Servet-i Fünun Mecmuası

Bu çalışma, XIX. yüzyıl sonlarından XX. yüzyıl ortalarına kadarki Türk kültür ve edebiyat hayatının önemli dergilerinden biri olup Servet-i Fünûn ve Fecr-i Ati edebiyatının yayın organı olarak da faaliyet gösteren Servet-i Fünûn Mecmuasını ele almaktadır.

Anahtar Kelimeler: Servet-i Fünûn, Fecr-i Ati, Mecmua

(Makale Sahibi: Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 4, Say› 7, 2006, 533-544 Kübra Andı Edebiyat Öğretmeni)

XIX. yüzyıl sonlarından XX. yüzyıl ortalarına kadarki Türk kültür ve edebiyat hayatının önemli dergilerinden biri olan Servet-i Filnûn, ilk sayısını 27 Mart 1891’de neşreder. Devrin basın ve yayın kurallarına uygun olarak sunulan dilekçe ile Mabeyriden bir isim istenmiş, cevaben alman müsaade tezkiresinde yayınına izin verilen bu dergiye Mabeyn tarafından Servet-i Filnûn ismi münasip görülmüştür.

Aslında 1888’de Ahmed Ihsan’ın, Nikolaidis’in Türkçe olarak çıkardığı Servet adlı günlük gazetede çalışmaya başlaması Servet-i Filnûn dergisinin uzun süren macerasının başlangıç noktası olarak kabul edilebilir.

1887-1889 yılları arası matbuat hayatına bakacak olursak oldukça renkli bir görünüm ile karşılaşırız. Adeta bir dergi bolluğu yaşanmaktadır. Ahmed İhsan anılarında bu durumu şöyle anlatır: “1300 ile 1305 (1887-1889) arasında Türkiye’de ilk risale bolluğu oldu. Maarif Nezaretinde kurulmuş ve içinde çok değerli âzâları bulunan Encü-men-i Teftiş ve Muayene bu risaleleri muayene eder ve izin verirdi. Dediğim yıllarda, henüz Abdülhamid devrinin Babıali dâhiliyesinde kurulan sansür usulü sertleşme-mişti: Edebî ve ilmi risaleleri meşhur Münif Paşa’nın nazırı olduğu Maarif iyi karşılar ve korurdu. İşte bu koruyuş dediğim tarihte ilk risale bolluğunu yapmıştır.”1

Bu bolluktan sonra çeşitli siyasî, sosyal sebeplerden dolayı bu dergilerin bir kısmı kapanır. Dergilere bakma işi maarifin elinden alınıp Dahiliye Nezareti’ndeki matbuat müdürlüğüne verilir ve dergilerden de gazetelerin uyduğu kurallara uymaları istenir.

İşte bu kapanan dergilerin içinde Ahmed Ihsan’ın çıkardığı Ümran ile Halid Zi-ya’nın çıkardığı Nevruz da bulunmaktadır. Yalnızca yabancıların çıkardığı gazeteler yayın hayatına devam etmektedir. Bu gazetelerden biri de Nikolaidis’in çıkardığı Servettir. Ahmed İhsan bir gün arkadaşı Salih Saim ile birlikte Servet gazetesinin idarehanesine gider ve iki arkadaş burada işe başlarlar. Ahmed İhsan bu başlangıçtan dergide yayımladığı bir yazısında, “Galata’da Millet Hanının üst katında o tarihte çıkan Kons-tantinopolis adlı Rumca gazetenin sahibi Nikolaidis, Servet adlı Türkçe öğle gazetesi çıkartıyordu. O gazeteye Avrupa’dan gelen ajans telgraflarını tercüme etmek üzere gir

miştim. Her gün sabahları erkenden Servefe gider, Havasse ve Router telgraflarını Türkçe’ye çevirir ve durmadan Tophane Müşirliğine giderdim. Orada dahi müşirlik ikinci tercümanı idim.”2 diyerek bahseder.

Ahmed İhsan bu arada Tophane Müşirliği’ndeki resmi görevinden ayrılmış ve 1890 yılında Âlem Matbaası’nı satın almıştır. Ama bütün amacı Avrupa standartlarında bir gazete çıkarmaktır. Devrin siyasî ve sosyal konjonktürü bu isteğini yerine getirmesi için uygun olmadığı gibi otuz yaşının altında olması da onun için bir engeldir. Zira otuz yaşın altındakilere gazete sahibi olma izni verilmemektedir. Ahmed İhsan bu sıkıntıları ortadan kaldırmak için o dönemde Dahiliye Nezareti’nde çalışan bir arkadaşının bulduğu akla en uygun çarenin peşinden gider. O günlerde günlük olarak çıkan gazetelerden birine -bir kısmı fennî konuları içermek kaydıyla- haftada bir kere olmak üzere ek çıkarma izni verilmiştir. Bu çıkış noktasından hareket edilerek Nikola-idis’in Servet adlı gazetesine ek olmak üzere fennî mecmua ruhsatı istenir ve böylece Servet gazetesinin ismine izafetle Servet-i Filnûn adıyla haftalık fennî bir mecmua çıkarma izni alınır.

