri düz cümle şiirin tadını kaçırıyor. Önce açıklamayı okuyup sonra beyti yeniden okuyarak eserden daha fazla tat alırsınız.

"Göklerin, yerin, bilgeliğin ve kimyanın doğal yasaları, Artık duygusal etkilerin, algıların ve sembolik temsillerin önüne geçti."

Bu beyitte Sadullah Paşa, göklerin, yeryüzünün, bilgeliğin ve kimyanın doğal yasalarından bahseder. "Mebâhis-i felek ü arz ü hikmet ü kimyâ" ifadesiyle bu alanlarda gizli olan bilgiler ve ilahi düzen kastedilir. Ancak beyitteki "değil" ifadesiyle bu doğal yasaların artık insanların iç dünyasındaki duygusal etkilerin, algıların ve sembolik temsillerin önüne geçtiği vurgulanır.

Sadullah Paşa, bu beyitte insanların artık duygusal etkiler, hayal gücü ve sembolik temsillerle daha fazla meşgul olduğunu, gerçek ve bilimsel yasalardan uzaklaştığını ifade eder. Özellikle "vesâvis-i ezhân" (duygusal etkiler), "vehm" (algılar) ve "temsilât" (sembolik temsiller) kavramları, insanların iç dünyasında öncelik kazanmıştır.

5-Mesâil-i nazarîye tecârib oldu sened
Erişti hadd-i yakîne fusûl-i zanniyyât

Bu beyit teorik meselelerin artık pratik deneyimlere dönüştüğünü ve zanların sınırlarına ulaşıldığını ifade etmektedir.

"Teorik meseleler, pratik deneyimlere dönüştü, Varsayımların sınırları kesin bilgiye erişti."

Bu beyitte Sadullah Paşa, teorik meselelerin artık pratik deneyimlere dönüştüğünü belirtir. "Mesâil-i nazarîye" ifadesiyle teorik konular veya kuramsal meseleler kastedilir. Bu meselelerin "tecrübe" (pratik deneyim) ile sınandığını ve uygulanabildiğini ifade eder. Beyitte geçen "sened" kelimesi, deneyimlerin veya uygulamaların belgelendiği bir döneme işaret eder.

Ayrıca beyitteki "hadd-i yakîn" ifadesi, "kesin bilgi" veya "şüphesizlik sınırı" anlamına gelir. Sadullah Paşa, varsayımların sınırlarının artık kesin bilgiye ulaştığını vurgular. "Fusûl-i zanniyyât" ise varsayımların aşamalarını veya aşamalı olarak ortaya konulan fikirleri temsil eder.

Bu beyit, fikirlerin teorik aşamadan pratik deneyime geçtiğini ve varsayımların kesin bilgiye yaklaştığını ifade eder. Artık meseleler üzerinde daha sağlam ve somut bir temele dayanılarak ilerlendiğini gösterir.

6- Ukul-i zâhire sâid fezâ-yı ecrâma
Kuvâ-yı câzibe kanunu pâye-i mirkat

"Görünen nesneler, gökyüzünün atmosferine sevinç verir, Çekim kuvveti kanunu, yükselişin temelidir."

Bu beyitte Sadullah Paşa, gözle gördüğümüz nesnelerin atmosfere olan etkisinden ve çekim kuvveti kanununun yükselişin temelini oluşturduğundan bahseder. "Ukul-i zâhire" ifadesiyle görünen veya gözle görülebilir nesneler kastedilir. Bu nesnelerin "sâid" olarak nitelendirilmesi, atmosfere etkilerinden dolayı sevinç veya mutluluk verdiğini ifade eder.

Beyitte geçen "fezâ-yı ecrâma" ifadesi ise gökyüzü veya atmosfer anlamına gelir. Atmosferde meydana gelen olaylar ve etkiler kastedilmektedir.

Ayrıca "Kuvâ-yı câzibe kanunu" ifadesi, çekim kuvvetinin temelini oluşturan fiziksel kanunu ifade eder. Bu kanun, nesnelerin birbirlerine olan çekim kuvvetinin miktarını belirler. "Pâye-i mirkat" ifadesi ise yükselişin temelini veya dayanağını temsil eder.

Bu beyit, gözle görülebilen nesnelerin atmosfere etkilerine ve yükselişin temelini oluşturan çekim kuvveti kanununa dikkat çeker. Atmosferin ve çekim kuvvetinin evrende önemli rol oynadığını ve gözlemlediğimiz olayların bu etkilerden kaynaklandığını ifade eder.

7-Nüfûs-ı fâkire nâzil kaâret-i arza
Delîl-i mebhas-ı tekvîn defâin-i tabakât

"Fakir nüfusa toprağın gürültüsü iner, Yaratılışın kanıtı, tabakaların defteridir."

Bu beyitte "Nüfûs-ı fâkire" ifadesiyle fakir halk kastedilmektedir. "Kaâret-i arza" ifadesi ise toprağın yağışla birlikte yapmış olduğu gürültüyü anlatır. Yağmurun toprağa düşmesi, tarım ve bitki yetiştirme açısından önemli bir olaydır. Bu durum fakir nüfusun geçimine katkı sağlar.

