Yahya Kemal Beyatlı – Hayatı Sanatı ve Eserleri

Hayatı

Yahya Kemâl, 2 Aralık 1884’te Üsküp’ün İshakiyye Mahallesinde doğdu. Asıl adı Ahmet Agâh’tır. Babası, bir süre Üsküp Belediye Reisliği yapmış İbrahim Naci Bey, annesi divan şairi Leskofçalı Galip Bey’in yeğeni Nakiye Ha-nım’dır. Şairin baba tarafı, Niş’li, anne tarafı ise Vranya’lıdır. Ailenin kökleri Üçüncü Mustafa devrinin sancak beylerinden Şehsuvar Paşa’ya dayanır. Beyatlı kelimesi, şehsuvar kelimesinin Türkçe karşılığıdır. Yahya Kemâl’in yetişmesinde muhafazakar bir hanım olan annesinin büyük etsi vardır.
Yahya Kemâl, ilk öğrenimine Usküp’te Yeni Mektep’te başlar. Yedi yaşına girince ailesi, onu, o sıralar Müşir Ahmet Eyüp Paşa’nın açtırdığı modem ve özel bir okul olan Mekteb-i Edeb’e verir. Burada dört yıl okuduktan sonra 1895’te.Üsküp İdadisi’ne yazdırır Üsküp İdadisi’nde öğrenimini sürdüren Yahya Kemâl, bir yandan da İshak Bey Camii Medresesi’ne devam ederek Arapça ve Farsça dersler alır. Bu arada aile Selanik’e taşınır. Bir süre sonra annesinin ısrarıyla tekrar Üsküp’e döner. Ancak bu gidiş gelişlerden bunalan annesinin 1897 Eylülünde Selanik’te ölmesiyle şair iki kardeşiyle birlikte ortada kalır. Artık ne Üsküp ne de Selanik’te huzur bulamayan şair lise öğrenimini tamamlamak üzere 1902’de İstanbul’a gönderilir. Mektebin kadrosu dolu olduğu için Galatasaray Lisesi’ne kaydolamaz. Akrabası İbrahim Bey’in konağına yerleşir. Burada tanıştığı Şekip Bey isimli aile dostunun telkinleriyle 1903 yılında Paris’e firar eder. Paris’teki ilk günleri Jöntürklerle beraber geçerse de onların politik fikirlerine iltifat etmez.

Abdullah Cevdet’in tavsiyesine uyarak Paris’e iki saat uzaklıktaki Meaux kolejine kaydolur. Burada bir yıl okur ve Fransızcasını geliştirir. Babasının gönderdiği parayla hayatını düzene sokan şair Paris’in kültürel ortamı içinde yeni arayışlara girer. Siyasal Bilgiler Okulu’nda Albert Sorel’in derslerini takip eder. 1903-1912 yıllarında Avrupa şehirlerini de gezen Yahya Kemal yurda döner. Darüşşafaka’da öğretmenliğe başlar. Bir süre sonra yeni açılan Medresetü’l-Vaizin’de medeniyet tarihi dersleri verir. Türk Ocağı, Bilgi Demeği gibi Türkçü demeklerde sohbetlere katılır. Burada tamştığı Ziya Gökalp ile fikrî anlaşmazlığa düşse de dostluğunu muhafaza eder. Ziya Bey’in desteği ile Darülfünûn’da ders vermeye başlar. Öğrencilerini örgütleyerek Dergâh mecmuasının yayımlanmasına öncülük eder. Bu dergide Anadolu’da devam eden Millî Mücadeleyi destekleyen yazılar kaleme alır. Bir ara takibata uğraması nedeniyle Bulgaristan’a bir seyahate çıkar. Buradaki izlenimlerini Balkan’a Seyahat adıyla yazıya döker. Bu yıllarda yayımladığı yazılan sonradan Eğil Dağlar adlı kitapta toplanmıştır. Millî Mücadele’den sonra 1922’de Lozan Murahhas heyetine müşavir olur. Urfa milletvekili olarak meclise girer. 1926’da Varşova, üç yıl sonra da Lizbon elçiliği uhdesinde olmak kaydıyla Madrid orta elçiliğine atanır. 1934’te Yozgat, daha sonra Tekirdağ’dan mebus seçilir. 1948’de bağımsızlığını kazanan Pakistan’ın ilk büyükelçisi olur. 1949’da emekliye ayrılır ve İstanbul’da yaşamaya başlar. Tedavi için kısa Paris seyahatleri dışında ölünceye kadar âşık olduğu bu şehirde yaşar. 1 Kasım 1958’de İstanbul’da ölür.

