Orhan Pamuk Kara Kitap Üzerine

Bu yazı “Kendi Olmak” Fikri Etrafında Bir Kara Kitap Okuması, (Serhat Demirel) makalesinin bir özetidir. Makalenin orjinalini de okumanızı öneririm. Bu sadece bir özetidir. Atıf yaparak kullanmayın sizi yanıltabilir. Bilimsel çalışma yapacaksanız makalenin orjinalini okuyun.

Bu sebeple, özellikle Doğu- Batı ya da diğer bir adlandırmayla gelenek-modernlik ikileminde sıkışıp kalmış bireyin ve en çok da aydın ve yarı aydınların çıkmazı Türk edebiyatında konu edilen meselelerden biridir. Orhan Pamuk’un Kara Kitap romanında ele alınan «kendi olma» düşüncesi irdelenmektedir. Romanda metinler arası ilişkiler yoluyla özellikle iki ana kahraman Celal ve Galip üzerinden ciddi bir kimlik sorgulaması yapıldığı, kişinin başka hayatları ve kişileri taklit etmekten kurtularak kendisi olabilmesi fikrinin işlendiği görülmektedir. Mevlana ve Şeyh Galip gibi klasik dönem şairleriyle Oğuz Atay başta olmak üzere modern Türk edebiyatı yazarlarının hayatı ve eserleriyle kurulan bağlantılar, kendini arama uğraşının geçmişteki ve modern çağdaki farklı izdüşümlerini saptamaya imkân sağlamaktadır.

Bölümü, Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı. Tanzimat dönemi bir başlangıç olarak kabul edildiğinde Osmanlı’nın son bir asrını içine alan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana da süre gelen Batılılaşma veya çağdaşlaşma çabası, Türkiye için hiçbir zaman güncelliğini yitirmeyen konulardan biridir. Türkiye’de Tanzimat’tan beri yaşanan Batılılaşma / çağdaşlaşma olgusunun toplumu oluşturan bireyler üzerindeki etkisi Türk edebiyatında özellikle roman türünde sık sık konu edilmiş ve hatta kimi romanların da temel izleklerinden biri olagelmiştir. Ahmet Mithat Efendi’nin Felatun Bey ve Rakım Efendi’sinden Yakup Kadri’nin Yaban’ına, Peyami Safa’nın FatihHarbiye’sinden Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’una kadar onlarca eser bu sınıfa dâhil edilebilir.

Modernleşmesi adlı çalışmasında «Bihruz Bey klişesi» olarak adlandırdığı bir yabancılaşma ve uyumsuzluğun simgesidirler. Bihruz Bey’de saptanan birtakım özellikler Şerif Mardin’in tespitiyle, dönemin aydın ve yarı aydın diyebileceğimiz üst sınıf erkeklerinin Türk edebiyatındaki yansımasıdır . Bir tür «Bihruz Bey sendromu»na kapılmış bu karakterlerin en önemli ayırt edici özelliklerinden biri ise yaşadıkları kimlik bunalımı içerisinde, bütün uğraşlarına rağmen «kendi» olamamaları, kendi amaç, niyet ve istikametlerini şaşmaz bir biçimde belirleyememeleridir. 1990 yılında yayımladığı ve Türk edebiyatı için artık bir modern klasik denebilecek romanı Kara Kitap da, yarattığı karakterlerle bu çerçevedeki romanlar arasında yerini almış görünmektedir.

Pamuk’un Kara Kitap’ı yayımladığı dönem, Türkiye’de kentleşmenin ve kentlileşmenin en hızlı yaşandığı dönem olarak kabul edilebilir. Yazar, Kara Kitap’ta söz konusu olguyu büyük açmazları olan bir metropol kenti olan İstanbul’un içinden canlı tasvirlerle dile getirmekle kalmamış aynı zamanda insan bazında da bu kimlik bunalımını Tanzimat’tan beri yaşanan «aydın sorunsalı» bağlamına oturtarak irdeleyebilmiştir. Kara Kitap’ın konusunu kısaca, İstanbul’da yaşayan Galip’in kaybolan karısı Rüya’yı ararken karşılaştığı manzaralar ve olaylar ile öykündüğü köşe yazarı Celal’in yazılarının da etkisiyle içine düştüğü arayış teşkil eder. Galip’in bu arayış serüveninde en büyük rehberi Celal olurken, yaşadığı açmazlar ve sorgulamalarla da o, yine Celal gibi bir ruhsal olgunlaşma sürecinin içine girmiş olur.

