Aşk-ı Memnu Roman Tahlili

Bu yazıda sizlerle Halit Ziya Uşaklıgil (1866-1945)'in Aşk-ı Memnu isimli eserinin tahlilini paylaşacağız. Tahlil Fethi Naci'nin eserinden alıntıdır.
 "Kırık hayatlar" sözünden pek hoşlanıyor Halit Ziya Uşaklıgil. Altı romanındaki kişilerin de hep "kırık bir hayatları" vardır. Nemide'de (1892) Nemide veremden ölür, babası çıldırır. Bir Ölünün Defteri'nde (1892) gerçi Nigâr'la Hüsam mutluluk içinde yaşarlar, yaşarlar ya, onların mutluluklarını gerçekleştirmek için ölen Vecdi'nin anısı bırakmaz arkalarını. Ferdi ve Şürekâsı'nda (1896) Hacer bir yangında ölür, İsmail Tayfur çıldırır, Saniha bütün ömrünü bu deliye bağlar. 

Halit Ziya'nın İzmir'de, çıraklık yıllarında, yazdığı bu üç romanda olduğu gibi İstanbul'da yazdığı, ustalık döneminin üç romanında da "kırık hayatlar" birbirini kovalar. Mai ve Siyah'ta (1897) Ahmet Cemil'in kız kardeşi ölür; Ahmet Cemil, bütün umutları, bütün yükselme ve üne erme düşleri yıkılarak, annesi ve Seher'le birlikte, alır başını bir uzak ülkeye doğru yola çıkar. Aşk-ı Memnu'da (1900) Bihter kendini öldürür; Adnan Bey hayatını kızına, Nihal'e bağlamakta arar mutluluğu. Kırık Hayatlar (1924), adından da belli, hayatları kırılmış insanların bir geçit töreni gibidir. Belki de Halit Ziya en çok bunun için seviyordu bu romanını! 



Kırık Hayatlar'ın başındaki "Muharrir ne diyor?" başlıklı önsözde Halit Ziya şunları söylüyor bu romanı için: Bir muharrir kendi eserleri hakkında sahih bir fikir beyan etmez, bununla beraber cesaret ederek diyeceğim ki Kırık Hayatlar gerek dil, gerek yapı bakımından kendisinden evvel yazılan ve nasılsa edebiyat tarihinde hususi bir mevkie müstahak addedilen Mai ve Siyah ile Aşk-ı Memnu romanlarından çok üstündür. Münekkitler ne hüküm verirler bilmiyorum, fakat bu iddiayı serdederken hiçbir öğünme hevesine kapılmadan söylemek isterim ki bu kitap muharririn en olgunluk devresinin mahsülüdür. Elbette ki bu hükmü, eser her türlü tenkide sebep olacak nakiselerden âridir manasına almak doğru olmaz."  Oysa Halit Ziya'nın "memleketin hakiki hayatından bir levha" vermek dileğiyle yazdığı Kırık Hayatlar, Mai ve Siyah'la Aşk-ı Memnu yanında pek sönük kalır. Çünkü Halit Ziya ancak Ömer Behiç'in evinin aracılığıyla görüyor "memleketin hakiki hayatını", o evin ilişkileri içinde görüyor; bu bir. Sonra, toplum yaşamından bir kesit vermek isterken hep bireysel ve olağandışı durumlara takılıp kalıyor, toplumsal nedenlere inemiyor bir türlü; ona göre, "kırık hayatlar" toplumsal bir olgu değil, bireysel bir olgudur. Bunun sonucu olarak "Ne yapmalı?" diye sorar (Kırık Hayatlar, s. 335) ama bir yanıt bulamaz. Üstelik roman olarak da iyi kurulamamıştır Kırık Hayatlar; Halit Ziya, tanıdığı, gözlemlediği birtakım kişileri bir araya toplamış, ama kişiler arasında pek öyle bir bağlılık yok; kişilerini bir roman düzeni içinde ele alıp karşılıklı ilişkilerine göre inceleyerek geliştirememesi bundan. Yer yer sözü uzatması da bundan. Roman, Ömer Behiç'in "hayatının en mühim feragatini" yapmasıyla biter: Metresini bırakır Ömer Behiç ve üzüntüden saçlarına ak düşen karısına döner!    Aşk-ı Memnu, Halit Ziya'nın en başarılı romanı. On dokuzuncu yüzyılın sonunda yazılmış, ilk baskısı 1900'de yapılmış. Bence ilk gerçek Türk romanı. Nedeni belli: Aradan seksen yılı aşkın bir süre geçtiği halde bugün de zevkle okunmakta. Zamanın yıkıcı gücüne dayanmayı başarabilmiş beş on Türk romanından biri. Taaşşuk-1 Talât ve Fitnat, sadece, tarihsel açıdan bir ilk roman. Oysa Aşk-ı Memnu, yaşamasını sürdüren ilk Türk romanı. Tarih açısından değil, edebiyat açısından ilk Türk romanı.    Halit Ziya Uşaklıgil, 19.8.1943'te, Suut Kemal Yetkin'e yazdığı mektupta, Aşk-ı Memnu konusunda şunları söylüyor: "... Bana soruyorsunuz: Aşk-ı Memnu ne gibi etkiler altında ve nasıl yazılmıştır? diye... Bunun yanıtı biraz zor. Bilirsiniz ki bir şiir parçası, hikâye konusu belli bir kaynaktan gelen bir etkinin, yalnız bir tek etkinin ürünü değildir. Bir hava esintisi birçok karışık yaprakları savurarak şuraya buraya dağıtır , bunlardan bir kümeyi bir yana atar... İşte sanatçının gözüne, belleğine ilişen izlenimler bunlardır . Bunlardan bir toplam çıkarmak onun eczasını birbirine ekleyip yapıştırmak, ona bir biçim vererek türlü öğelerini ipliklerle bağlamak için etkinliğe geçen asıl sanatçının hayalidir, renk renk taş parçalarından bir levha çıkarmak gibi bir iş. Bu işin sahibi, etmeni imgelemdir . Aşk-ı Memnu yazılırken İstanbul'un belli çevrelerinde, özellikle Boğaziçi'nde Melih Bey takımını andıran aileler vardı. Nitekim bugün de öyledir. Yazar bunları uzaktan yakından bilir ve tanırdı. Hayalinde birikmiş karmakarışık izlenimler vardı. Bunları billurlaştırmak bir toplam çıkarmak için imgelemini kamçılamak yeterdi. Bu, demek değildir ki, Aşk-ı Memnu gerçekte var olan birtakım yüzlerden kopya edilmiştir. Eserde birçok kişiler vardır. Bunlardan hiçbiri belli birtakım kişilerin benzeri değildir. Ama genel toplamıyla birçok kişilerden eğretilenmiş dağınık eczadan bileşen bir varlıktır. Doğruluğu da bundan ibarettir. Örneğin eserin başlıca kişilerinden biri olan Behlûl benim özelliklerini tanıdığım bir, iki, belki üç gençten toplanmış bir gençtir. Filan ve falana az çok benzer, ama yüzde yüz filan değildir. Firdevs Hanım ve kızları, hele Nihal ve babası, bunlar da öyle... 