O günün şartlarında matbuat hayatı için oldukça ilginç, hatta en son akla gelecek isimlerden biri olan Servet-i Filnûn ismi böylece Mabeyn tarafından dergiye verilmiş olur.3

Daha çok fenni meseleleri ve teknolojik gelişmeleri okuyucusuna ileten ve bunun yanı sıra edebî faaliyetlere de sütunlarında yer veren Servet-i Filnûn ilk önceleri günlük olarak çıkmaya başlamış, maddî imkânların yetersizliği sebebiyle kapanınca bu defa haftalık olarak neşredilmiştir. Başlangıçta imtiyaz sahibi olarak Nikolaidis ismi göze çarparken, Servet-i Filnûn bir yıl sonra el değiştirmiş ve Ahmed Ihsan’ın adıyla yayınlanmaya başlamıştır.

Servet-i Filnûn 10 iç kısım ve 2 kapak sayfası olmak üzere toplam 12 sayfa olarak neşredilmeye başlanır ve bu durum ilk altı ay bu şekilde devam eder. İkinci altıncı aya girildiğinde iç kısım 12, kapak ise 4 sayfaya çıkarılmıştır.4

Servet-i Fünûn’un en önemli özelliklerinden biri de “musavver” yani resimli olarak neşredilmesidir. Okuyucusunun karşısına böyle bir iddia ile çıkan dergi o dönemin teknik donanımının yeterli olmayışı, hakk ve tersim sanatlarının henüz oluşmaya başlaması gibi olumsuzluklar yüzünden zor durumda kalır. Bu eksiklikleri giderip dergiyi daha iyi bir kalite ile çıkarabilmenin yollarını araştıran Ahmed İhsan, Avrupa’ya giderek matbuat sahasındaki gelişmeleri yerinde inceler. Gezdiği ülkelerin matbaalarında kullanılan ve “çinkografl” adı verilen “çinko üzerine kimya ile hakk sanatının inceliklerini öğrenerek İstanbul’a geri döner.

Servet-i Filnûn artık bu yeni usul üzere tabedilen resimlerle daha bir zenginleşerek basılır. Dergi, ülkemizde ilk defa çinko üzerine hakkolunmuş resim baskısı olan “Tophane Caddesi” adlı tabloyu 27. sayısında yayımlayarak bir ilke imzasını atar.

Musavver Servet-i Filnûn yoğun olarak tıbbî ve teknolojik gelişmeler, sağlık sorunlarının giderilmesi, ziraat ve hayvancılık gibi türlü konularda yayımladığı makale ve

musahabelerle okuyucusuna ulaşmaya çalışırken öte yandan edebî faaliyetlere de yer verir. Derginin ilk yılı olan 1891’de ve ilk nüshadan itibaren Nabizâde Nazım’ın Seyyie-i Tesâmuh adlı romanı tefrika edilmeye başlanır.5 Aynı yıl Ahmed Rasim, Besim Ömer, Ali Ferruh gibi imzalar da dergide yer alır.6

  • 1892 yılına gelindiğinde edebî yoğunluğun daha da arttığını, bilhassa Ahmed Ih-san’ın Fransızcadan edebî ve fennî romanlar tercüme ettiğini görürüz.

1893’te ise arada sırada yayımlanan hikâyeleri ile Halid Ziya dergide yer almaya başlar. İzmir’den Reji ldâre-i Umûmisi Muhâberât-ı Türkiye Başkatibi olarak İstanbul’a henüz gelen Halid Ziya, Ahmed İhsan ile tanıştıktan kısa bir süre sonra dergide hikâyeler neşreder. Onun dergide yayınlanan ilk eseri “Cambaz Kız” adlı hikâyesidir.7

Halid Ziya’nın katılımıyla daha da zenginleşen Servet-i Filnûn kadrosuna, düzenli olarak yazmaya başladığı “Musahabe-i Fenniyye’Teriyle Mahmud Sadık da katılır.8

Hakkı Paşa’nın Osmanlı Komiseri unvanıyla Chicago Sergisi’ne girmesine binaen çekilen fotoğrafının Servet-i Fünûn’un 131. sayısında yayımlanmasından itibaren OsmanlI ricâlinden pek çok önemli simanın fotoğrafı da dergide basılır.

  • 1893 yılında dergi için önemli kabul edilebilecek gelişmelerden biri de Chicago’da açılan sergide Servet-i Fünûn’un bir madalya kazanarak ününü ve başarısını yurt dışına taşımasıdır.

Servet-i Filnûn 1894’te de fazla bir değişiklik göstermeden yayın hayatına devam eder. Bu yılın ikinci yarısında Paris’ten gönderdiği makalelerle Âgâh Hasib’in de kadroya dâhil olduğu görülür.

1895’te Servet-i Filnûn’a 2 Haziran 1311’den itibaren ilâve edilen siyasî kısımla dergi ayrı bir zenginlik kazanmıştır.

