“Osmanlıca” kelimesini duyduğunuzda gözünüzün önüne çözülmesi imkansız, süslü ve karmaşık şekiller mi geliyor? “Bu yaştan sonra Arapça mı öğreneceğim?” diye düşünüp konuyu direkt kapatıyor musunuz?
Yalnız değilsiniz.
Bir Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni ve bu metinlere (biraz delilik seviyesinde) meraklı biri olarak size en dürüst cevabı vermeye geldim. Yıllardır hem öğrencilerden hem de çevremden duyduğum o meşhur soruyu masaya yatırıyoruz: Osmanlıca öğrenmek gerçekten zor mu?
Kısa cevap: Hayır, ama sandığınız sebeplerden dolayı değil.
Bu yazıda, alfabe korkusundan “içi hep Farsça” efsanesine kadar tüm endişelerinizi tek tek çürüteceğim.
En Büyük Efsane: “Osmanlıca Ayrı Bir Dil mi?”
Hadi en baştan anlaşalım: Osmanlıca bir dil değildir.
Osmanlıca, Osmanlı Türkçesi‘dir. Yani, bugün konuştuğumuz dilin 13. ve 20. yüzyıllar arasındaki tarihi dönemidir. Temeli aynı, kelimelerin çoğu aynı, grameri (büyük ölçüde) aynı.
Peki fark ne? Sadece alfabe.
Tıpkı Almanca, Fransızca ve İngilizce’nin aynı Latin alfabesini kullanması gibi, Osmanlı Türkçesi de Arap alfabesini (ve Farsçadan gelen birkaç ek harfi) kullanıyordu.
Yani “yeni bir dil” öğrenmiyorsunuz. Zaten bildiğiniz bir dili, farklı bir “font” ile okumayı öğreniyorsunuz.
“Ama Arapça Bilmek Gerekmiyor mu?”
Gerekmiyor. Bu, en sık duyduğum ikinci yanlış bilgi.
Evet, Osmanlı Türkçesi içinde yoğun miktarda Arapça ve Farsça kökenli kelime barındırır. Ama komik olan ne biliyor musunuz? O kelimelerin çoğunu zaten bugün de kullanıyoruz.
“Merhaba”, “teşekkür ederim”, “kalem”, “kitap”, “hukuk”, “edebiyat”, “maalesef”, “inşallah”, “sabah”, “vakit”, “hürriyet”…
Bu kelimeler size yabancı geldi mi? Hepsi Arapça veya Farsça kökenli ve dilimizin kemikleşmiş bir parçası. Osmanlıca metinlere girdiğinizde, aslında ne kadar çok “tanıdık misafir” ile karşılaşacağınıza şaşıracaksınız.
Bir Edebiyatçının İtirafları: Neresi Kolay, Neresi (Biraz) Zor?
Şimdi dürüstlük zamanı. Bir öğretmen olarak size işin neresinin kolay, neresinin gerçekten “çalışma” istediğini anlatayım.
1. Kolay Kısım: Matbu (Basılı) Metinler
Eğer hedefiniz 1900‘lerin başındaki bir gazeteyi, dergiyi veya romanı (mesela Çalıkuşu‘nun orijinal basımını) okumaksa, işiniz çok kolay.
- Matbu alfabe nettir.
- Harfler basittir.
- Alfabeyi ve temel birleştirme kurallarını öğrendikten (ki bu en fazla 1-2 haftanızı alır) sonra heceleyerek okumaya başlarsınız. Bu, ilkokulda sökme takma yapmak gibi, inanılmaz keyifli bir süreçtir.
2. Asıl Meydan Okuma (Zor Kısım): El Yazması (Rik’a)
Gözünüzü korkutan, “dedemin mektubunu okuyamıyorum” dediğiniz o süslü, bitişik, okunaksız yazılar var ya… İşte ona Rik’a denir.
Rik’a, Osmanlıcanın “el yazısı”dır ve hızlı yazmak için harflerin iyice evrimleşmiş halidir. Bu, gerçekten ayrı bir uzmanlık ve zaman ister. Tıpkı bir doktorun reçetesini okumaya çalışmak gibi.
Dürüst tavsiye: Rik’a ile başlamayın. O, işin ustalık seviyesi. Önce matbu metinleri halledin. Zaten bu metinleri sitemde fazlasıyla paylaşıyorum.
Sonuç: Yani, Zor Mu Değil Mi?
Toparlayalım.
Osmanlıca öğrenmek;
- Yeni bir dil (Çince, Rusça gibi) öğrenmek gibi ZOR DEĞİLDİR.
- Kör alfabesini (Braille) veya Mors alfabesini öğrenmek gibidir. Yeni bir sistemdir, sabır ister.
Gözünüzde büyüttüğünüz o “korkunç” şey, aslında kendi dilimizin tarihi alfabesi. Ve inanın bana, bir mezar taşını, eski bir çeşme kitabesini veya 100 yıllık bir dergiyi okuyabilmenin verdiği o “şifre çözme” hissi paha biçilemez.
Peki siz? Osmanlıca öğrenmeyi hiç düşündünüz mü? Sizi bu konudan en çok soğutan, en çok korkutan şey neydi? Yorumlarda yazın, üzerine konuşalım!
