Zavallı Necdet’ten – Tevfik Fikret, Osmanlıca Metin

Bu yazıda sizlerle Tevfik Fikret’ten Zavallı Necdet isimli Osmanlıca metni paylaşacağız. Aşağıda bir kısmı çevrilmiş olarak var kalan kısmı yapmaya fırsatım olmadı. Ancak siz yorumlarda yaparsanız sizden sonraki ziyaretçilere fayda sağlamış olursunuz.
Aşağıda metnin bir kısmı yer alıyor bunu okuyarak yukarıda verilen metni daha iyi çözebileceğinizi düşünüyorum. Metnin çevirisi yok mu? gibi sorular sormak için mail atmayınız. Sorularınızı yorum olarak yazarsanız zaten cevap veriyorum.
Biz kalabalık içinden, sıkıntılı, dar yoldan kurtulmak için biraz süratle yürüyorduk. İskel da istasyon yoluna girdiğimiz zaman Necdet Feridun’un yüzüne baktım. Beş dakikalık sessizliği na garip görünüyordu. Pekâlâ bilirdim, buna emindim ki Necdet bu fırsatları kaçırmak istemez. O; kendi hissini, isteğini, zevkini bilen eski bir arkadaşa rastlasın, buluşsun da, uzun hikâyelerini, aşk başarılarını dinletmesin! Bu, olamaz. Okul sıralarında bulunduğumuz zamandan beri şu çaresizin büyük bir meraka, tedavisi mümkü ayan bir hastalığa tutulduğunu bilirdik. Bu merak; aşk hastalığı idi. Ve bu hastalık şundan i ti: Meşgul olduğu veya takip ettiği her kadını kendine âşık zannetmek. Necdet Feridun, çehresinin güzelliği yönüyle tabiatın lütfuna, büyük bir iyiliğe kavuşmuş rdendi. Sarı ipek gibi saçları, küçük, uçları kıvrık bıyıkları, mavi büyük gözleri ile erkek bir yer edinmişti. Hele giyinmekteki güzel zevki, kendisine şıklık yönünden büyük bir kıymet lük veriyordu. Servet yönüyle de talihin lütfuna uğramıştı. Okuldan çıktıktan sonra Necdet Feridun’u ara sıra görebiliyordum. işli’de oturdukları iç leri bazen Lüksemburg Gazinosu’nun bilârdo salonunda, Konkordiya Tiyatrosu’nun fuayesind e kendisine rastladığım zaman, beni şen ve neşeli selâmlar, şakalar yapar; hikâyelerini anlat için eline geçirebildiğine çok memnun görünürdü. Ve işte o zaman aşk zaferlerini sayar döker e uydurma hikâyeleri lezzetle, zevkle dinlerdik. Oh! Aşk başarıları öyle bitmez tükenmez olay ar ortaya çıkarır ki… Necdet, bu sevda sahnelerinde büyük rolleri, fedakârlıkları kadınlara im ederdi. Bir aşk hikâyesini anlatmaya başlar başlamaz, biz önceden anlardık ki bu yeni aşk ahnesinde de ilk rolü alan Necdet değildir. Aşk ve sevda belirtileri ilk defa olarak kız tarafından ortaya çıkar ve fedakârlığı kız yapar. Velhasıl bütün o aşk olaylarında kahraman, adınlardır. Kaç defalar dinlemiştik. İsmini hatırlayamayacağım milyoner bir İngiliz Mis, Ünyo ez Balosunda Necdet Feridun’a rastlar, prezante edilir. Mis kendisini sever; o der ece şiddetli bir tutkuyla sever ki o gece bütün kadrilleri ona verir. Zarif bir ipekli mavi kurdele ile asılmış olan karnede Necdet Feridun adı beş altı yerde görünür. Bu durum, g takip eden birtakım erkeklerin dikkatini çeker: – Bu derece ilgi toplayan şu Türk kimdir, soruları her taraftan tekrar edilmeye başlar . Meraklılar başlarıyla, gözleriyle bu zafer kazanan âşığı birbirlerine gösterirler. Evet, şi yi hatırlıyorum, Necdet Feridun, bu Mis hikâyesinin orasına geldiği zaman başarısından ve o b kendisinde, bütün ruhunda ve kalbinde oluşturduğu mutluluktan gülümserdi. Ve sonra çok memnun bir tavırla başını sallayarak: – Balodaki kibar kimseler; Mis’in zevk sahibi olduğunu tasdik ediyorlar ya? Bu da başka konu, derdi. Kendisini sevmiş olan kadınlara hak verir. Onları zevk sahipleri arasın a katardı. Ve dikkatlerini üzerine çekmeyi başaramadığı kadınları bu kusurlarından dolayı hiç