Ayrıca "Delîl-i mebhas-ı tekvîn" ifadesi, yaratılışın kanıtı olarak tabir edilir. Bu ifadeyle yağmurun toprağa düşerek bitki yetişmesini sağlaması, doğadaki düzen ve yaratılışın bir kanıtı olarak gösterilir. "Defâin-i tabakât" ise tabakaların (toplumun sosyal sınıfları) geçimini sağlaması anlamına gelir. Yağmur, farklı sosyal tabakalardaki insanların geçim kaynaklarını oluşturan tarım faaliyetlerine katkıda bulunur.

Bu beyit, yağmurun fakir nüfusun geçimine katkı sağladığına ve doğadaki düzenin yaratılışın kanıtı olduğuna dikkat çeker. Toprağa düşen yağmurun, tarıma dayalı yaşamlarını sürdüren insanların geçim kaynağı olduğunu ve toplumdaki sosyal tabakaların bu düzende yer aldığını ifade eder.

8-Havâ vü berk ü ziyâ vü buhâr u mıknâtıs
Yed-i tasarruf-ı insanda unsur-ı harekât

"Hava, ışık, elektrik ve manyetizma, İnsanın tasarrufundaki el hareketinin unsurlarıdır."

Bu beyitte "Havâ vü berk ü ziyâ vü buhâr u mıknâtıs" ifadeleri, havanın (hava), ışığın (berk), elektriğin (ziyâ), buharın (buhâr) ve manyetizmanın (mıknâtıs) insanın kontrolünde olduğunu belirtmektedir. Bu unsurlar, insanın elindeki güç ve kontrolle manipüle edilebilir ve kullanılabilir.

"Yed-i tasarruf-ı insanda unsur-ı harekât" ifadesi ise, insanın kontrolünde olan bu unsurların, hareketin temel unsurları olduğunu ifade etmektedir. İnsanın elindeki güç ve kontrol, havayı yönlendirme, ışığı kullanma, elektriği kontrol etme, buharı kullanma ve manyetizmayı etkileme gibi hareketleri gerçekleştirmesine imkan sağlar.

Sadullah Paşa, bu beyitte insanın doğal unsurları kontrol etme yeteneğini vurgulayarak, insanın teknoloji ve bilim aracılığıyla doğayı anlama ve kullanma kabiliyetine dikkat çekmektedir. İnsan eliyle yönlendirilen bu unsurlar, günlük hayatta kullanılan birçok teknolojik ve bilimsel gelişmenin temelini oluşturur.

9-Ziyâ; hayâlen iken şimdi bil-fiil sâî
Zılâl; zâil iken şimdi zîver-i mir’ât

Bu beyitte Sadullah Paşa, "ziyâ" ve "zılâl" kavramlarını kullanarak, ışığın ve gölgelerin dönüşümünü anlatmaktadır.

"Ziyâ, hayâliyken şimdi gerçekte var,
Zılâl, yok iken şimdi aynanın süsüdür."

Burada "ziyâ" (ışık) ve "zılâl" (gölge) kavramları kullanılmıştır. "Ziyâ, hayâlen iken şimdi bil-fiil sâî" ifadesi, ışığın önceden hayalde var olan bir şeyken artık gerçek bir varlık haline geldiğini ifade etmektedir. Yani ışık, bir zamanlar sadece hayalde düşünülen bir şeyken, şimdi somut olarak mevcuttur ve etkin bir şekilde kullanılmaktadır.

"Zılâl, zâil iken şimdi zîver-i mir’ât" ifadesi ise, gölgenin önceden yok iken şimdi aynanın süsü olduğunu anlatmaktadır. Gölge, bir yüzey üzerinde ışığın engellenmesiyle oluşan bir görüntüdür. Gölge, ışığın varlığından yoksun bir halde iken şimdi bir aynanın yansıttığı güzelliklerin süsleyicisi haline gelmiştir. Yani gölge, aynada yansıtılan bir imajdır ve estetik bir özelliği vardır.

Sadullah Paşa, bu beyitte ışık ve gölgelerin dönüşümünü anlatarak, teknoloji ve bilimin ilerlemesiyle birlikte hayalde var olan birçok şeyin gerçeklik kazandığını ve kullanıldığını ifade etmektedir. Aynı şekilde, gölgeler de yansıtıcı yüzeyler aracılığıyla güzellik ve estetik sunmaktadır.

10-Sadâ; hesâb-ı mesâfâtta muhbir-i sâdık
Buhâr; zulmeti tenvîrde ebda’-i âyât

Bu beyitte Sadullah Paşa, "sadâ" ve "buhâr" kavramlarını kullanarak, sesin ve buharın özelliklerini anlatmaktadır.

"Sadâ, mesafelerin hesabında sadık bir habercidir,
Buhâr, karanlığı aydınlatarak işaretlerin kaynağıdır."