1896 yılı ise Servet-i Filnûn için son derece önemli bir yıldır. Zira Recâîzâde Mahmud Ekrem’in ısrarıyla 1896 yılının Şubatında 256. sayıdan itibaren derginin başına Tevfik Fikret getirilir. Bu gelişmelerle beraber dergi kimliğini değiştirmeye, edebî bir hüviyet kazanmaya başlamış ve böylece bugün Servet-i Fünûn topluluğu olarak ifade ettiğimiz “Edebiyat-ı Cedide”çiler yavaş yavaş derginin etrafında toplanmıştır. O yıl dergiye Recâîzâde Mahmud Ekrem, Tevfik Fikret ve Halid Ziya gibi güçlü isimlerin yanı sıra Cenab Şehabeddin, Ali Ekrem, Süleyman Nazif gibi genç şairler de dâhil oldular. Recâîzâde Mahmud Ekrem’in, ilk olarak Hasan Âsaf’ın bir şiiri üzerine düşündük-

lerini kaleme aldığı “Tebşir ve Mülâhaza” başlıklı yazısı dergide yayımlanmıştır.9 Tevfik Fikret ise “Hasta Çocuk” ve “Hâşâ” başlıklarını taşıyan iki şiiri ile dergiye katılmıştır.10

Topluluğun genç isimlerinden Cenab Şehabeddin, bilhassa Tevfik Fikret’in gösterdiği yakınlığı geri çeviremez. Onun Ahmed İhsan Bey’e ithafen yazdığı “lnkisâr-ı Bâzi-çe” adını taşıyan 5 bölüm ve 33 üçlükten mürekkep uzun manzumesinin Servet-i Fil-nûriun 4 Nisan 13112/16 Nisan 1896 tarihli nüshasından yayımlanmasından itibaren “Edebiyat-ı Cedideciler” arasında zikredilmeye başlandığını görürüz.11

Ali Ekrem ise bu topluluğa katılışını Rıza Tevfik’e yazdığı mektupta şöyle anlatır:

“1311 senesine kadar hayat-ı edebiyyemiz bir inkitâ-ı mahûfe uğradı. 1311 senesinde ise bir gün Tevfik Fikret bana geldi, Recâîzâde Mahmud Ekrem Bey’in riyâset-i ede-biyyesinde olarak Servet-iFilnûn’da bir hey’et-i tahrîriyye teşekkül ettiğini anlattı. Benim de bu cehd-i edebîye iştirakimi rica etti. Teklifini maaT-memnûniyye kabul ettim. Yine A. Nâdir nâm-ı müsteârıyla Servet-i Filnûn’a girdim. Biraz zaman sonra H. Nâzım, yani Reşit Bey’i de Servet-i Filnûn’a getirdim.”12

Dönemin “şâir-i mâder-zâd’T İsmail Safa da edebiyatımızdaki bu yeni hareketin dışında kalamamış, 19 Eylül 1312/31 Eylül 1896’da yayımlanan ilk manzumesi “Yâr ile Hasbihal” ile Servet-i Filnûn’da yazmaya başlamıştır. Şair 1896’dan sonra Servet-i Fü-nûncuların edebî anlayışını bütünüyle kabul etmemekle beraber bu topluluğun bir üyesi gibidir. Yazdığı “Musahabe-i Edebiyye’Terle topluluğun edebi çizgisine çok da aykırı düşmediğini gösterir.13

Servet-i Fünûn nesrinin güçlü isimlerinden Mehmet Rauf da aynı dönemlerde topluluğa katılır. Halid Ziya ile yakın dostluğu olan Mehmet Rauf Servet-i Fünûn topluluğuna katılışını, bu konulardaki hatıralarını anlattığı bir yazısında şöyle ifade eder:

“Fikret’in musahabe-i edebiyyeleri bana ibtidâîce, şiirleri Cenâb’ınkilere nazaran sönükçe görünmekle beraber ‘bizim taraftan’ olduğunu ilk satırda keşf ve takdir ettiğim için onu da sevmeye başlamıştım. Bilhassa Hâlid Ziyâ da bu fikrimi takviye ediyor idi.

Nihayet bir gün Servet-i Fünûn için bir tefrikaya başladığını söyledi ve bunun ilk sahifelerini bana okudu ki bu Mâi ve Siyah romanı idi. Başka bir gün uğradığım vakit Servet-i Filnûn’a gideceğini söyleyerek refakat etmemi teklif etti. Romanın ilk sahife-lerini götürüyorduk. O zamana kadar Fikret’i bir kere görmüş idim. Bir gün Galata’da Hâlid Ziyâ ile Ekrem ve Fikret Beylere rast gelmiş ve bu sâyede onlara takdim edilmiştim. Hâlbuki asıl Cenâb’ı, bu kadar bedâyii tevlîd eden bu müstesna mevcudu görüp arz-ı perestiş etmek için deli oluyordum. Binâenaleyh Servet-i Filnû’a gidip Fikret, kanepede oturan bir genci ‘Cenâb Bey* diye bize gösterdiği vakit, ben de Hâlid Ziyâ’dan daha az müteheyyic değildim.”14

İşte bu ilk temastan sonra Servet-i Fünûncular içinde yer almaya başlayan ve edebi hayatı boyunca en prestijli devrini yaşayan Mehmet Rauf, dergide bilhassa mensur şiirleriyle okuyucunun dikkatini çekmiştir.

