Osmanlıca – Habil ile Kabil

İlk kardeş katlinin, insanlığın içindeki kıskançlıkla nasıl başladığını anlatan Kâbil ile Hâbil kıssası, hem kutsal metinlerde hem de klasik Türk edebiyatı kaynaklarında ibret dolu bir hikâye olarak yer alır. Bu yazıda, Osmanlıca orijinal metin ile birlikte modern Türkçe redaksiyonu yan yana sunularak, okuyucuya dilimizin tarih içindeki zarafetini hissettiren bir okuma deneyimi sunuluyor. Kıssa-i Âdem evlâdı, yani Kâbil’in kardeşi Hâbil’i öldürmesi üzerinden insanoğlunun nefsiyle mücadelesini ve adaletin ilahî elinde olduğunu hatırlatıyor. Eski Türkçe’ye, Osmanlıca metin çözümlemelerine ve edebî tahlil merakına gönül verenler için benzersiz bir kaynak…

habil-ile-kabil-osmanlica-1-811x1024 Osmanlıca - Habil ile Kabil
habil-ile-kabil-osmanlica-2-697x1024 Osmanlıca - Habil ile Kabil
habil-ile-kabil-osmanlica-3-1024x833 Osmanlıca - Habil ile Kabil

“Kâbil ile Hâbil Kıssası”

Kâbil eyitti:
“Ey ata! Kardaşım Hâbil benden ulu değil midir? O işte ben haklı değil miyim?”

Âdem eyitti:
“Ey oğul, fazilet Tanrı’nın elindedir.”

Kâbil yine eyitti:
“Böyle değildir. Bilakis sen onu kendi reyinden benim üstüme yücelttin.”

Âdem eyitti:
“Eğer kimin haklı olduğunu bilmek dilerseniz, gidiniz, ikiniz de kurban ediniz. Hanginizin kurbanı kabul olursa, ululuk ondadır ve haklı odur.”

O vakit, bir kimsenin kurbanı kabul olunca gökten bir ateş iner, o kurbanı yakardı. Kabul olunmazsa ateş inmez, kuşlar ve geyikler onu yerdi.

Bunun üzerine iki kardeş kurban getirdiler.
Kâbil çiftçiydi; biraz olgunlaşmış buğdaydan kurban sundu. Fakat gönlünde geçirdi ki: “Gerek kabul olunsun gerek olunmasın, kız kardeşimi ona vermem.”

Hâbil ise davarlıydı, koyun beslerdi. O da bir semiz kuzu, biraz saf süt ve bir miktar tereyağı sundu. Gönlünden Tanrı buyruğuna razılık ve itaat geçirdi.

İsmâil bin Râfiʿ rivayet eder:
“Hâbil’in koyunlarından biri doğurdu, Hâbil o kuzuyu çok sevdi; öyle ki bütün malından daha sevgiliydi. Onu arkasında taşırdı. Ne zaman ki Tanrı kurban buyurdu, o kuzuyu kurban etti. İki kurban bir taş üstüne kondu. Gökten bir ateş indi, Hâbil’in kuzusunu, sütünü ve yağını yaktı; Kâbil’in kurbanından ise bir şey yemedı. Çünkü Kâbil’in gönlü temiz değildi. Hâbil’in kurbanı kabul olundu, zira gönül arılığı vardı.”

Denir ki o kuzu cennete vardı, orada otladı. Tâ ki İbrahim oğlu İsmail’i kurban etmeye emrolunduğunda Tanrı o koçu fidye olarak verdi.

Tanrı buyurdu:
“… Ve o dağdan indiler ve dağıldılar.”

Kâbil’in kurbanı kabul olmayınca gönlüne haset düştü, içten içe düşmanlık gizledi. Nihayet Âdem peygamber Kâbe’yi ziyarete Mekke’ye gitmek istedi.

Âdem dedi:
“Ey gök, ehlimi sana emanet verdim, koru!”
Gök kabul etmedi.
Yere emanet verdi, o da kabul etmedi.
Dağlara verdi, onlar da kabul etmedi.
Sonunda Kâbil’e dedi:
“Hâbil’i sana emanet ettim, sakla.”

Kâbil kabul etti ve dedi:
“Sen git, dönüp geldiğinde oğlunu ve ehlini görüp sevinirsin.”

Âdem Mekke’ye gitti, Kâbe’yi ziyaret etti, döndüğünde Hâbil öldürülmüş idi.