Burada "sadâ" (ses) ve "buhâr" (buhar) kavramları kullanılmıştır. "Sadâ, hesâb-ı mesâfâtta muhbir-i sâdık" ifadesi, sesin mesafelerin hesaplanmasında güvenilir bir haberci olduğunu anlatmaktadır. Ses, uzaklıkları ve mesafeleri iletmek, iletişim kurmak ve haber vermek için kullanılan bir araçtır. Ses dalgaları, bir yerden diğerine yayılarak bilgi taşır ve bu şekilde mesafelerin hesaplanmasında da kullanılabilir.

"Buhâr, zulmeti tenvîrde ebda’-i âyât" ifadesi ise, buharın karanlığı aydınlatarak işaretlerin kaynağı olduğunu ifade etmektedir. Buhar, sıcaklık ve basınç etkisiyle gaz hâlinden sıvı veya katı hâle dönüşen bir maddedir. Sadullah Paşa, buharı kullanarak karanlığı aydınlatma metaforunu kullanır. Buhar, ışık kaynağının olmadığı karanlık bir ortamda kullanıldığında işaretlerin görünür hale gelmesini sağlar. Böylece buhar, yeni bilgilerin veya anlamların ortaya çıkmasını temsil eder.

Sadullah Paşa, bu beyitte sesin ve buharın özelliklerini kullanarak, iletişim ve keşif açısından önemli olduklarını vurgulamaktadır. Ses, mesafelerin hesaplanmasında ve iletişimde kullanılırken, buhar da karanlık ortamlarda aydınlatma sağlayarak yeni işaretlerin keşfine yardımcı olmaktadır.

11-Cihât-ı erbaaya berk nâkil-i ahbâr
Buhâr; bahr ü ber üstünde Hızr-ı nakliyyât

"Dört cihetin haber taşıyan aydınlığı,
Buhâr; deniz ve karadan taşıyarak Hızr'ın nakliyatını gerçekleştirir."

Burada "cihât-ı erbaa" ifadesi, dört yöne (kuzey, güney, doğu, batı) işaret eder ve genel olarak her yöne ilişkin anlamları kapsar. "Berk nâkil-i ahbâr" ise, haber taşıyan aydınlığı ifade eder. Bu ifade, bilgi ve haberlerin dört bir yönden gelerek aydınlatıcı bir etkiye sahip olduğunu anlatır.

"Buhâr; bahr ü ber üstünde Hızr-ı nakliyyât" ifadesi ise, buharın deniz ve karayı aşarak Hızır'ın nakliyatını gerçekleştirdiğini ifade eder. Buhar, bir maddenin gaz hâline dönüşmesi ve taşıyıcı bir özelliği bulunmasıyla öne çıkar. Sadullah Paşa bu özelliği kullanarak buharı, deniz ve karayı aşarak taşımacılık yapabilen Hızır'ın (efsanevi figür) nakliyat aracı olarak nitelendirir. Buhar, sınırları aşan, engelleri aşan ve yolculuklarda kullanılan bir güçtür.

Bu beyitte Sadullah Paşa, dört yöne ilişkin aydınlığı haber taşıyan bir güce benzetirken, buharın da deniz ve karayı aşarak nakliyatı gerçekleştiren bir güç olduğunu vurgulamaktadır. Bu beyitteki metaforlar, bilginin ve haberlerin her yönden gelerek yayılmasını ve buharın taşıma gücünü anlatarak iletişim ve hareketlilik kavramlarını yüceltmektedir.

12-Tefâhür eylemesin mi bu asr â’sâra
Kısalttı bu’d-ı mekân ü zamânı muhtereât

Bu beyitte Sadullah Paşa, "tefâhür" (gurur duymak) kavramını kullanarak bir ifade oluşturmuştur.

"Bu asır, yeryüzüne gurur duymamalı mı?
Mekân ve zamanı kısalttı, işleri kolaylaştırdı."

Sadullah Paşa, "tefâhür eylemesin mi" ifadesiyle, bu çağın, yeryüzüne gurur duyulacak bir başarı ve ilerleme sağlamış olmasını ima etmektedir. "Bu asr â’sâra" ifadesiyle, bu çağın insanlara yönelik olduğunu ve insanlığın yararına olan gelişmeleri kastetmektedir.

Daha sonra, "kısalttı bu’d-ı mekân ü zamânı muhtereât" ifadesiyle, çağın mekân ve zaman kavramlarını kısalttığını ve işleri kolaylaştırdığını ifade etmektedir. "Bu’d-ı mekân" mekânın kısaltılması, "bu’d-ı zamân" ise zamanın kısaltılması anlamına gelir. "Muhtereât" ise, işlerin daha hızlı ve kolay bir şekilde gerçekleşmesini ifade eder.

Sadullah Paşa, bu beyitte çağın ilerlemelerinden bahsederek, mekân ve zamanın insanlar için daha erişilebilir hale geldiğini ve işlerin daha pratik bir şekilde yapılabildiğini vurgulamaktadır. Bu çağın getirdiği gelişmelerin insanlığa kolaylık sağladığını ve gurur duyulacak bir durum olduğunu ifade etmektedir.