Halid Ziya Kırk Yıl adlı hatıratında bu isimlerin belli bir görüş, duyuş ve hissediş etrafında toplanan bir grup olmaktan ziyade “rastgele” toplandıklarını ve “gene tesadüfün sürüklemesiyle emekleye emekleye yürümeye” başladıklarını söyler. Yine hatıratının başka bir yerinde topluluğun oluşumu ile ilgili olarak şu tespitlerde bulunur:

“Zannedilir ki bu doğumun bir hami devresi vardır, değil öyle bir ihzari mukaddimesi, hatta doğduktan sonra ismi bile yoktu. Onda toplananlar ve filiz vermeye başlayanlar bir tesadüf rüzgârının uğrağına nasılsa serpilivermiş tohumlar idi ki, yine tesadüfün lütfü ile taze usarelerini besleyebilecek bir avuç toprak da bulmuşlar, oracığa tutunuvererek etrafı ihata eden çalılıklardan mevcudiyetlerini koruyabilmişlerdi.”15

Mehmet Kaplan da Tevfik Fikret adlı çalışmasında topluluğun teşekkülü hakkında benzeri bir tespitte bulunur:

“Aynı devrin politik ve sosyal şartları, aynı sosyal tabakadan gelme, aynı zihin terbiyesi ve zevk, bu nesli birleştiren birer âmil olmakla beraber, onları birbirine yakınlaştıran tesadüfler olmasaydı, şüphesiz Servet-i Fünûn zümresi teşekkül edemez, bu edebiyat bu kadar insicamlı bir hüviyet kazanamazdı.”16

Bu tesadüfleri idare eden yahut buluşturan, onları bir araya getiren kişi Recâizâde Mahmud Ekrem’dir. Tevfik Fikret ve Ahmed İhsan üstadın talebeleridir. Halid Ziya ise daha önceleri mektuplaşarak tanıştığı Recâizâde Mahmud Ekrem ile münasebetlerini İstanbul’a gelince daha da sıklaştırır.

Yukarıda genişçe bahsini ettiğimiz gibi diğer şahıslar da birbirini çekerek yahut birtakım tesadüflerle bir araya gelmişler ve daha önce dağınık halde dolaşan aynı duyuş, düşünüş ve hissediş tarzına sahip bu kabiliyetler, Servet-i Fünûn mecmuasının etrafında toplanarak yeni bir edebi anlayışın ürünlerini sergilemeye başlamışlardır.

Güçlü bir kadrosu ile okuyucusunun karşısına çıkan Servet-i Fünûn dergisi devrinin en çok okunan dergilerinden biri olur. İşte bu durum Tanzimat’ın başından itibaren var olagelen eski-yeni tartışmasını yeniden gündeme getirir ve bu yeni oluşuma muhalif bir grup teşekkül eder.

Servet-i Fünûncular öncelikle kullandıkları dil bakımından tenkide uğramışlardı. Cenab Şehabeddin’in şiirinde kullandığı “saat-i semen-fâm” ve benzeri tabirleri hedef alan Ahmed Midhat, “Dekadanlar” adlı bir yazı yazarak Servet-i Fünûncuları dekadan (bozguncu) olmakla suçlar. Buna mukabil Cenab Şehabeddin, “Dekadizm Nedir? Sembolizm Nedir?” başlıklı yazılar neşrederek durumu izaha çalışır ve kendilerinin dekadanlıkla bir ilgisi olmadığını söyler.17 Bu şekilde başlayan tartışmaya Tevfik Fikret, H. Nâzım, Ali Ekrem de katılırlar. Nihayet Ahmed Midhat Tarîk gazetesinde yazdığı “Teslîm-i Hakikat” (4 Aralık 1898) adlı makalesi ile yanlış anlaşıldığını ve Servet-i Fü-

nûncuları dekadanlıkla suçlamadığını söyler. Bu tartışmalardaki tutumlarıyla Türk edebî hayatındaki varlıklarını pekiştiren topluluk zaman zaman kendi içinde anlaşmazlıklara da düşer.

Topluluktan ilk ayrılan isim Ali Ekrem’dir. Ali Ekrem, Cenab’ın ve Halid Ziya’nın Fransızcayı takliden bir dil kullandığını ve her ikisinin de dilimize zarar verdiğini söyleyerek fazla alafranga tabirlerden kaçınmak gerektiğini söyler. Ahmed Reşit de kendisiyle aynı düşüncelere sahiptir. Bu düşüncelerini Tevfik Fikret’e söyler. Fikret onu bu düşüncelerinden vazgeçirmeye çalışır. Fakat Ali Ekrem susmak taraftarı değildir ve “Şiirimiz”18 başlıklı bir makale yazarak arkadaşları hakkındaki samimi görüşlerini beyan eder. Tevfık Fikret bu yazıyı hiç dokunmadan yayımlayacağına söz verdiği halde bazı düzeltmeler yaparak yayımlayınca bu duruma çok kızan Ali Ekrem dergiden ayrılarak Malûmat’a geçer ve makalesini bu dergide yayımlar.19

Ali Ekrem’den hemen sonra onun en yakın arkadaşı olan Ahmed Reşid’in de dergiden ayrılışıyla epeyce sarsılan topluluk 1901 yılının başlarında İdarî bir mesele yüzünden Tevfik Fikret ile Ahmed Ihsan’ın arasının açılması ve Tevfık Fikret’in dergiden ayrılışıyla epeyce bocalamıştır.

