Tanzimat Edebiyatında Şiirin Değişmesi ve Gelişmesi

Klasik Türk edebiyatı, Türklerin İslâm inanç sistemine girmeye başlamalarından üç dört asır gecikerek Arap ve Fars edebiyatlarının etkisi altında ortak medeniyet dairesinin son büyük hamlesi olarak teşekkül eder. Şiir merkezli bu edebiyat Orta Asya sahasında XV. yüzyılda Ali Şîr Nevâî, Osmanlı sahasında XIII-XIV. yüzyılda Yunus Emre, XVI. yüzyılda Fuzulî ve Bâkî, XVII. yüzyılda Nef’î ve Nâbî, XVIII. yüzyılda Nedim ve Şeyh Galip gibi büyük temsilcilerini yetiştirir. Eski edebiyat kendi dairesinde uzun yüzyıllar kalır, her klasik edebiyat gibi, estetik dünyasını ve kurallar sistemini oluşturur. XIX. yüzyılın ortalarına kadar yaklaşık beş asır içerisinde aynı zevkin ve hayal sisteminin aruz vezniyle kalıba döküldüğü yeni bir dil geliştirilir. Bu dil ve zevk daha ziyade başkent İstanbul etrafında teşekkül eder. Ancak, dilden başlayarak bütün bir hayal dünyası bir iki yeni arayışın dışında tekrarlana tek-rarlana XIX. yüzyıla kadar gelir. Önceki yüzyılın başında Nedim’in mahallî unsurlara ve dış mekana açılan şiiri, sonunda Şeyh Galip ile Sebk-i Hindî üslûbunun incelmiş örneklerinin verilişi ile başarılı eserler ortaya koyar.

 

XIX. yüzyıl klasik edebiyatın kendini yenileyemediği ve güçlü temsilciler yetiştiremediği yüzyıl olur. Yüzyılın başlarında Enderunlu Vâsıf ve Ende-runlu Fazıl, Nedim’in yolunu takip ederek mahallî hayatı incelmiş İstanbul ağzıyla, yer yer karşılıklı diyaloglara girişerek, yansıtırlar. Keçecizâde İzzet Molla’nın sanatı yine önceki yüzyılın gölgesinde geçer. Ancak, Mihnet Keşan’ında parça parça da olsa yaşanan hayatın gerçekliğinden bazı unsurlar (Müslüman gencine âşık olduğu için sabahlara kadar ağlayan, sızlayan komşusu Hıristiyan kızın şairi rahatsız etmesi, çalmasını bilmediği davulu ve bed sesi ile ramazan başında kendisine musallat olan mahalle bekçisi) ayrıntıda kalan yenilikler olarak değerlendirilmelidir. Bununla birlikte, başlangıcından itibaren bağlandığı medeniyet dairesi içine kapanan klasik edebiyat bütünüyle değişime ve yenileşmeye kapalı değildi. Sınırlı da olsa, yine aynı dairede kalmak şartıyla, edebi eserin dünyasına bazı yenilikler girebiliyordu (Tanpınar 1982: 91).

 
 

Akif Paşa (1787-1845)

Klasik edebiyat vadisinde eser kaleme alan Akif Paşa (1787-1845), Tanzimat senelerinde daha çok Tabsıra adlı nesir kitabıyla ün kazanmış bir siyaset adamı, yazar ve şair olarak belirir. Devri içerisinde arzularına tam ulaşamamış insanın ihtiraslı yaratılışının beslediği kötümser ruh hali eserlerine de yansır. Metafizik karakterli Kaside-i Adem’de varlığa karşı yokluğu yüceltmesiyle şiire yeni bir tema getirir. Kötümser ruh hali, buna bağlı olarak metafizik buhranı sonraki nesli etkileyecek; başta Ziya Paşa ile Abdülhak Hâmit olmak üzere, Tevfik Fikret ve Mehmet Akif’te aksini bulacaktır. Sade dil ve samimi söyleyiş içinde hece vezniyle torunu hakkında yazdığı koşma tarzındaki mersiye ise, klasik mersiyeye ve halk şiirinin ağıtına yaklaşan, fakat daha ziyade onlardan farklı ve yeni oluşuyla dikkat çeker. Yenileşme döneminde bilhassa Recaîzâde Mahmut Ekrem ile Abdülhak Hâmit’te bu mersiyenin tesirleri kendini gösterecektir. Şair, klasik anlayışın ölüm sonrasını pek sorgulamayan tavrının dışına çıkarak, küçük yaşta torununun ölümünün ruhunda yarattığı derin ıstırabın tesiriyle ölümü ve ölüm sonrasını sorgulamaya girişir. Yer yer mezarlık âleminin içine eğilerek, daha önce birkaç örneğine Yunus Emre’de rastladığımız, realist bir bakışla orada gördüklerini şiirin dünyasına taşır. Devrinin klasik sanatkarları üzerinde açık tesiri belirmeyen bu manzumelerin Şinasî’den sonra gelen nesiller üzerinde etkisi olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Ayrıca mersiyesiyle Akif Paşa, edebiyatımıza, sonradan Recaizâde Ekrem tarafından işlenecek olan, çocuk konusunu da getirir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com