13-Ne kaldı çeşme-i hayvan ne dâru-yı Suhrâb
Ne kaldı nusha-i efsûn ne hükm-i tılsımıyât

Bu beyitte, "çeşme-i hayvan" (hayvanın kaynağı), "dâru-yı Suhrâb" (Suhrâb'ın yurdu), "nusha-i efsûn" (büyü formülü) ve "hükm-i tılsımıyât" (tılsımın etkisi) gibi unsurların yok oluşu anlatılmaktadır.

"Hayvanın kaynağı ne kaldı, Suhrâb'ın yurdu ne kaldı? Büyü formülü ne kaldı, tılsımın etkisi ne kaldı?"

Bu beyitte şair, geçmişte var olan ve insanların hayal güçlerini besleyen bazı mistik unsurların yok olduğunu ifade etmektedir. "Çeşme-i hayvan" ifadesi, doğanın ve hayvanların kaynağını temsil ederken, "dâru-yı Suhrâb" ifadesi, efsanevi kahraman Suhrâb'ın yaşadığı yerin simgesidir. Şair, bu unsurların yok oluşunu vurgulayarak, doğanın ve mitolojik öğelerin kayboluşuna dikkat çekmektedir.

Aynı şekilde, "nusha-i efsûn" ifadesi, büyücülerin kullandığı büyü formülünü, "hükm-i tılsımıyât" ifadesi ise tılsımın etkisini temsil etmektedir. Şair, bu mistik ve gizemli unsurların kayboluşuna atıfta bulunarak, geçmişte var olan büyülü dünyanın günümüzde yerini yitirdiğini ifade etmektedir.

Bu beyit, geçmişteki mitolojik ve mistik unsurların zamanla unutulduğunu ve kaybolduğunu anlatarak, günümüzdeki değişimi ve modernleşmeyi yansıtmaktadır. Şair, geçmişin büyülü dünyasının yerini bilimsel ve teknolojik gelişmelere bıraktığını ima etmektedir.

14-Ne kaldı sa’d-ı tevâli ne kaldı nash-i kırân
Ne kaldı reml ü kehânet, ne kaldı cifriyyât

Bu beyitte, "sa'd-ı tevâli" (dönüş kudreti), "nash-i kırân" (kırık duyguların tamiri), "reml ü kehânet" (fal ve gelecek tahmini) ve "cifriyyât" (ilimlerin sembollerle ifade edilmesi) gibi unsurların yok oluşu anlatılmaktadır.

"Dönüş kudreti ne kaldı, kırık duyguların tamiri ne kaldı? Fal ve gelecek tahmini ne kaldı, ilimlerin sembollerle ifadesi ne kaldı?"

Bu beyitte şair, geçmişte var olan ve insanların hayatında önemli bir rol oynayan bazı gizemli ve manevi unsurların yok olduğunu ifade etmektedir. "Sa'd-ı tevâli" ifadesi, insanların kırık ve yaralı duygularını iyileştirmeye yönelik bir gücü temsil ederken, "nash-i kırân" ifadesi ise bu duyguların tamir edilmesini anlatır. Şair, bu güçlere ve yeteneklere artık sahip olunmadığını vurgulayarak, duygusal iyileşme ve tamirin zorlaştığını ifade etmektedir.

Aynı şekilde, "reml ü kehânet" ifadesi, geçmişte yaygın olan fal bakma ve gelecek tahmin etme pratiğini temsil ederken, "cifriyyât" ifadesi ise ilimlerin semboller ve işaretler aracılığıyla ifade edilmesini ifade etmektedir. Şair, bu gizemli ve bilinmezlikle ilişkilendirilen unsurların günümüzde yerini kaybettiğini ve insanların daha farklı yöntemlere ve anlayışlara yöneldiğini ifade etmektedir.

Bu beyit, geçmişteki manevi ve gizemli unsurların zamanla unutulduğunu ve kaybolduğunu anlatarak, günümüzdeki değişimi ve bilimsel yaklaşımın öne çıkışını yansıtmaktadır. Şair, geçmişin mistik dünyasının yerini daha rasyonel ve bilimsel bir yaklaşıma bıraktığını ima etmektedir.

15-Ne var hümâda saâdet ne var şeâmet-i bûm
Mukayyed asl-ı irâdâta cümle mec’ulât

Bu beyitte, "hümâda saâdet" (hümâ kuşunun mutluluk sembolü), "şeâmet-i bûm" (bûm ağacının işareti), "mukayyed asl-ı irâdâ" (belirsizliklerin kökü) ve "cümle mec'ulât" (tüm bilinmezliklerin) ifadeleri üzerinde durulmaktadır.

"Hümâ kuşunda mutluluk ne kaldı, bûm ağacının işareti ne kaldı? Belirsizliklerin kökü ne kaldı, tüm bilinmezlikler ne oldu?"