Bu olaylardan sonra derginin başına Hüseyin Cahid getirilir. Hüseyin Cahit, var gücüyle çalışarak dergiyi aynı kalitede çıkarmaya gayret eder. Fakat 3 Teşrin-i evvel 1317/16 Ekim 1901 tarihli Servet-i Fünûn'da Fransızca tercüme ederek neşrettiği “Edebiyat ve Hukuk” adlı makale yüzünden derginin yayını durdurulur. Dergi bir buçuk ay sonra, 5 Aralık 1901’de tekrar çıkmaya başlar. Hüseyin Cahit artık yazı işleri müdürü değildir. Kadroyu teşkil eden önemli isimler de birer birer dağılmıştır.

Bu durum üzerine dergi, sahibi tarafından Tevfık Fikret’in ser-muharrirliğinden önceki durumuna getirilerek daha çok fenni konuları, tıbbi meseleleri, teknolojik gelişmeleri anlatan “Musahabe-i Fenniyye’Terle doldurulmuştur.

Servet-i Fünûncular II. Meşrutiyet’e kadar pek fazla eser neşretmemiştir. Zaten yeni yetişen nesil de değişen siyasî ve sosyal şartlar, fikrî hareketler ve zevkler doğrultusunda farklı bir edebî anlayışı sahiplenir.

Görülüyor ki Servet-i Filnûn bir fen dergisi olarak başladığı yayın hayatında bir devrede önemli bir edebî anlayışın, adını dergiden alan Servet-i Fünûn edebiyatının yayın organı olmuştur. Gerçi Servet-i Fünûn, daha sonraki yıllarda Fecr-i Ati’nin de yayın organı olacaktır. Fakat bilindiği gibi Fecr-i Ati’nin ömrü daha dar çerçeveli ve daha kısadır.

1901’e kadarki dönemde Servet-i Fünûn 23 cm. x 33 cm. ebadında çıkmış, parlak sarı kâğıda basılmıştır. Aynı zamanda dergide pek çok portreye, bilhassa Batılı ressamların tablolarına yer verilerek okuyucuya görsel açıdan da yaklaşılmaya çalışılmıştır. Servet-i Fünûn şiirinde, edebiyatında resmin oynadığı rol buna da bağlanabilir. Yine üzerinde durduğumuz dönemde sosyal ve siyasî olaylar dergide pek fazla yankı bulmaz. Yalnız burada 1897 Türk-Yunan Savaşı’nı ayrı düşünmek gerekir. Hatta bu olay

üzerine bir “Nüsha-i Mümtâze” bile yayınlanır. Dergide, Servet-i Fünûn tartışmalarının dışında edebî ve kültür ağırlıklı polemik de yer almaz. Esasen devletin politikası ile gençlerin dönemin konularına, olaylarına yaklaşımı farklı idi. Nitekim bu farklılık dergiyi bir süre tatil ettirir ve artık Servet-i Fünûn edebiyatı devrini tamamlamış olur.

Şüphesiz ki Servet-i Fünûn edebiyatının, Tevfik Fikret’in mecmuanın yazı işleri müdürü olduğu 256. sayısından itibaren teşekkül ettiği kabul edilir. Gerçekten de 1896 yılı başlarından başlayarak 1901’de derginin geçici bir kapatılma cezası alışına kadar olan süre, Servet-i Fünûn dergisinin hem kendi yayın tarihi içerisinde, hem de edebiyat ve kültür tarihimiz içinde en canlı ve fonksiyonel olan devresidir. Fakat yayın hayatına başladığı ilk günden itibaren kültür ve sanat hayatımızda etkin bir rol oynadığını da inkâr edemeyiz. Bu sebeple dergiyi ilk sayısından itibaren değerlendirmeyi uygun bulduk.

Devrinin aktüel edebî hayatı içinde önemli olduğu kadar edebiyat, basın ve kültür tarihimiz için bugün dahi büyük bir önemi haiz olan Servet-i Fünûn mecmuasında -derginin neşir hayatına başladığı 1891 yılından bünyesinde topladığı Servet-i Fünûn edebî topluluğunun dağıldığı 1901 yılına kadar olan sürede- neşredilen yazıları hem edebî türlere, hem de yazarlarına göre iki ayrı kategoride tasnif etmek mümkündür.

Bu ikili tasniften yola çıkarak mecmuanın yaklaşık 10 yıllık yayın faaliyetine, yayımlanan yazılara, türlere ve yazarlara göre genel batlarıyla bakacak olursak, karşımıza şöyle bir tablo çıkar:

Dergide en çok yayımlanan edebî tür makaledir. Başta “musâhabe-i edebiyye” ve “musâhabe-i fenniyye’Ter olmak üzere tıp, ziraat, askeriye, siyaset vs. konularında çeşitli makaleler yazılmıştır.

