Köyü ve köylüyü konu alan romancılarımızdan Fakir Baykurt (d. 1929), köy kökenli oluşunun sağladığı kolaylıkla başarılı ürünler verebilecekken, tek yanlı bir bakış açısıyla romanlarının temel yapısını iki kutuplu bir çatışma üzerine kurar. Pek çoğunun yapısını ağa-ırgat, halk-idare, zengin-yoksul gibi sınıf çatışması üzerine kurduğu romanlarından Burdur’a bağlı Karataş köyündeki küçük çıkarlar çevresinde çatışan insanların hayatından gözleme dayalı kesitler sunduğu Yılanların Öcü’nü (1954, 1957 Yunus Nadi Roman Birincilik Ödülü)’, bu romanla bağlantılı olarak, köyden kente göçen ailenin trajik bir hâl alan hayatını ve köyde kalan yakınlarının ruhsal bunalımlarını işlediği Irazcanın Dirliği (1961) ve Kara Ahmet Destanı (1977, Orhan Kemal roman armağanı) takip eder. Fakir Baykurt ısrarla dar köy çevresinde geliştirdiği abartılmış konuları benzer çatışmalar ve izlekler çevresinde sürdürmeye devam etmektedir. Yerleşik düzene karşı bir söylem olarak geliştirilen Onuncu Köy’de (1961) düzenin koruyuculuğunu devlet adına köylerde jandarmalar üstlenmiştir. Din adamları düzenden yana tavır koyarlar. Böylece okul-cami çatışması işlenirken; köylülerin iç dünyasını, tutkularını, köye özgü entrikaları yerel konuşma diliyle ve başarılı betimlemelerle dile getirdi-ği Amerikan Sargısz’nda (1967) bilinçlenen köylünün kendilerini sömürenlere karşı direnişleri ön plana geçer. Kaplumbağalar’ da (1967) bir eğitmenin gayretiyle çorak kamu arazisini ıslah eden Ankara yakınlarındaki Tozak köylülerinin topraklarını ellerinden alan yönetime olan kırgınlıklarını; Yüksek Fırınlar (1983) ve Koca Ren’de (1986) Almanya’da Türk işçilerinin zıtlıklara dayanan sefil durumlarını anlatır. Onun, tek başarısı çok iyi tanıdığı köy ortamı ve yerel konuşmalarıyla verdiği kahramanlarından ibaret olan Efendilik Savaşı (1959), Efkâr Tepesi (1960), Köygöçüren (1973), Keklik (1975), Yayla (1977), Yarım Ekmek (1997) gibi romanları dışında en tanınmışı Tırpan (19″C TDK başarı ödülü, TRT roman başarı ödülü) romanıdır.
Fakir Baykurt’un bir dönem oldukça ilgi gören ve kendisine ün sağlayan Tırpan romanı, konusunu çirkin, yaşlı ama varlıklı Musdu Ağa’nın henüz on üçünde güzel ama yoksul Dürü’yü almak için yaptığı düzenlerden ve düğün gecesi bilinçlenen Dürü tarafından tırpanla öldürülüşünden alır. Bu konuda bir inceleme yazısı yazan Berna Moran, Dürü’nün kadınlık gururunun aşağılanmasına isyan eden ve intikama yönelen romandaki konumunu, soruna “Doğu-Batı sorunsalının bir parçası olarak eğilen”’ ve “uygar bir topluma yakışmayalı)” görücü usülünün eleştirisine dayalı Tanzimat roman kişilerinden ayırır. Moran’a göre öncekilerde çatışma bireysel aşk ile toplum değerleri / gelenekleri arasında gerçekleşirken, Baykurt’un romanında konuya “haksız düzeni eleştirmek amacıyla” yaklaşılır. Bundan ötürü roman asli kişisi sevdiğine kavuşmasını engelleyenlerle değil, para gücüyle kendisine sahip olmak isteyen Musdu Ağa ile çatışır. Yazar romanın