Bu beyitte şair, bazı sembollerin ve gizemli varlıkların yok oluşunu ifade etmektedir. "Hümâda saâdet" ifadesi, hümâ kuşunun mitolojik bir kuş olarak mutluluğu simgelemesini anlatırken, "şeâmet-i bûm" ifadesi ise bûm ağacının bilgelik ve işaretler verme gücünü temsil etmektedir. Şair, bu sembollerin ve işaretlerin artık mevcut olmadığını belirterek, geçmişteki gizemli ve mistik anlayışın zamanla kaybolduğunu ifade etmektedir.

Aynı şekilde, "mukayyed asl-ı irâdâ" ifadesi, belirsizliklerin kaynağını temsil ederken, "cümle mec'ulât" ifadesi ise tüm bilinmezlikleri ifade etmektedir. Şair, bu belirsizliklerin ve bilinmezliklerin artık sınırlanmış bir kökü olmadığını ve daha fazla meçhul olduğunu vurgulamaktadır.

Bu beyit, geçmişteki sembollerin, işaretlerin ve bilinmezliklerin zamanla unutulduğunu ve kaybolduğunu anlatarak, insanların daha rasyonel ve açıklayıcı bir yaklaşıma yönelmeye başladığını ifade etmektedir. Şair, geçmişin gizemli dünyasının yerini daha anlaşılır ve öngörülebilir bir anlayışa bıraktığını ima etmektedir.

16-Ne Atlas âlemi hâmil ne Zühre fâil-i küll
Değil ukul-i Felâtun usûl-i tekvînât

Bu beyitte, "Atlas âlemi" (evrenin taşıyıcısı olarak anılan Atlas), "Zühre fâil-i küll" (Venüs'ün her şeyi harekete geçiren etkisi), "ukul-i Felâtun" (Felâtun'un aklı) ve "usûl-i tekvînât" (yaratılışın prensipleri) ifadeleri üzerinde durulmaktadır.

"Atlas âlemi taşıyıcısı olmadığı gibi, Zühre her şeyi harekete geçiren etki değildir. Felâtun'un aklı, yaratılışın prensipleri değildir."

Bu beyitte şair, bazı mitolojik veya tarihi figürlerin ve kavramların gerçekliklerini sorgulamaktadır. "Atlas âlemi", mitolojide evreni taşıyan dev Atlas'ı ifade ederken, "Zühre fâil-i küll" ifadesi ise Venüs gezegeninin her şeyi harekete geçirdiği inancını anlatmaktadır. Şair, bu figürlerin gerçekliklerini reddederek, onların evrenin veya her şeyin hareketini kontrol ettiği düşüncesinin yanlış olduğunu ifade etmektedir.

Aynı şekilde, "ukul-i Felâtun" ifadesi, Felâtun adlı bir figürün aklını temsil ederken, "usûl-i tekvînât" ifadesi ise yaratılışın prensiplerini ifade etmektedir. Şair, Felâtun'un aklının ve yaratılışın prensiplerinin gerçekliğini sorgulayarak, bu kavramların doğru ve geçerli olmadığını ima etmektedir.

Bu beyit, mitolojik veya tarihi figürlerin ve kavramların gerçekliğini sorgulayarak, insanların daha eleştirel ve rasyonel bir bakış açısına sahip olmalarını vurgulamaktadır. Şair, mitolojik veya eski inanç sistemlerine dayanan anlayışların yerine daha bilimsel ve mantıklı açıklamalara yönelmeyi savunmaktadır.

17-Ne kaldı zann-ı tenâsüh, ne kaldı nâr-ı Mecûs
Değil ukule Ekânîm kıble-i hâcât

Bu beyitte, "zann-ı tenâsüh" (reenkarnasyon inancı), "nâr-ı Mecûs" (Zerdüştçülerin ateşi) ve "ukule Ekânîm" (Ekinlerin sahipleri) ifadeleri üzerinde durulmaktadır.

"Reenkarnasyon inancı yok olmuş, Zerdüştçülerin ateşi sönmüştür. Ekinlerin sahipleri hâcatın kıblesi değildir."

Bu beyitte şair, bazı inanç sistemlerini ve ritüelleri sorgulamaktadır. "Zann-ı tenâsüh" ifadesi, reenkarnasyon inancını ifade ederken, "nâr-ı Mecûs" ifadesi ise Zerdüştçülerin ateşini temsil etmektedir. Şair, bu inanç ve ritüellerin geçerliliğini reddederek, onların artık önemli olmadığını ve yok olduğunu ifade etmektedir.

Aynı şekilde, "ukule Ekânîm" ifadesi, ekinlerin sahiplerini temsil ederken, "kıble-i hâcât" ifadesi ise ihtiyaçların yöneldiği bir noktayı ifade etmektedir. Şair, ekin sahiplerinin, ihtiyaçların yönelim noktası olmadığını ve onların önemli olmadığını ifade etmektedir.