Makalelerin yanında şiir, roman, hikaye, musahabe-i edebiyye (edebiyat konularında sohbet) gibi edebî türlerde eserler de derginin yazı kadrosunda öne çıkar.

Bilindiği gibi mecmuanın adı Servet-i Fünûn yani “fenler hâzinesi”dir, yani fennî bir mecmuadır. Sonradan edebiyat mecmuası olmuştur. Üstelik toplumumuzun o devri için fen konuları, yeni tanınmış olmaları bakımından ayrı bir öneme sahiptir. Toplum, yeni buluşlarla tanıştırılmaktadır. Roman, hikâye, şiir, tiyatro oyunu gibi edebî türlerin yanı sıra, bu türlere dair çeşitli yazılar; edebiyatın meseleleri, edebî akımlar, tahlil ve tenkitler, lisan, sanat, matbuat, musiki, eğitim ve öğretim, siyaset, iktisat, askerlik, kadın ve moda gibi konulara dair makaleler; çoğunluğu Batılı sanat, edebiyat ve siyaset simalarına ait olmak üzere biyografiler; kitap tam timi, çeşitli fennî konular, faydalı ve pratik bilgiler, sağlık, ziraat ve hayvancılık konuları, dergide yayımlanan bazı resimler ile ilgili yazılar ve muhtelif türde başka makaleler Servet-i Fünûn dergisinin 1896 yılına kadarki yazı çerçevesini çizer.

Makaleden sonra sırayı şiir türü alır. Zira dergide 1891-1896 arasında 651 adet şiir neşredilmiştir. Bu şiirlerin önemli bir kısmı Tevfik Fikret, Cenab Şehabeddin ve A. Nadir (Ali Ekrem)’e aittir. Bu da bize Servet-i Fünûn’un şiir cephesi bakımından çok açık bir fikir vermektedir.

Şiirden sonra sırayı hikâye alır. Dergide bu yıllar arasında 254’ü telif, 33’ü tercüme olmak üzere toplam 287 hikâye yayımlanmıştır. Bu sayıyı azımsamak mümkün değildir.

Halid Ziya’nın edebiyat çevrelerine kabul ettirdiği ve Mehmed Rauf’un popüler hale getirdiği mensur şiirlerden ise 111 adet yayımlanmıştır.

Servet-i Filnûn, roman tefrikası bakımından da hayli zengindir. Mecmuada 12’si tercüme, 15’i telif olmak üzere toplam 27 roman tefrika edilir.

Ayrıca 13 seyahat yazısı da neşredilmiştir. Seyahat yazıları genellikle Afrika ülkelerine (Nil, Sahra-yı Kebir, Mısır), Suriye’ye, Irak’a, Kuzey Kutbu’na ve Anadolu’nun muhtelif şehirlerine (Konya, Sapanca, Ankara) yapılmış seyahatlerden bahseder.

Sözünü ettiğimiz dönemde Servet-i Filnûn dergisinde sanat ve kültür hayatına dair toplam 253 haber neşri vardır. Bunların büyük bir çoğunluğu “İstanbul Postası” başlığı altında yayımlanmıştır. Muhtemelen birçoğunu Ahmed Ihsan’ın yazdığı bu yazılar, İstanbul’un gündelik hayatından, mesirelerinden, şehirde olup bitenlerden bahseden haberlerdir.

Dergide, bir kısmı edebiyatçılara, bir kısmı yerli ve yabancı kültür ve sanat şahsiyetlerine diğer bir kısmı da tarihî bir değer ifade eden mekân ve yapılara ait olan birtakım resimler ve bu resimlerin bazılarını açıklayıcı kimi uzunlu kısalı yazılar da yer almaktadır. Bu resimlerin toplam sayısı 118 adettir.

Ayrıca dergide Ahmed Receb’in “Emsâl-i Hakikat” ve Ahmed Hikmet’in “Kıylukâl” başlıkları altında derlediği toplam 21 adet seçme vecizelerden oluşan yazı serisi vardır.

Ramazan ve Kurban bayramlarına, padişahın cülûs yıldönümüne ait olan ve Sultan II. Abdülhamid’i övücü mahiyetteki tebrik yazılarına da dergide yer verilmiştir. Bunların bir kısmı mensur, bir kısmı manzum ve bir kısmı da nazım-nesir karışık yazılardır. Bu türdeki tebriklerin toplam sayısı 51 adettir.

Mecmuanın bilhassa havadisât kısmında neşrolunan ilânların büyük bir kısmı kitap, diğer kısmı ise konser ve tiyatro ilânıdır. Yeni kitapların, kültür ve sanat hayatına ait ilânların toplam sayısı ise 235’tir.