sonunda Musdu Ağa’y. öldüren Dürü’nün eylemini haklı göstermek için evlenme olayım cinsellik ve ırza geçme açısından ele alır. (Moran 1991 II: 183-185) Böylece yazar, ötek: romanlarında olduğu gibi Dürü-Musdu çatışmasını uç noktalardaki zayıfla güçlünün, varlıklı ile yoksulun çatışması içinde ele alarak sınıf çatışmasına dönüştürür. Bu çatışmada yine geleneksel şablonun taraflarından cahil ve güçsüz köylüler ile onları sömüren ağa ve yandaşları muhtar, imam vardır. Uyarıcı görevini ise, gerçekte yazarın da sözcüsü konumunda olan Uluguş adlı yaşlı ve bilge bir kadın üstlenir. Buna göre atmaca-serçe kutupluluğundaki gibi birinciler kaderlerine boyun eğmekte, İkinciler tüm güçlerini kullanarak istediklerini almakta, üçüncüler ise bu değişmez gibi gösterilen yazgıyı bozmaktadırlar. Romanın sonunda bilge kadın Uluguş tarafından feminist bir dikkatle bilinçlendirilen Dürü, kendine kötülük yapan ağayı öldürerek dağa çıkan bir eşkiyı figürü ile karşımıza çıkar. Yine Moran’ın tespitiyle Tırpan. Dürü’nün kişiliğinde Tanzimat romanında sıkça karşımıza çıkan edilgen, kaderine rıza gösteren kadın yerine başkaldıran bir kadını da gündeme getirmektedir (Moran 1991 II: 192). Zaman zaman henüz on iki on üç yaşlarındaki çocukların ağzından uzun uzadıya aydın görüşünü yansıtan konuşmalara yer vermesine, benzer düşüncelerin farklı sahnelerde gereksiz yere tekrar edilmesine rağmen Tırpan’ı benzerlerinden ayıran da kadına yüklediği bu misyonudur. Nitekim Baykurt, Tırpan’m sunuş yazısında sanat anlayışını şöyle ifade etmektedir: “….Çabam bugüne dek gerektiği ölçüde ve nitelikte yazılmadığına inandığım köylü yaşayışını, halkçı ve devrimci açıdan yazmayı sürdürmektir. Türkiye toplumunun en ağır hizmetlerini ve üretim işini yapan bu insanların bilincindeki ve bilinç altındaki istekleri, tepkileri ve belli başlı çelişkileri, sanatın gereklerini de göz önünde tutarak yazmanın bir görev olduğunu her geçen gün biraz daha iyi anlıyorum. Edebiyat, tıpkı eğitim gibi, insanlarımızı hayata karşı devrimci tavır ve davranışlı yapmada önemli bir bilinçlendirme aracıdır.'” (Mutluay 1976: 633)
Yazarın bu romanlarında, mesajı daha yoğun olarak verebilmek için birtakım yeni teknikler geliştirdiği dikkati çekmektedir. Bir eleştirmenin ’uzatı ’ ya da ‘sapma ’ adını verdiği romanın ana olayı dışında olayın daha iyi anlaşılmasını sağlamak, okuru herhangi bir konuda bilgilendirmek, olayın dramatik örgüsünü desteklemek / güçlendirmek için bir olayın eklenmesi, ayrıntılı bir betimleme biçiminde kullanılan bu teknikten Baykurt, olgunluk dönemi romanlarında geniş ölçüde yararlanır (Okuyan, ÇTD-190). Onun Onuncu Köy, Kaplumbağalar, Tırpan gibi romanlarındaki sayfalar tutan betimlemeler, ya da yüceltilmiş kişilerinin uzun uzadıya köylüye nutuk çekmeleri bu bağlamda ele alınabilir.
Açılmayan PDF dosyalarına google drive üzerinden talep göndermeyin bunun yerine yorum yazın. Google üzerinden gönderdiğiniz taleplere dönüş yapamıyorum.