Olaya gelince: O bütünüyle hayal ürünüdür. (...) Bu eserin birtakım üstünlükleri varsa onların başında kişilerin çok olması ve her birinin özel ve kişisel bir hayat ile yaşamasıdır..." (Ulus gazetesinin Güzel Sanatlar Sayfası'nda 5.9.1943'te yayımlanan mektubun sadeleştirilmiş metni Türk Dili dergisinin Temmuz 1964 tarihli "Roman Özel Sayısı"ndan alınmıştır.)    

Halit Ziya Uşaklıgil, Aşk-ı Memnu'da, 19. yüzyılın sonunda yaşayan zengin ve aylak bir toplum katının yaşam biçimini; varlıklı, geleneksel Türk ailesinin "Batılı" yaşama biçiminin etkisi altında çözülüp altüst oluşunu, yozlaşmasını; bir toplum katının yaşadığı ve eğlendiği yerleri (konaklar, yalılar, Boğaziçi, Büyükada, Göksu, Concordia, vb.); birey olarak bütün somutluklarıyla bir toplum katının insanlarını, bu insanların sorunlarını, dünyaya ve insanlara bakış açılarını, bu insanlar arasındaki ilişkileri anlatıyor. Ve bu yaşam biçimine "halk"ın tepkisini; onu da. Ama "halk" dedikse, bunu yalıların, konakların dışında yaşayan gerçek halk olarak değil, yalılarda, konaklarda bu zengin ve aylak insanların yanlarında çalışan "hizmetçiler" olarak anla mak gerek; çünkü söz konusu olan bir Halit Ziya romanıdır ve halk adına ancak onlar Halit Ziya'nın engellerini aşarak romana girebilmişlerdir.    Roman, "Melih Bey Takımı"ndan Firdevs'le kızı Bihter'i (bu arada, ikinci planda olmak üzere, Firdevs'in öbür kızı Peyker'le Peyker'in kocası Nihat Bey'i) ve Adnan Bey ailesini (Adnan Bey'i, kızı Nihal'i, yeğeni Behlûl'ü) anlatır; Adnan Bey'le Bihter'in evlenmesiyle gelişir, mutsuz bir sonla biter. 

