Yeğenim – Ahmet Hikmet Müftüoğlu – Osmanlıca Metin

Yeğenim Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun Osmanlıca Metin olarak yayınladığımız hikayesi sizlerle. Kolayca indirebilir veya pdf olarak aşağıda görüntüleyip okuyabilirsiniz. Sizler için iki seçenekli olarak sunulmuştur. Sağ köşeden tıklayarak metni yeni pencerede açarak beklemeden bilgisayarınıza indirebilirsiniz. Ayrıca çıktı alıp üzerinde çözerek de bizlere gönderebilirsiniz. Sizler çevirdiğiniz metinleri gönderin biz yayınlayalım sizden sonrakilere de faydalı olsun.

Osmanlıca Metin Yeğenim

Kırçıl çember sakallı setresini yukarıdan aşağı iliklemiş açık buruşuk alnını gösteren toparlak fesi arkaya ♦ omuzları düşük, endamı öne aykılmış çehresinin hududu istihzayı …….. derecede

Osmanlıca, Yeğenim

Benim bir yeğenim var… Paris’te tahsilini bitirdi… Paris’te tahsilini bitirdi ne demektir, bilir misiniz? Beni yedi bitirdi, demektir. Ben bitince benden tahsilat da bitti; tahsilat biter bitmez pek tabii değil midir, tahsil de bitti… Tahsilatı benden çektiği paralar… Lakin tahsili nedir? Onu bir türlü anlayamadım… “Amca, sen bir şey anlamıyorsun, ben Darülfünûn’un tekmil fünunuyla mütefenninim (Fen Fakültesinin bütün bilim­leriyle donanıyorum.)!” diyor. Diyor ama o Darülfünûnun tekmil fünunuyla mütefennin oluncaya kadar ben de darülcünun’u tekmil cünunuyla mütecennin oldum (delilik fakültesinin bütün delilikleriyle delilendim.)!

Bakın, anlatayım size: Yeğenim evvela mimarlık öğrenmek hevesiyle bana birçok süslü kapılar, yaldızlı kubbeler yaptı; girintili ve çıkıntısız planlarla paralarımı çekti… Sonra bunda temel tutturamayınca kimya­yı madeniden izabe (maden mühendisliği) tahsiline yeltendi, izabe (eritme) tahsili kızıştıkça bizim altınlar da erimeye başladı… Yeğenim bundan da sıkıldı… “Toprak tut altın olsun.” feyzine mazhar olmak (ilmine erişmek) arzusuyla çiftçiliğe başladığı anda ilk tecrübeleri kesemin dibine darı ekmek, sonra ocağıma incir dikmek oldu. Nihayet, bir sabah yeğenimi karşımda gördüm: Yakalığı bir mermer kuyu çemberi gibi gırtla­ğına sarılmış; uzun, kıvrık saçları kalıpsız fesinin altında, rüzgâra tutulmuş hindi tüyleri gibi tersine dönmüş; yeni doğan bir çocuğa şilte olabilecek kadar kocaman bir plastron boyunbağını göğsüne takmış… Karşımda boyun kırdı; öptürmek alışkanlığıyla ben elimi uzatırken, o da kımıldamadan dudaklarını bana uzattı; ikimiz de ne yapacağımızı birden anlayamadık. Benim elim muallakta (havada) kaldı. Nihayet, boynuma sarılarak laubaliyane, tekrar tekrar öptü. Öpülmeyen zavallı elimden mahcup oldum.

PDF olarak indirmek için

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com