Bu beyit, bazı eski inanç sistemlerinin ve ritüellerin geçerliliğini sorgulayarak, insanların daha rasyonel ve mantıklı bir şekilde düşünmeleri gerektiğini vurgulamaktadır. Şair, eski inançlara bağlılık yerine bilimsel gerçeklere dayanan bir anlayışın benimsenmesini savunmaktadır.

18-Esâs-ı hikmet-i asr oldu vahdet-i Bârî
Taammüm eyledi aslü’l-usul-i mûtekadât

Bu beyitte, "esâs-ı hikmet-i asr" (çağın temel hikmeti) ve "vahdet-i Bârî" (Yaratıcının birliği) ifadeleri üzerinde durulmaktadır.

"Çağın temel hikmeti, Yaratıcının birliği oldu. İnançların temel prensipleri esas olarak kabul edildi."

Bu beyitte şair, çağın temel hikmetini ve inançların temel prensiplerini vurgulamaktadır. "Esâs-ı hikmet-i asr" ifadesi, çağın temel hikmetini, yani çağın en önemli bilgi ve anlayışını ifade etmektedir. Bu temel hikmet, "vahdet-i Bârî" yani Yaratıcının birliği olarak belirtilmektedir. Şair, Yaratıcının birliğinin, çağın en temel ve önemli hikmeti olduğunu ifade etmektedir.

Ayrıca, "taammüm eyledi aslü’l-usul-i mûtekadât" ifadesi, inançların temel prensiplerinin genel olarak kabul edildiğini ve yaygınlaştığını ifade etmektedir. "Aslü’l-usul-i mûtekadât" ifadesi, inançların temel prensiplerini temsil etmektedir. Şair, bu temel prensiplerin, toplum tarafından genel olarak kabul edildiğini ve yaygınlaştığını belirtmektedir.

Bu beyit, çağın temel hikmetinin Yaratıcının birliği olduğunu ve bu temel hikmetin inançların temel prensipleri olarak kabul edildiğini ifade eder. Şair, çağın bilgi ve anlayışının bu doğrultuda şekillendiğini vurgulayarak, Yaratıcının birliğine olan inancın yaygınlaştığını belirtmektedir.

19-Bulur gider cihet-i vahdetin umûm milel
Vücûd-ı vahdeti müsbit olunca mâkulât

Bu beyitte, "cihet-i vahdet" (birlik yönü) ve "vücûd-ı vahdet" (birliğin varlığı) kavramları üzerinde durulmaktadır.

"Her millet, birlik yönünü bulur ve ona doğru ilerler. Birliğin varlığı kabul edildiğinde, akıl sahibi olanlar için mantıklı hale gelir."

Bu beyitte şair, milletlerin birlik yönünü keşfettiğini ve bu yönde ilerlediğini ifade etmektedir. "Cihet-i vahdet" ifadesi, birlik yönünü temsil etmektedir. Şair, her milletin kendi içinde birlik ve dayanışma yönünü bulduğunu ve bu doğrultuda hareket ettiğini ifade etmektedir.

Ayrıca, "vücûd-ı vahdeti müsbit olunca mâkulât" ifadesi, birliğin varlığının kabul edildiğinde, akıl sahibi olanlar için mantıklı hale geldiğini ifade etmektedir. "Vücûd-ı vahdet" ifadesi, birliğin varlığını temsil etmektedir. Şair, birliğin varlığının kabul edilmesiyle birlikte, mantıklı düşünen insanlar için bu kavramın anlamlı hale geldiğini vurgulamaktadır.

Bu beyit, milletlerin birlik yönünü keşfettiğini ve birliğin varlığının kabul edilmesiyle akıl sahibi olanlar için bu kavramın anlamlı hale geldiğini ifade eder. Şair, birliğin önemini vurgulayarak, milletlerin birlik ve dayanışma içinde hareket etmelerinin mantıklı olduğunu belirtmektedir.

20-Hudud-ı hakk u vezâif muayyen ü sâbit
Ne kaldı cebr ü tegallüb ne kaldı keyfiyyât

Bu beyitte, "hudud-ı hak" (Allah'ın sınırları) ve "vezâif muayyen ü sâbit" (belirlenmiş ve sabit görevler) kavramları üzerinde durulmaktadır.

"Allah'ın sınırları ve belirlenmiş sabit görevler vardır, Zorlama ve baskı ne kaldı, nitelikler ne kaldı."

Bu beyitte şair, Allah'ın belirlediği sınırlar ve insanlara verilmiş olan görevlerin önemine dikkat çekmektedir. "Hudud-ı hak" ifadesi, Allah'ın belirlediği sınırları temsil etmektedir. Şair, Allah'ın belirlediği bu sınırların ve insanların üzerlerine düşen görevlerin sabit ve değişmez olduğunu ifade etmektedir.

Ayrıca, "cebr ü tegallüb" ifadesi, zorlama ve baskıyı temsil etmektedir. Şair, bu beyitte zorlama ve baskının artık var olmadığını, "keyfiyyât" yani niteliklerin de kalmadığını ifade etmektedir. Bu ifadeyle şair, insanların zorlama ve baskıya dayalı davranışlardan uzaklaşması gerektiğini ve insanların niteliklerine önem vermeleri gerektiğini vurgulamaktadır.