Nitekim Tanrı buyurdu:
“… Âdem’in oğlu, yeryüzü ve göklerin kabul etmediği emaneti yüklendi; zira o zalim ve cahildi.”

Kâbil, babasının emanetine hıyanet eyledi.

Ne zaman ki Âdem Mekke’ye gitmişti, Kâbil Hâbil’in yanına geldi; o sırada Hâbil koyunlarının yanındaydı.
Kâbil dedi:
“Seni öldüreceğim!”

Hâbil dedi:
“Neden ötürü?”

Kâbil dedi:
“Çünkü Tanrı senin kurbanını kabul etti, benimkini reddetti. Sen benim güzel kız kardeşimle evlendin, ben ise senin çirkin kız kardeşinle. İnsanlar da seni benden üstün söylüyorlar.”

Hâbil eyitti:
“Eğer sen beni öldürmek için el uzatırsan, ben sana el uzatmam; ben âlemlerin Rabbinden korkarım.”

Abdullah bin Ömer rivayet etti:
“Tanrı hakkı için, öldürülen kişi, öldürenden daha yiğit idi. Fakat sakınması, onu kardeşini öldürmekten alıkoydu.”

Süddî eyitti:
“Kâbil, kardeşini öldürmeye kastetti. Hâbil bir dağa yürüdü. Bir gün Kâbil geldi, Hâbil’i uykuda buldu. Bir taş aldı, başına vurdu ve Hâbil öldü.”

İbn Cüreyc eyitti:
“Kâbil, Hâbil’i nasıl öldüreceğini bilmezdi. İblis ona gösterdi; bir kuş yakaladı, onun başını taş üstüne koydu ve başka bir taşla vurdu.”

Hâbil öldürüldüğünde yirmi yaşındaydı.

Nerede öldürüldüğü hakkında ihtilaf ettiler.
İbn Abbas dedi: “Nûz dağı üzerinde öldürüldü.”
Muhammed bin Cerîr et-Taberî nakletti ki Cafer es-Sâdık şöyle dedi:
“Basra şehrindeki büyük mescidin bulunduğu yerde öldürüldü.”

Kâbil kardeşini öldürdükten sonra cesedini yere bıraktı; ne yapacağını bilmedi. Çünkü Âdem oğullarından ilk ölen oydu.
Yırtıcı hayvanlar onu yemeye yöneldiler.
Kâbil onu sırtına aldı, bir yıl taşıdı. Kuşlar ve canavarlar gelip yemeye kalkıştı.

Tanrı ona iki karga gönderdi. Kargalar birbiriyle savaştılar; biri diğerini öldürdü. Sonra gagasıyla ve ayağıyla bir çukur kazdı, ölü kargayı oraya koydu ve üstünü toprakla örttü.

Kâbil bunu görünce dedi:
“Yazık bana! Bu karganın yaptığı işi bile yapamadım, kardeşimin cesedini nasıl örteceğim?”
Sonra pişman oldu; ama bu pişmanlık kardeşini öldürdüğü için değil, onu taşımaktan usanmış olduğu içindi.

Musannif eyitti:
“Bize Abdullah bin Muttalib’den haber verildi, dedi ki:
Ne zaman Kâbil, Hâbil’i öldürdü, yeryüzü yedi gün titredi.
Sonra yeryüzü onun kanını içti; Tanrı buyurdu: ‘Kardeşinin kanı yerden bana sesleniyor.’
Kâbil dedi: ‘Bilmiyorum; ben onun bekçisi değilim.’
Tanrı buyurdu: ‘Kardeşinin kanı yerden bana nida etti. Niçin onu öldürdün?’
Kâbil dedi: ‘Eğer öldürdüysem, kanı nerededir?’
O günden sonra yeryüzü kan içmedi, bu haram kılındı.”

Ebu’l-Kasım Hüseyin bin Abdullah, Dahhâk ve İbn Abbas’tan rivayetle:
“Ne zaman Kâbil, Hâbil’i öldürdü, Âdem Mekke’deydi.
Ağaçlar eğrildi, yemişler acılaştı, sular tuzlu oldu, yer yüzü kabardı, tozla doldu.
Âdem dedi: ‘Yeryüzünde büyük bir hâdise oldu.’
Durdu, Hind diyarına geldi; gördü ki Kâbil, Hâbil’i öldürmüş.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.