Romanın başından sonuna değin, iki ana karakter olan Galip ve Celal’in sözlerinde ve yazılarında insanın başkalarına öykünmekten tamamen kurtulabilmesi ve kendi olabilmesi üzerinde sık sık durulmaktadır. bölümünde, her ay gittiği mahalle berberi gazeteci Celal’e sorular sorar. «Kendiniz olmakta güçlük çekiyor musunuz?», «İnsanın yalnızca kendisi olabilmesinin bir yolu var mıdır acaba?» gibi sorulardır bunlar. Okurun da bu satırlardan anlayabileceği gibi, Gazeteci Celal, fark etmiştir ki o güne kadar hemen hemen hiç kendisi olamamıştır.

Bu uyanış, Celal için başta can sıkıcı olsa da zamanla gelişen yararlı ve hatta gerekli bir tekâmül sürecinin de başlangıcını oluşturmaktadır. Romanın sonlarına doğru «Şehzadenin Hikâyesi» başlıklı bölümde de yine yoğun olarak kendi olmak düşüncesinin ele alındığı görülmektedir. Burada kendi olmak için okuduğu bütün kitaplardan onları yakarak, yok ederek kurtulmayı deneyen, o kitaplardan kurtulur ve kendi hikâyesini anlatırsa kendi olabileceğine inanan bir şehzadeden bahsedilir.

Mevlana’nın eserlerinden derlenen yedi öğüt şunlardır

Bu öğütlerden sonuncusu, «ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol», romanın içinden yukarıda alıntıladığımız Celal’le ilgili satırlardan da hatırlanacağı gibi, Celal’in kendi olma sürecinin çıkış noktasını oluşturur. Berberin soruları üzerine tefekküre dalan Celal’in o güne kadar nasıl kendi olamadığını kendi kendine itiraf ettiği bu cümleler acıklı bir tirad havası taşımaktadır. Denebilir ki, Celal o zamana kadar ne göründüğü gibi olmuş ne de olduğu gibi görünmüştür. Kara Kitap’ta ise, Celal’in kişiliğindeki dönüşümü başlatan, bir anlamda, Celal’i aykırı soru-larıyla tıpkı Şems’in Mevlana’yı sarstığı gibi sarsan ve kendine getiren kişi mahallenin berberi olur.

Onun aykırı sorularıyla dünyası değişen Celal, kendini arama sürecine girer ve hayatına yeni bir yön verir. Bu zorluğu yaşayan Celal, farkında olmadan Galip’i de peşinden sürükleyecek ve Galip de Celal’le aynı yollardan geçecektir. Nitekim Mevlana’dan altı yüzyıl sonra yaşayan Şeyh Galip, Mevlana’nın eserlerini nasıl satır satır hatmediyor ve bir tür öykünmeyle onu kendine rehber ediyorsa, romanda da Galip, Celal’in rehberliğinde ister istemez ona öykünmeye hatta onun yerine geçmeye başlayacaktır. Aşk’ında nasıl, «Esrarını Mesneviden aldım, çaldımsa da mirî mâlı çaldım» diyerek ilham kaynaklarını sergilemekten çekinmiyor ve bir taraftan da kendisinden önce söylenenleri aşmanın zorluğunu ima ediyorsa, Kara Kitap’ın başkahramanı Galip de kendisi olmaya çalışırken ola ola Celal’in yazılarını yine Celal’in üslubunu olduğu gibi kopya ederek yeniden yazan biri haline gelir.