Sanatı

Yahya Kemal şiire 1902’de Üsküp’ten İstanbul’a tahsil için geldiği tarihte başlar. İlk şiirlerini bu tarihten itibaren Musavver Muhit, İrtika gibi mecmualarda yayımlar. İlk bakışta Servet-i Fünûn zevk ve estetiğini yansıtan manzumelerdir bunlar. Bir kısmı Fikret’in şiirlerine naziredir.

Dokuz yıl kaldığı Paris’ten döndükten sonra (1912) yeni arayışların peşine düşer. Bu arayışların Ömer Seyfettin’in Selanik’te Genç Kalemler dergisinde başlattığı Yeni Lisan hareketi ile aynı zamanlara rastlaması düşündürücüdür. Zira artık kendisin eskitmiş olan Servet-i Fünûn edebiyatı ile onun devamı niteliğindeki Fecr-i Ati’nin edebiyat adına söyleyecekleri yeni bir şeyleri kalmamıştı. Fransa’da batı edebiyatını iyi incelemiş olduğu anlaşılan Yahya Kemal, yeni bir şiir diline, imge ve ses yapısına ihtiyaç olduğunun farkındadır. Bu münasebetle Nayiler ve Nev-Yunanilik gibi çağdaş şiirin kaynağını aramaya koyulur. Halbuki bu tarihlerde Ömer Seyfettin, Ali Canip, Ziya Gökalp ve Mehmet Emin’in başın çektiği Yeni Lisan hareketi ve buna bağlı olarak Millî Edebiyat akımı edebiyatın kaynaklarım tümden değiştirip millete dönmenin tecrübesini yaşamaktaydı. İşte bu ortamda Yahya Kemal, kendi şiirinin oturtacağı bir lisanın peşine düşer. Onun dil arayışlarının ifadesi olarak Beyaz Türkçe sözünü kullandığını biliyoruz. Sokakta konuşulan fakat sokak dili olmayan bir şiir dilini yakalamaya çalışır. Bu aslında Yeni Lisan hareketinin biraz daha estetize olmuş ve tasfiyeden uzak biçimidir.

Sonradan Kendi Gökkubemiz adı altında kitaplaşacak olan şiirleri işte bu beyaz Türkçe ile yazar. Onun üçüncü tecrübesi Eski Şiirin Rüzgârıyla adını verdiği ve modelini Fransız şair Paul Verlaine’in XVIII. Yüzyıl Fransız neo-klasik şiirini taklit ederek yazdığı Fetes Galantes (Âşıklar Bayramı) kitabında yer alan şiirler tarzında yazdığı destan, gazel, rubai ve öteki şiirlerdir. Bir çoğu Nedim’i ve Bakî’yi hatırlatan bu manzumelerde şair eski şiir dilinin kelime dağarına, imge ve mazmun dünyasına sadık kalarak neo-klasik örnekler verir.

Yahya Kemal şiirlerinde daha çok tarihten aldığı konulan, İstanbul, deniz, sonsuzluk, ölüm, aşk, musiki, vatan, yalnızlık, öte düşüncesi gibi konu ve temaları işler. Uzak geçmiş, kavmi devire değil Osmanlı asırlanyla ilgilenir. Bu yanıyla Türkçülerden aynlır. Onun nazma çektiği konulann bir bölümünün tarihte cereyan etmiş olmasını şairin tarih bilgisi ve ilgisiyle açıklanabilir. Fakat bu tarih bilgisi yeni bir tarih anlayışı getirmez. Yahya Kemal tekliflerin değil tespitlerin adamıdır. Onun tarih anlayışı Albert Sorel’in derslerinde Camille Jullian’dan naklettiği fakat esas itibariyle Fransız tarihçi Michelet’ye ait olan “Fransız toprağı bin yılda Fransız milletini yarattı” sözüne bağlı olarak coğrafyaya, toprağa bağlı bir tarih anlayışıdır. Türk tarihine bu gözle bakan şairin  Malazgirt’ten bu yana geçen dokuz yüz yıllık devri milletleşmenin ve tarih anlayışının merkezine oturtur. İlk bakışta mantıklı gibi görünen bir tarih tezi Türk milletinin macerası dikkate alındığında tarihsel gerçeklerle tezat teşkil etmektedir. Zira önce göçebe sonra yarı göçebe bir hayat tarzını benimseyen kürklerin toprağa bağlı geliştirdikleri bir millî kültürleri yoktur. Ellerinden o topraklar alındığında bir başka yerde yine millet olarak varlıkların sürdürürler.