Kimdir Melih Bey? Romancı şöyle diyor: "Melih Bey ölümünden sonra devam edebilecek hiçbir anı bırakmamıştır: Yalnız Anadolu kıyısında bir yalı ile bu yalıdan İstanbul'un hemen her tarafına yayılarak bugün 'Melih Bey Takımı' unvanıyla bir sivrilme noktasında birleşen kadınlar." (İnkılâp ve Aka Kitabevi, 1978 baskısı, sadeleştiren: H. Fethi Gözler, s. 4)

 Erkeklerin bu "takım"a karşı tutumlarını ne güzel anlatır Halit Ziya: "Göksu'da bundan evvel Firdevs Hanım'ın evlenme söylentisi -ucunda ağır bir kurşun parçası sallanan olta iğnesi gibi, düştüğü noktanın etrafında gittikçe genişleye genişleye açılan daireler çizmişti. Herkes bu dairelerin dışında kalmak, yalnız ufak çekingen bir dokunmayla iğnenin ucundan biraz yemek kopardıktan sonra kaçmak isterdi." (s. 6)

Eğlenmek dışında Melih Bey Takımı'nın başlıca özelliği giyinmektir. İstanbul'un en iyi giyinen kadınları onlardır. Ve "inanılmayacak bir ucuzlukla". "Onlarda taklit edilemeyen şey giydikleri değil, giyinişleriydi." (s. 12) (Kaç "erkek" romancımız çıkar bu inceliği ayrımsayan!) 

Yoksulluktan bunalan yirmi iki yaşındaki Bihter, parası için, ellilik Adnan Bey'le evlenir: "İşte, bütün o çılgincasına sevilip de alınamamış şeyler, işte onlar, iradesinin avuçları önünde en küçük bir emeline itaat etmeye hazır bekliyor, renkli gözleriyle onu çağırıyordu." (s. 26)

 "Çılgıncasına sevilip de alınamamış şeyler"i satın alma gücü: Budur "evlenmek" Bihter için! Bu yüzden, Adnan Bey'le evlenmek uğruna, eski Türk ailesinde görülmeyen bir şey yapar, annesiyle şiddetli bir ağız dalaşına girişir. 

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın söyleyişiyle "Tanzimat'ın bütün medeniyetine varis" Adnan Bey, dört yıldır duldur; kızı Nihal, oğlu Bülent'le yaşamaktadır. Annesinin sağlığında Nihal'e, Batı yaşama biçimine uygun olarak, bir "mürebbiye" tutmuştur. Bunun dışında, yeğeni Behlül ("Babası illerden birine memur olup gittikten sonra Behlül Galatasaray Lisesi'ne yatılı olarak bırakılmıştı. Haftada bir gece Adnan Bey'in yalısına giderdi. Babası o kadar uzaktaydı ki, tatil zamanlarını uzun bir gezi için boşuna harcamaktansa İstanbul hayatı hakkında okulda başlanan öğrenmeyi genişleterek bitirmek için kullanmayı tercih etmişti." s. 78), 

başkalfa Şayeste, Şakire Hanım, Şakire Hanım'ın kızı Cemile, kocası Süleyman, aşçı Hacı Necip, küçük Habeş Beşir... Bütün bunlar Adnan Bey'in yalısında yaşarlar. Ne mi yapar Adnan Bey? "Sonra odasına, iş odasına girdi; bir şeyle uğraşmak istiyordu. Onun başlıca merakı tahta üzerine oymacılıktı. (Tahta üzerine oymacılık o dönemde yaygın mıydı? Sinekli Bakkal'daki Zaptiye Nazırı'nın da en büyük merakı oymacılıktı! - F.N.) Bütün boş saatlerini kâğıt bıçaklar, hokkalar, kibrit kutuları, üzerinde kabartma resimlerle kâğıt baskıları oymakla geçirirdi." (s. 39)

Evet, 382 sayfalık roman boyunca, "bir şeyle uğraşmak" istediği zaman Adnan Bey'in yaptığı tek "iş" budur: Tahta üzerine oymacılık! O değirmenin suyu nerden geliyor, bunca servetin kaynağı nedir? Bunları öğrenemeden roman bitiyor!

Behlûl, yüzeysel bir Batılılaşmanın yarattığı tipik genç. Eğlence ve kadın peşinde. Bütün işi bu. Peşinde olduğu' kadın, evinde kaldığı, ekmeğini yediği Adnan Bey'in karısı da olabilir. Geleneksel değer yargılarını yitirmiş, yeni değer yargılarından yoksun biri Behlül; en küçük ahlaki sorumluluk duygusu kalmamış. Halit Ziya, Behlûl'ün kişiliğinde, zamanla toplumumuzda daha da yaygınlaşacak bir genç tipini çok iyi canlandırmış.

