17 Nisan 1890’DE Girit’te doğdu. Tam adı Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı’dır. Kabaağaçlıgil soyadım ve Hüseyin Kenan, Musa Cevat, M.C., H.B, Sina imzalarım da kullandı. Mehmet Şakir Paşa ile Sare İsmet Hanım'ın oğludur. Çocukluğu babasının elçi olarak bulunduğu Atina'da ve Büyükada'da geçti. Robert Kolej'de okudu. Okulun son sınıfındayken Ik-dam’da yazıları yayımlandı (1904). İngiltere’de Oxford Üni. Yeni Çağ Tarihi Bölümü'nde okudu. 1913'te evlendiği eşinin İtalyan olması nedeniyle bir yıl kadar İtalya'da kaldı. Bu arada İtalyanca ve Latince öğrendi. 1914'te babası Şakir Paşa, Cevat Şakir'in tabancasından çıkan bir kurşunla Afyon'da öldü. Cevat Şakir 14 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Cezasımn yedinci yılında verem olmasından dolayı serbest bırakıldı.
Bodrum’da
Yokuş başına geldiğinde
Bodrum’u göreceksin,
Sanma ki sen
Geldiğin gibi gideceksin
Senden öncekiler de
Böyleydiler
Akıllarını hep Bodrum’da
Bırakıp gittiler…
Yazı ve basın hayatına atılarak çeşitli dergilerde yazılar yazdı, çeviriler yaptı, karikatür ve resim sanatıyla ilgilendi. Yeni İnci, Resimli Hafta, Güleryüz, Resimli Ay, Resimli Gazete vb). Zekeriya Sertel'in çıkardığı Resimli Hafta'da Hüseyin Kenan takma adıyla yazdığı "Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler" adlı öykü yüzünden Ankara İstiklal Mahkemesi'nde yargılandı ve Bodrum'da üç yıl sürgün cezasına çarptırıldı (1925). Cezası bittikten sonra çok sevdiği Bodrum'a yerleşti ve 1947'ye kadar orada yaşadı. Buranın antik çağdaki adım kendisine mahlas ve ad olarak seçti. Halikamas Balıkçısı imzasını kullanmaya başladı.
Bir süre bahçıvanlık ve bitki işiyle ilgilendi. Bodrum Belediyesi'nin resmi bahçıvanı olarak çalıştı. 1947'de İzmir'e yerleşti, gazetecilik ve turist rehberliği yaptı. Rehberlik kurslarında öğretmen olarak görev aldı. Cevat Şakir ikinci evliliğini dayısının kızı Hamdiye, üçüncü evliliğini Hatice Hanım'la yaptı. Bu evliliklerden dört çocuğu oldu. 13 Ekim 1973’te İzmir’de kemik kanserinden öldü. Vasiyeti üzerine Bodrum Gümbet'te Türbe Tepesi'nde toprağa verildi.
İmdatla Cennet adlı öyküsü (Yazgı adıyla, yön. Ü. Erakalın, 1976) ve Mavi Sürgün (yön. E. Kıral, 1992) filme alındı. Halikarnas Balıkçısı Kültür Bakanlığı 1971 Devlet Kültür Armağam’m kazanmıştır.
Sanatı
Deniz onun eserlerinde bir tutku olarak ele alınır. Ekmeğine denizden çıkaran insanların başka geçim kaynaklarına kavuştukları halde denizi unutamamalan ve eninde sonunda denize dönmeleri pastoral bir aşk tablosu gibi anlatılır. Fakat deniz aynı zamanda durmadan nimet verip karşılığında kurban alan bir tanrı durumundadır. Balıkçılar, deniz adamları bu kanlı tanrıdan bir türlü vazgeçemezler. Ona kafa tutar ve onu severler. Karaya dönüşler tekrar fakat hep hazırlıklı ve donanmış olarak bu kurbana doymayan tanrıyla mücadele içindir. Karada anlatılan hikâyeler deniz üzerinedir. Bu bakımdan Halikarnas Balıkçısı sanki gizli bir tabiat dininin müridi gibi denizin hikâyesini anlatmış durmuştur. Denizin verdiği sonsuzluk duygusu hayatımn bir bölümünü hapis ve sürgünlerde geçiren yazar için bir sığınma ve kendisini hissetme alanı olarak görmesine zemin hazırlamıştır. Sokakların, caddelerin, duvarların, tel örgü ve parmaklıkların olmadığı bir dünyadır burası.
Konu ve izleklerin zengin olmasına karşın anlatım ve dili kullanmada aynı başarıyı gösterdiği söylenemez. Mesela Sait Faik’le karşılaştırıldığında Cevat Şakir’in bu konuda daha zayıf olduğu görülür.
insanın kendisi ile olan problemleri ya da bir çalışma alanı olarak insan yanarın ilgilendiği konular arasındadır.
Eserleri
Halikarnas Balıkçısı'nın (Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın) Vasiyeti
"Yazacağım bunlar ama belki yazamadan giderim. Sana şimdiden söylemiş olayım. Bodrum’a gömülmek istiyorum. Bittabi orayı çok sevdim. Hayli hizmetimde geçti. Belediye’yede yazmak istiyorum ama sana söyleyeyim daha iyi. Mindos kapısı tarafında bir yere gömsünler beni, yanımda Hatice’ye de (son eşi) bir yer ayırsınlar. Sakın mermer, beton filan istemem ha... Bir taş bulun, uzunca bir taş, yazısız. Onu diken mezarımın başına. Falanca oğlu filancaymış şu tarihte doğup şu tarihte ölmüşüm. Katiyen yazı istemiyorum, basit bir taş. Eh bizim tekne su almaya başladı. Şatafatı da sevmem, tepelere, deniz gören yerlere gömülmem şart değil. Nasıl olsa yattığım yerden denizi seyredemem, denizi ruhumda yaşatıyor gönül gözüyle her zaman görüyorum. Suat (oğlu) sık sık ziyaret edebilmeleri için İzmir’e gömmek istediklerini söylüyor. İstemem yahu. Bodrum’u severim bilirsin. Beni ziyaret için çocuklar arasıra da olsa gezmiş, hava almış olurlar. Zaten ben saygı duruşu isteyecek değilim ya. Balıkçı’ya bir Merhaba yaraşır.”