Dergide 1891-1896 yılları arasında yayımlanan yazıları, edebî türlerine göre yukarıda dökümünü verdiğimiz neticeler doğrultusunda listelersek karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır:

Makale

1890 adet

Şiir

651 adet

Hikâye

287 adet

Mensur şiir

111 adet

Roman tefrikası

27 adet

Seyahat yazısı

13 adet

Haber

253 adet (Kültür, edebiyat ve sanatla ilgili)

Resim

118 adet (Kültür, edebiyat ve sanatla ilgili)

ilân

235 adet (Kültür, edebiyat ve sanatla ilgili)

Yazarlara göre sıralamaya gelince düzenli olarak yazdığı musahabe-i fenniyyeler ve çeşitli konulardaki makaleleriyle ilk sırayı 297 yazıyla Mahmud Sâdık alır. Onu, 168 muhtelif konulu makalesi ile Kadri imzası takip eder. Kadri imzası, dergide yazan be

lirli bir şahsın adı değildir. Kadri, Servet-i Fünun topluluğu yazarlarının ortak olarak kullandıkları bir imzadır ve dergide sütun doldurmak amacı ile yazıya ihtiyaç duyulduğunda, o gün dergide kim mevcutsa, bu imza ile yazı yazar.

Uzun süre derginin “ser-muharrir”liğini yapan Tevfik Fikret, dergide, gerek şiirleri ve gerekse musahabe-i edebiyyeleriyle toplam 183 adet eser neşretmiştir. Böylece bütün kadro içinde Tevfık Fikret’in Servet-i Fünûn edebiyatına eser düzleminde katkısı sayısal bir kesinlikle anlaşılmaktadır. Bu sayıya Fikret’in “Esad Necib” müstearıyla yazdığı yazıları da dâhil edersek, onun Servet-i Filnûnda yayımladığı yazıların toplamı 193’ü bulmaktadır.

Tevfık Fikret’in hemen ardından bilhassa mensur şiirleri ve musahabe-i edebiyyeleriyle Mehmed Rauf gelir. Mehmed Rauf 117 adet yazı neşrederek dergiye önemli bir katkıda bulunmuştur.

Hüseyin Cahid dergide, gerek hikâyeleri gerek muhasabe-i edebiyyeleri ve gerekse Fransızcadan çevirdiği makalelerle toplam 103 adet eser neşretmiştir.

Ayrıca, Faik Ali 92 adet, Cenap Şehabeddin 75 adet, A. Nâdir 69 adet, Ahmed Rasim 68 adet, Ahmed Şuayb 59 adet, Celal Sâhir 48 adet, Besim Ömer 42 adet, Hüseyin Sîret 37 adet, Halid Ziya 29 adet, İsmail Safa 34 adet, Süleyman Nesib 32 adet, Ahmed Hikmet 29 adet, H. Nâzım 25 adet, Ahmed Naim 19 adet, Ahmed İhsan 18 adet, Recâ-îzâde Mahmud Ekrem 13 adet, Halil Rüştü 12 adet, Rüştü Necdet 11 adet, Ali Ferruh 10 adet, Ahmed Raif 7 adet, Mehmet Emin 7 adet yazı neşrederek Servet-i Fünûn mecmuasında yer almışlar ve bunlardan bir kısmı Servet-i Fünûn edebî topluluğunu oluşturmuşlardır. Yazarların dergideki yazı adedine göre bir sıralama yaparsak karşımıza şöyle bir tablo çıkar:

Mahmud Sadık       297 adet

Kadri

168 adet

Tevflk Fikret

183 adet

Mehmet Rauf

117 adet

Hüseyin Cahit

103 adet

Fâik Âli

92 adet

Cenab Şehabeddin

75 adet

A. Nadir

69 adet

Ahmed Rasim

68 adet

Ahmed Şuayb

59 adet

Celal Sahir

48 adet

Besim Ömer

42 adet

Hüseyin Siret

37 adet

Halid Ziya

29 adet

İsmail Safa

34 adet

Süleyman Nesib

32 adet

Ahmed Hikmet

29 adet

H. Nazım

25 adet

Ahmed Naim

19 adet

Ahmed İhsan

18 adet

Recâizâde M. Ekrem

13 adet

Halil Rüşdil

12 adet

Mehmed Cavid

12 adet

Rüştü Necdet

11 adet

Esad Necib

10 adet

Ali Ferrııh

10 adet

Ahmed Raif

7 adet

Mehmed Emin

7 adet

Bu listede Halid Ziya’run yazdıklarının sayı itibarıyla daha az bir yekûn teşkil ediyor görünmesine şaşırmamak gerekir. Çünkü burada onun roman tefrikalarını hatırlamalıyız. Tefrikaları gün olarak sayarsak bu sayının çok kabaracağı açıktır.

Bu isimler arasında Servet-i Filnûn kadrosuna ait olmayan şahsiyetler de görülmektedir. Mahmut Sadık, Recâizâde Mahmud Ekrem, Mehmed Emin bunlardandır. Bundan da anlıyoruz ki Servet-i Filnûn mecmuası, Servet-i Fünûn edebiyatı döneminde bile sadece Servet-i Fünûncuların yazı ve şiirlerini neşreden bir dergi değildir.

Dergide 1100 civarında imzasız yazı yer alır. Bu yazıların büyük bir kısmının Ahmed Ihsan’a ait olduğu tahmin edilmektedir. Zira ilk sayılarının ilk sayfalarında “Gazetede münderic biT-cümle imzasız makalât ser-muharirindir.” ibaresi yer almaktadır. Bununla beraber dergideki bütün yazıların üçte birinin imzasız çıkması dikkat çekicidir.