Hizmetçilerin bu yeni, Batılı, "alafranga" yaşam biçimine tepkilerini Halit Ziya çok kısa ama açık seçik belirtiyor:    "Şayeste gözünün ucuyla Firdevs Hanım'la Behlûl'ü göstererek Şakire Hanım'a şunları söylüyordu:  

Küçük Bey'e (Behlûl - F.N.) âlâ bir eğlence çıktı ki...    

Nesrin, düşüncelerini pek açık olarak belirtmeye cesaret edemeyerek kis kis gülüyor, gülüşünün belagatıyle kalfasının cümlesini tamamlıyordu. 
Son söz Şakire Hanım'a kalıyordu:    – Böyle gittikçe işi azıtırlarsa ben yalıda kalıcılardan değilim. Bizimkinin işi olur olmaz Cemile'yi alınca kaçıyorum. Siz artık küçük beyin eğlencelerini istediğiniz kadar seyrediniz...    Şakire Hanım'ın ölçü kabul etmeyen çok sert bir ahlak anlayışı vardı. 

Bir süreden beri, Firdevs Hanım'la Peyker'in arasında Behlûl'ü gördükçe kendisini tutamıyordu. (...) Hatta bir gün Şayeste ile Nesrin'e kocası Süleyman Efendi'nin bir belediye çavuşluğuna kayrılması için teşebbüste bulunulduğunu itiraf etmişti . Bu iş olumlu olarak sonuçlanursa, karikoca kızlarını da alıp artık bu yalıdan kaçacaklardı... Şakire Hanım Bihter'i anlatmak isteyerek diyordu ki:    Bu kadın, beyin başına ne belalar getirecek. Yaşarsak görürüz ya..." (s. 131

Nitekim Süleyman Efendi'ye iş bulunur ve Şakire Hanım kızı ve kocasıyla yalıdan çeker gider. Yaliya, kocasıyla birlikte (Kızı Cemile'yi gelin etmiştir.), ancak, Bihter'in ölümünden sonra dönecektir.    Aşk-ı Memnu'da belirli bir tarihsel dönemin gerçekliği, romana özgü biçimler içinde, ustaca anlatılmıştır. Çünkü Halit Ziya, toplumsal gerçekliği, kimi romancımızın yaptığı gibi, kişilerden ayrı, kişilerin dışında vermiyor. Aşk-ı Memnu, toplumsal gerçekliğe romancı olarak yaklaşmasını ve bakmasını bilen bir yazarın eseridir.    Romancılarımız romanlarında kadın tiplerini incelemeye pek yanaşmazlar; romanda kadın kahramanlar olsa bile bunlar genel olarak kalın çizgilerle geçiştirilir. Oysa Halit Ziya, Firdevs Hanım'ı olsun Bihter'i olsun, birbirini kovalayan olaylar içinde, çok yakından izlemekte ve onlardaki değişimi günlük gerçeklere, kişiler arası ilişkilere bağlayarak, şaşırtıcı bir ustalıkla anlatmaktadır. 
Ne var ki Nihal için aynı şeyi söylemek zor. Nihalde romancının kendini zorladığı, yaşamla pek ilişiği olmayan bir tipi günlük gerçekler ve ilişkiler dışında yaşatıp geliştirmeye çalıştığı görülür. Bunun için de Nihal okurda yaşamıyor. ki    Halit Ziya ruh çözümlemelerine fazla önem veriyor. Ne var zaman zaman sözü uzattığını söylemek gerek. Bir de şunu: Zaman zaman ruh çözümlemelerinin roman kişilerinin somut durumlarından hareketle değil de kitaplardan edinilmiş bilgilerle yapılmış olduğu izlenimini edinmemek mümkün değil. Sözgelimi Nihal'in belirli bir olay karşısındaki durumu anlatılırken doğrudan Nihal'in değil de, "bir genç kız"ın o olay karşısındaki ruhsal durumunu anlatan kitaplardan yararlanılarak, herhangi bir genç kızın ruhsal durumu anlatılıyormuş gibi geliyor. 

Aşk-ı Memnu, romana özgü hareket bakımından da kusursuz bir örnek olarak gösterilebilir. Romandaki hiçbir hareket gelişigüzel düzenlenmemiştir; her hareket belirli bir amaca hizmet eder. Bu amaç da karakterlerin gelişmesi, iyice belirmesi ve sonunda unutulmayacak bir roman kişisi haline gelmesidir.    Aşk-ı Memnu, bence, ilk gerçek Türk romanı, 1900'den bu yana geçen zamana dayandığı gibi bundan sonra da daha nice yıllara dayanacağı belli. 

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler. Daha fazlası için bizi motive ediyor.

Daha yeni Daha eski