ffedemezdi. Fakat bundan dolayı meraka gerek yok. Çünkü Necdet Feridun, bu güzel kadınlar içi de öyle hissiz, zevksiz birinin olacağına, mümkün değil, ihtimal veremezdi. Bu Mis hikâyesi pek uzundur. Bunu işite işite artık ezberlemiş gibiydik. Bu genç, hoş ve ilyonlar sahibi Mis, o akşam şampanya buharlarının beyninde şiddetli etkiler oluşturduğu, aşk evdanın tatlı, pek tatlı mahmurluk verdiği bir dakikada… Sinir bunalımının hüküm sürdüğü bi anakları ateşli bir pembelikle sevda alevleri püskürdüğü bir sırada başını göğsü üzerine koya n’a aşkını ilân ettiği zaman… İşte hikâyenin tam bu can alıcı noktasında Necdet Feridun’un k bükmesi, manalı bir ilgisizlik tavrı vardı ki bunu Monesolliler, Koklenler taklit edem ezler. Sonra yine hikâyesine devam eder, söyler, söyler; sonsuz fedakârlıklar… Bitmez tükenme z aşk teklifleri… Önüne, ayakları altına demet demet serpilen aşk, sevda, muhabbet gülleri, kleri… Ve o çiçeklerin içinden, bazen açılmaya yüz tutmuş beyaz bir zambak, bazen gonca hâl e, henüz çıkmamış pembe bir gül… Birkaç defa koklar ve sonra bırakırdı. Çünkü bu pembe güller lar, renklerine, kokularına doyulamayan bu çok güzel, sevimli çiçekler önüne, ayakları altına ilmeye devam ederdi. Necdet Feridun’un bu hâline, ahlâkındaki bu tuhaflığa biz bir çeşit hast gözüyle bakardık. Gerçekten o da bir hastalıktı ya… Bir kere anlatmaya başladı mı, artık o esi, bitmezdi; çok defalar bu şekilde olmuştu; o uzun muhasebeler bizi tiyatroya yetişeb ilmekten, vaktiyle yemek yemekten bile alıkoyardı. Fakat o kadar garip hikâyeleri vardı ki… Kocasını terk ederek, onunla beraber seyahat etmeyi teklif eden genç madamlar, n işanlısıyla bozuşup kendisine gönül bağlayan güzel matmazeller, onun için bozulmuş evlilikler bırakılmış seyahatler, tertip olunmuş ziyafetler, suvareler …Bu hikâyelerin her birinde bi rer “kahraman” var; onlar da elbette güzellikleriyle ünlü matmazeller, madamlar olacak. Ni hayet ufak bir sebep, önemsiz bir olay, velhasıl bir hiç için Necdet Feridun onu terk ed iverecek… İşte, o uydurma hikâyeler böyle son bulurdu. Sözüne son vereceği zaman Necdet Fer dun aşkının felsefesini sıklıkla şu sözlerle özetlerdi. Budala! Hayatımı kendisine vereceğimi ordu. Kadınlar gerçekten fikirsizdir. ***
Haydarpaşa iskelesinden çıkıp da Necdet Feridun’un koluna girerek istasyona doğru yürüdüğ hatırımdan hep bu eski hikâyeler geçiyordu. Dayanamadım, kendisine sordum:
– Nasıl, yeni bir aşk macerası var mı?
– Evet, var, var ama bu pek acıklı…
– Acayip, acı neresinde?
– Hele vagona girelim de; hikâyem bu sefer acıklı olmakla beraber uzun. Sonuç korkunç. A h! Hayal edemezsin! Pek rahatsızım. Fikrim, vücudum, bütün varlığım rahatsız…
– Görüyorum, biraz bozulmuşsun! Neyin var?
– Sinir hastalığına tutuldum. Doktorlar ruhumun acısını duyamıyorlar. O ince noktalardaki raları tedavi edemiyorlar. – Adam sen de… Merak edilecek bir şey değil!…
– İşte, bu bir söz ki, bin birinci defa olarak senden de işitiyorum. Merak edilecek bi r şey değil. Pekâlâ! Pekâlâ; ama niçin çaresiz insanlardan binlerce halk bu derde, bu acıya t yor? Niçin buna sinir diyorlar? Demek ki bir şey var. Maddî, manevî bir şey var. Evet, var ki tedavisi zor, belki de mümkün değil. Ah, anlatamıyorum, anlatamıyorum; kalbimin ince b ir damarının koptuğunu, ruhumun bir sıkıntı, bir keder, bir hüzün perdesiyle örtüldüğünü nası ayım? Kime anlatayım? Ben, Necdet Feridun’u vagondan içeri iterken o sürekli: – Anlatamıyorum ki… anlatamıyorum ki… diyordu. ***