Servet-i Fünûn dergisinin edebi bir kimlik kazandığı, bu yönünün ön plana çıktığı bu dönemde (1896 - 1901) genel panoraması böyledir.

1901’de yeniden çıkmaya başlayan dergi artık daha çok fenni bir dergi havasında-dır. Yayımlanan yazılara bakıldığında, keşifler ve icatlar, ziraat, sağlık, çocuk bakımı, dönemin en çok can kaybına neden olan hastalığı verem vb. gibi konuların ön plana çıktığını görürüz. Tek tük de olsa roman tercümelerine rastlanır bu dönemde. Derginin 29-31. ciltleri arasında Ahmed Ihsan’m hiçbir makalesi yer almadığı gibi tercüme edilip yayımlanmış herhangi bir romanı da yoktur. Buna mukabil bol bol resim neşre-dildiğini görürüz. Bilhassa Batı’daki yenilikleri anlatan renkli resimler basılmaktadır.20

II. Meşrutiyet’in ilanına kadar derginin yayın akışı aşağı yukarı bu şekilde devam eder. 1909’dan itibaren yeni bir edebi heyecan ile dolan gençler Servet-i Filmin dergisinin etrafında yeniden toplanmışlar ve dergi yeniden edebi kimliğine bürünmeye başlamıştır. Yeni bir edebi topluluk olan Fecr-i Ati, edebi anlayışını anlattığı beyannamesini 1909’da Servet-i /'üHÛn’da yayımlar. O dönemde hemen hepsi yirmili yaşlarında olan Hamdullah Suphi, Yakup Kadri, Fazıl Ahmed, İzzet Melih, Refik Halid, Köprülüzade Fuat, Emin Eami, İsmail Suphi, Şebabettin Süleyman, Ali Canib, Mehmet Behçet, Emin Bülend, Şekip Akif, İsmail Müştak, Asaf Muammer, Bedii Nuri, Ali Süha, Ahmed Samim gibi isimler artık Servet-i Filmin çatısı altında toplanmışlardır. İşte bu isimler derginin

1000. sayısı için büyük bir özen ve dikkatle çalışırlar. Zira 22 Temmuz 1910’da yayımlanan 1000. sayı ile birlikte dergi yayın hayatındaki 20. yılına başlayacaktır.

Yayın hayatına bu şekilde devam eden dergi için 1914 yılı önemlidir. Balkan Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte dergi artık günlük gazete haline dönüşmüş ve edebi kimliğinden uzaklaşmaya başlamıştır. Servet-i Fünûn, yaklaşık 3 yıl boyunca -ki bu tamamen Mahmud Sadık’ın başarısıdır- günlük olarak çıkmıştır. Savaş yıllarının mahrumiyetleri içinde yayın hayatına devam etmeye çalışan Servet-i Fünûn İstanbul’u işgal eden kuvvetlerce kara listeye alınmıştır. Ahmed İhsan bu dönemde yurt dışına kaçmıştır. 1919’da bin bir zorlukla geri döndüyse de 1920’de yeniden Avrupa’ya kaçan Ahmed İhsan bu şartlar altında devam etmenin mümkün olmadığını fark ederek dergiyi kapatmıştır.21

Servet-i Fünûn 1924 yılının başına kadar kapalı kalmıştır. 1924’te Ahmed İhsan, Servet-i Fünun'u yeniden canlandırmaya çalışır. Her ne kadar eski popülerliği kalmadıysa da dergi önemli bir yayın organı olarak hayatına devam etmektedir.

28 Mart 1940’ta çıkan 2275. sayısıyla birlikte 50. yılını dolduran derginin bu sayısında yayımlanan “50 Yılın Tarihi” başlıklı yazıda derginin yayın hayatı anlatılır, dergide imzalarını gördüğümüz kişiler Servet-i Fünûn hakkında hissettiklerini uzun uzadıya dile getirerek sahibi Ahmed İhsan’ı tebrik ederler.

1942 yılında ise dergi 52. yılını idrâk etmektedir. Fakat bu biraz buruk bir idraktir, zira Ahmed İhsan rahatsızdır. Nitekim bu yılın sonunda vefat edecektir. Ahmed İhsan’ı anmak için 31 Aralık 1942’de yayımlanan 2419. sayı siyah bir kapakla çıkmıştır. Bu sayıyı takip eden birkaç haftalık nüshalar Ahmed İhsan için ayrılmıştır. Bu sayılarda, basında Ahmed İhsan hakkında çıkan bütün haber, resim, hatıra ve yorumların yanı sıra ailesine çekilen baş sağlığı telgraflarına yer verilmiştir.

Ahmed îhsan’ın vefatından sonra, matbuat dünyamızın uzun soluklu dergilerinden biri olan Servet-i Fünûn, 25 Mayıs 1944 yılında neşredilen 2461. sayısıyla yayın hayatından büsbütün çekilmiştir.

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler. Daha fazlası için bizi motive ediyor.

Daha yeni Daha eski