Yahya Kemal, Ok manzumesi dışında bütün şiirlerini aruzla yazmıştır. Onun aruzdaki ısrarının sanatına yaptığı katkı ve hecedeki başarısızlığı ayrı bir araştırmanın konusudur. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Yahya Kemal sağlığında şımartılan ve takdir edilen bir şair olmasına karşın ölümünden sonra onun şiirini devam ettirecek tilmizler bulamamıştır. Çok yakınında bulunan Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz, Ahmet Muhip gibi genç şairler, şiirde ayrı yol tutturmuşlardır. Sanatçılığı tartışılan Ziya Gökalp bile kendi sesini devam ettirebilecek, Basri Gocul, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Nihal Atsız, Arif Nihat Asya gibi destan şairleri yetiştirebilmiştir. Onun hem kendi hem de çevresindeki şairleri teşviki ile hecedeki ısrarı Necip Fazıl gibi bir hece cambazını yaratabilmiştir.

Yahya Kemal genel tema ve konular üzerinde şiirlerin kurgulamıştır. Onda Türklerin gündelik hayıtmdan izler yoktur. Atik-Valde’den İnen Sokakta, Kocamustapaşa gibi şiirlerde hep eski Türk hayatının özlemi duyulur. Fakat bu hayatın devamı olan sokaktaki hayat onu ilgilendirmez. Bu bakımdan Yahya Kemal İstanbul ve Türk hayatına bir oryantalist gibi bakar. Onun içine (cumhu-ra)s karışamaz. Onlardan biri olamaz. Zira seçtiği hayat tarzı buna izin vermez.

Şiir tekniği açısından daha çok Fransız sembolist ve pamasyerılerinin etkisinde kalan Yahya Kemal, mısracı zihniyet denilen anlayışın temsilcilerinden biridir. Mallarme’nin şiiri uzun ve dalgalı bir dizeye benzetmesi ve dizeye bağlı anlayışına sadık kalmıştır. Bu yüzden onda çok sayıda berceste mısralara tesadüf edilir.

Geçmiş ile hâl Yahya Kemal’in şirinde birleşir. Tarih onun duygu ve düşünceleri için bir fondur. Osmanlı asırları bir şiir alam olarak onu heyecanlandırır. Bu yüzden Selimname isimli bir destana başlarsa da tamamlayamaz. Zor ve sabırla yazan, şiirini dinlendiren, dizelerin inşasında sayısız eskizler yapan titiz bir sanatçı portresiyle Türk şiirine estetik bir zenginlik kazandırmıştır. Ziya Gö-kalp’le giriştikleri harabâtî-âti tartışmasından edebiyatımız çok şey kazanmıştır. Yahya Kemal’i Türkçülerin safına çekmeye çalışan Ziya Gökalp’in Harâbîsin harabati değilsin Gözün mazidedir âtî değilsin

Sözlerine karşılık o,

Ne harâbî ne harabatiyim,
Kökü mazide olan atîyim.

Dizeleriyle cevap verir. Başlangıçta Yahya Kemal’in nükteli cevabı kulağa hoş görünse de zaman Ziya Gökalp’i haklı çıkarmıştır. Zira Yahya Kemal, milletin köklerini Osmanlı asırlarıyla sınırlamakta milat olarak Malazgirt’i almaktadır. Üstelik geleceği inşa etme adına bir çabası da yoktur. Onu iyi tahlil etmiş olan Ziya Gökalp’in bu tespiti yerindedir. Yahya Kemal, Namık Kemal, Tevfik Fikret, Necip Fazıl, Atsız hatta Nazım Hikmet gibi geleceği inşa eden şairlerden değildir. Onun bütün mesaisi üzerinde oturduğu ve kendisini bir varisi kabul ettiği muhteşem mirasın ihtişamını terennüm etmektir.

Eserleri

Şiirleri

Kendi Gök Kubbemiz (1961), Eski Şiirin Rüzgârıyla (1962), Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş (1963),Bitmemiş Şiirler (1976)

Nesirleri

Aziz İstanbul (1964), Eğil Dağlar (1966), Siyasi Hikâyeler (1968), Siyasi ve Edebi Portreler (1968), Edebiyata Dair (1971), Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım (1973), Tarih Müsahabeleri (1975), Mektuplar-Makaleler (1977)
Tavsiyelerimiz:
Endülüste Raks’ı Münir Nurettin Selçuktan Dinlerken bu yazıyı okumak daha güzel.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com