Bu beyit, Allah'ın belirlediği sınırlara ve insanların üzerlerine düşen görevlere dikkat çekmektedir. Şair, zorlama ve baskının yerine insanların özgür iradesini kullanmaları gerektiğini ve niteliklerine önem vermeleri gerektiğini ifade eder. Bu beyitte aynı zamanda, insanların üzerlerine düşen görevleri yerine getirmelerinin önemini vurgulamaktadır.

21-Hukuk-ı şahs u tasarruf masûn taarruzdan
Verildi âlem-i umrâna başka tensîkât

Bu beyitte, "hukuk-ı şahs u tasarruf" (kişisel haklar ve tasarruf yetkisi) kavramları üzerinde durulmaktadır.

"Kişisel haklar ve tasarruf, masum saldırılardan korundu, Dünya düzenine farklı düzenlemeler yapıldı."

Bu beyitte şair, kişisel hakların ve tasarruf yetkisinin masum saldırılardan korunması gerektiğini ifade etmektedir. "Hukuk-ı şahs u tasarruf" ifadesi, bireylerin sahip olduğu hakları ve kendi işlerini yönlendirme yetkisini temsil etmektedir. Şair, bu hakların korunması gerektiğini ve masumiyetin sağlanması gerektiğini vurgulamaktadır.

Ayrıca, şair beyitte, dünya düzenine yapılan düzenlemelerden bahsetmektedir. "Âlem-i umrân" ifadesi, dünya düzeni veya toplumun düzeni anlamına gelmektedir. Şair, kişisel hakların korunması için dünya düzeninde çeşitli düzenlemelerin yapıldığını ifade etmektedir.

Bu beyit, kişisel hakların ve tasarruf yetkisinin masum saldırılardan korunması gerektiğini vurgulamaktadır. Şair, bu hakların korunması için dünya düzeninde gerekli düzenlemelerin yapıldığını belirtir. Bireylerin haklarını savunmak ve korumak için hukukun önemine dikkat çekmektedir.

22-Ne Âmr Zeyd’in esîri ne Zeyd Âmr’a velî
Müesses üss-i müsâvâta nass-ı mevzûât

Bu beyitte, "Âmr Zeyd'in esiri değildir, Zeyd Âmr'ın velîsi değildir, Mevzuatın temeli eşitlik ilkesine dayanır."

Bu beyitte şair, kişiler arasındaki ilişkilerin, aidiyetin ve hukuksal düzenlemelerin eşitlik ilkesine dayanması gerektiğini ifade etmektedir. "Âmr Zeyd'in esiri değildir, Zeyd Âmr'ın velîsi değildir" ifadeleri, bir kişinin diğerine bağımlı veya üstün olmadığını, her iki tarafın da eşit olduğunu vurgulamaktadır.

Ardından, şair mevzuatın temelini eşitlik ilkesine dayandırdığını belirtir. "Müesses üss-i müsâvâta nass-ı mevzûât" ifadesi, hukuki düzenlemelerin eşitlik ilkesine dayanan prensipler üzerine inşa edildiğini ifade etmektedir. Bu da, toplumun düzen ve adaletini sağlamak için hukukun eşitlik ilkesine uygun olarak tesis edildiğini gösterir.

Beyit, insanlar arasındaki ilişkilerde eşitliğin önemini vurgulamakta ve hukukun bu ilkeye dayalı olarak düzenlendiğini ifade etmektedir. Her bireyin eşitlik ve adalet içinde haklarını koruyabilmesi için mevzuatın eşitlik temelinde işlemesi gerektiğini anlatmaktadır.

23-Münevver eyledi ezhânı intişâr-ı ulûm
Mükemmel eyledi noksânı feyz-i matbûât

Bu beyitte, "Ezhânın (seslerin) yayılmasıyla aydınlandı, Matbuatlardan gelen bilgiler eksiklikleri mükemmelleştirdi."

Bu beyitte şair, bilgi ve iletişim alanındaki gelişmelerin insanların aydınlanmasına ve eksikliklerin basılı yayınlar aracılığıyla gelen bilgilerle tamamlanmasına katkıda bulunduğunu ifade etmektedir.

"Ezhânın yayılmasıyla aydınlandı" ifadesi, seslerin ve iletişimin yayılmasıyla insanların bilgiye daha kolay erişebildiğini ve bu sayede aydınlanma ve bilgi sahibi olmanın arttığını ifade eder. İnsanlar daha geniş bir perspektife sahip olurlar ve farklı düşünceleri, bilgileri duyarak zihinsel olarak gelişebilirler.

Ardından, "Matbuatlardan gelen bilgiler eksiklikleri mükemmelleştirdi" ifadesi, basılı yayınların, kitapların ve diğer matbuatın insanlara eksikliklerini tamamlama ve bilgilerini geliştirme imkanı sağladığını belirtir. Basılı yayınlar, insanların bilgiye erişimini kolaylaştırır, farklı konularda uzmanlık ve derinlik sağlar ve bilgi birikimini artırır.