Kendi olmak, Galip için ustası Celal’in izinden gitmek ve fakat onu aşmak zorunluluğunu beraberinde taşımaktadır. Böylece kitaptaki Celal-Mevlana, Galip-Şeyh Galip benzerliği de bu metinlerarası göndermelerle perçinlenmiş olur. Tutunamayanlar’da Selim Işık’ın intiharını yine Selim Işık’ın mektupları üzerinden çözümleyen Turgut Özben ve Tehlikeli Oyunlar’daki Hikmet Benol karakteriyle Celal arasındaki benzerlik bu esinlenmeyi doğrular niteliktedir.

«‘kendi olmak’ fikri doğrultusunda ne derece yararlanmıştır?» gibi soruların cevabı karşılaştırmalı bir okumayla incelenmeye elverişlidir.

Romanlarını karşıtlıklar üzerinden kurmayı seven yazar, Kara Kitap’ta Batı-Doğu karşıtlığına da değinir ve nihayet sözü Türk toplumunun kendine yabancılaşmasına getirir. Öz değerlerini, geçmişten devraldığı kültür mirasını unutan, ona sırt çeviren modern Türkiye’nin insanları işte bu sebeplerle bir türlü kendisi gibi olamamaktadır. Aslında yalnızca bir başkası olmak istiyorlardı tabii. Yeni tanıdıkları birinin, takma adlarını ciddiye aldığını öğrendiklerinde ne kadar da sevinirlerdi.

Bazen ikisinden biri, pil fabrikasındaki saatlerin yorgunluğunu, yazılacak yazıları, zarflanacak bildirileri unutur, elindeki yeni kimliğe saatlerce bakar, bakardı. Romanın bir başka yerinde, karısı Rüya’yı arayan Galip, bir gecekondu evine konuk olur. Sağ olsaydı, hiç değişmeseydi, kendi babasının kuracağı hayattı bu. Bu hayatı bilinçle seçip bilinçle yaşayarak iki bin yıllık bir kumpası boşa çıkarıyor, bir başkası olmayı reddediyor, kendi ‘öz’ kimliğinde direniyordu .

1998 yılında kaleme aldığı bir yazıda, «Türkiye’deki Batılılaşmacı eğilimin bugün bu kadar başarısız olmasını geçmiş kültürdeki simgelerden, metinlerden, geçmiş kültürün bu ülkenin bilinçaltına kadar sinmiş olan metinlerinden, resimlerinden, eşyalarından ilham almaması»na bağlayan Orhan Pamuk, kendine yabancılaşmanın yalnızca tek tek fertlerin değil toplumun genel bir sorunu olduğunu hissettirir bu romanda. Dolayısıyla yazının başlarında değinilen şehzadenin akıbeti, yazarın kendi olmak fikrini kendine yabancılaşmak bağlamında nasıl toplumsal bir düzeyde ele aldığını göstermektedir. Bu sorulara bir çırpıda evet ya da hayır demek hata olacaktır çünkü elimizdeki roman ne de olsa bir postmodern kurmaca ürünüdür. Postmodern anlatıların yazarları, çoğu zaman bir tez veya iletinin ardına düşmez, böyle bir amaçla eser üretmezler.

« Karşıtlıkların oluşturduğu ironiden ortaya çıkacak felsefe de, -eğer varsa- ahlaksal öğreti de okurun kendi üretimi olacaktır» . Kendi olmak, bugün halen Türk toplumunun hem kolektif bilinçaltında hem de fert fert yaşadığı sorunlardan biri olarak varlığını sürdürüyor. Tabii romancılar bu mesele etrafında yeni eserler ortaya koymaya devam ediyor ve edecektir. Orhan Pamuk’un romanı ise modernist ve postmodernist unsurları ve zengin metinlerarası ilişkileriyle söz konusu problematiği ele alan, nitelikli eserlerden biri olarak edebiyat tarihindeki yerini almış görünmektedir.



Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler. Daha fazlası için bizi motive ediyor.

Daha yeni Daha eski