Beyit, iletişim ve yayın araçlarıyla sağlanan bilgi akışının insanları aydınlatma ve eksikliklerini giderme potansiyeline vurgu yapmaktadır. Bu gelişmeler, bilginin yayılmasını ve toplumun genel olarak bilinçlenmesini sağlamaktadır.

24-Megarib oldu dirîga metâli-i irfân
Ne kaldı şöhret-i Rûm u Arab ne Mısr u Herât

Bu beyitte, "İrfanın sınırları genişledi, uzak diyarlara ulaştı, Roma, Arap, Mısır ve Herat'ın şöhreti ne kaldı?"

Bu beyitte şair, bilginin sınırlarının genişlediğini ve ulaştığı uzak topraklarda da tanınmışlığın arttığını ifade etmektedir.

"Megarib oldu dirîga metâli-i irfân" ifadesi, bilginin yayılması ve bilimle ilgili bilgilerin giderek daha geniş kitlelere ulaşması anlamına gelir. İrfan, bilgi, kültür ve bilim anlamına gelir. Bu beyitte, irfanın sınırları genişleyerek, uzak diyarlara, farklı coğrafyalara ve kültürlere ulaştığı ifade edilir.

Ardından, "Ne kaldı şöhret-i Rûm u Arab ne Mısr u Herât" ifadesiyle, önceden Roma, Arap, Mısır ve Herat gibi yerlerin bilgi ve kültür açısından şöhretli olduğu vurgulanır. Ancak şair, bilginin sınırlarının genişlemesiyle birlikte bu bölgelerin ünlerinin nasıl azaldığına dikkat çeker. Yani, bilginin ve irfanın yayılmasıyla, bilginin kaynağı olan bu bölgelerin önceliği ve ünü azalmıştır.

Beyit, bilginin yayılmasının, bilgiye erişim ve kültürel etkileşimi artırmasıyla birlikte, bilginin kaynaklarının ve bilgi merkezlerinin ününün de değiştiğine işaret etmektedir. Bilgi ve irfan, sınırları aşarak insanlık için evrensel bir değer haline gelmiştir.

25-Zamân zamân-ı terakki cihân cihân-ı ulûm
Olur mu cehl ile kabil beka-yı cem’iyyât

Bu beyitte, "Zaman, ilerlemenin zamanıdır, dünya, bilimlerin dünyasıdır. Toplumun devamı, cehaletle mümkün olur mu?" ifade edilmektedir.

Beyitte, zamanın ilerleme ve gelişme zamanı olduğu vurgulanmaktadır. "Zamân zamân-ı terakki" ifadesiyle, zamanın ilerleme, gelişme ve ilerleme için bir fırsat olduğu anlatılır. Bu ilerleme, bilimlerin yayılması ve gelişmesiyle gerçekleşir. "Cihân cihân-ı ulûm" ifadesi ise, dünyanın bilimlerin dünyası olduğunu ifade eder. Bilimler, insanlık için önemli bir rol oynar ve dünyanın her yerinde bilgi ve keşiflerin yayılmasına katkıda bulunur.

Daha sonra, "Olur mu cehl ile kâbil beka-yı cem'iyyât" ifadesiyle, toplumun devamlılığının cehaletle mümkün olamayacağına dikkat çekilir. Cehalet, toplumun gelişmesini ve ilerlemesini engelleyen bir faktördür. Toplumun sağlıklı bir şekilde devam etmesi için bilgiye, eğitime ve ilerlemeye dayalı bir zihniyetin benimsenmesi gerektiği vurgulanır.

Beyit, zamanın ilerleme ve bilimlerin gelişme zamanı olduğunu, bilgisizliğin toplumun ilerlemesine engel olduğunu ve toplumun devamlılığının bilgi ve ilerlemeye dayandığını anlatmaktadır.

Son olarak sevgili bendelimiyim.com okuru sizlere şunları söyleyebilirim: Manzume boyunca Sadullah Paşa, on dokuzuncu yüzyılın bilimsel ve entelektüel gelişmelerine, sosyal değişimlerine ve bilginin dönüşümüne dair derin bir kavrayış sergiler. Eserinde mecazlar ve gerçekler arasındaki ilişkiyi ustaca kullanırken, zamanın getirdiği değişimleri ve insanın bilgiye olan açlığını anlatır. "On Dokuzuncu Asır", döneminin aydınlanma ve değişimin şiiridir ve Sadullah Paşa'nın büyük bir ustalıkla ifade ettiği bu dönüşüm, on dokuzuncu yüzyılın ruhunu ve ilerlemenin heyecanını yansıtır.

Başka tahlillerde görüşmek üzere yazıya yorum yapmayı unutmayın. Daha fazlası için beni motive ediyor. İlgi görmeyen yazıya devam etmek istemiyorum.

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler. Daha fazlası için bizi motive ediyor.

Daha yeni Daha eski