Türk edebiyatının modernleşme sürecinde en çok tartışılan dönemlerinden biri kuşkusuz Millî Edebiyat Dönemi’dir. Tanzimat’la birlikte başlayan Batılılaşma hareketlerinin ardından Servet-i Fünun’un sanat merkezli anlayışına bir tepki olarak doğan bu akım, Türk milletinin ruh köklerine, diline ve toplumsal gerçekliğine dönüş çabasının edebî yansımasıdır. Günümüz Türk edebiyatında bile etkisini hissettiren Millî Edebiyat, yalnızca bir sanat hareketi değil; aynı zamanda bir dil, kimlik ve kültür inşası projesidir.
Bu nedenle “Millî Edebiyat nedir, ne zaman başlamıştır?” sorusu yalnızca tarihî bir tespit değil; Türk aydınlarının millî kimlik bilinciyle sanat arasındaki ilişkiyi yeniden kurma çabasını anlamak bakımından da önem taşır.
Millî Edebiyat Kavramının Zamanı Üzerine Tartışmalar
Edebiyat tarihçileri arasında Millî Edebiyat’ın hangi tarihler arasında başladığı konusunda tam bir fikir birliği yoktur. Çünkü bu akımın belirli bir kuruluş beyannamesi ya da tek bir kurucu topluluğu yoktur. Bu belirsizlik, akımın doğasında var olan çeşitlilikten kaynaklanır.
Kimi tarihçiler Millî Edebiyat’ı 1908 II. Meşrutiyet’in ilanı ile başlatırken, kimileri köklerini daha erken dönemlere, özellikle Mehmet Emin Yurdakul’un 1897’de yazdığı “Cenge Giderken” şiirine kadar götürür. Mehmet Kaplan, Fuad Köprülü, Ali Canip Yöntem ve Nüzhet Haşim gibi araştırmacılar, bu akımın Türkçülük hareketiyle paralel geliştiğini vurgularlar.
Aslında tartışmanın özü, “Millî” kelimesine yüklenen anlamdadır.
Zira 1880’li yıllarda bazı eserlerin adlarında “millî oyun”, “millî roman” gibi ibarelere rastlanır; ancak bu dönemde “millî” sözcüğü daha çok “yerli”, “Osmanlı dışı olmayan” anlamında kullanılmıştır. Oysa XX. yüzyıl başında “millî”, artık etnik ve kültürel kimliği merkeze alan, Türk milletinin diline, tarihine ve coğrafyasına dönmeyi savunan bir anlam kazanır.
Bu dönüşüm, yalnızca bir estetik mesele değil; imparatorluktan ulus-devlete geçişin edebî hazırlığıdır.
Mehmet Emin Yurdakul ve İlk Millî Uyanış
Millî Edebiyat’ın temelleri, şüphesiz Mehmet Emin Yurdakul’un eserlerinde atılmıştır. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı sırasında yazdığı “Cenge Giderken” şiiri, dönemin ruhunu millî bir söylemle dile getiren ilk güçlü örneklerden biridir.
“Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur.”
Bu dize, yalnızca bir kimlik beyanı değil; Türk edebiyatında millî bilincin şiirle dile gelişidir. Yurdakul, aruzun karmaşık yapısından sıyrılıp halkın konuştuğu dile yönelmiş; hece ölçüsüyle sade, duygulu ve doğrudan bir şiir dili kurmuştur. Onun bu yaklaşımı, Servet-i Fünun’un “sanat için sanat” anlayışına açık bir meydan okumadır.
Bu yönüyle Yurdakul, edebiyatı halka yaklaştırmakla kalmamış; “edebiyat millet içindir” düşüncesinin öncülüğünü yapmıştır.
Selanik’te Bir Dönüm Noktası: Genç Kalemler Dergisi ve Yeni Lisan Hareketi
Millî Edebiyat’ın kuramsal zemini, 1911 yılında Selanik’te yayımlanan “Genç Kalemler” dergisinde atılmıştır. Bu derginin başlıca yazarları Ömer Seyfeddin, Ali Canip Yöntem ve Ziya Gökalp’tir.
Ömer Seyfeddin’in kaleme aldığı “Yeni Lisan” makalesi, Millî Edebiyat’ın adeta manifestosu sayılır. Bu makalede Seyfeddin, “Millî bir edebiyat vücuda getirmek için evvelâ millî bir lisan ister” diyerek dilin edebiyatın temeli olduğunu vurgular.
Ona göre:
- Yazı dili, İstanbul Türkçesi esas alınmalıdır.
- Türkçeye yerleşmiş Arapça ve Farsça kelimeleri tamamen atmaya gerek yoktur; ancak terkipler mutlaka Türkçe olmalıdır.
- Aruz vezni, Türk milletinin ruhuna uygun değildir; bu nedenle hece vezni kullanılmalıdır.
Bu öneriler, Türkçenin sadeleşmesi ve halkın diline yaklaşması bakımından bir devrim niteliğindedir. “Yeni Lisan” hareketi, sadece bir dil reformu değil; aynı zamanda bir uluslaşma sürecinin edebî ayağıdır.
Ziya Gökalp ve Millî Edebiyatın Fikri Temelleri
Millî Edebiyat’ın felsefî yönünü Ziya Gökalp temsil eder. Gökalp’e göre “millî” olan, halkın duyuş tarzını, ahlâkını, musikisini, destanlarını, kısacası kültürünü ifade eder. Ona göre Batı medeniyeti alınabilir, ama millî kültür korunmalıdır.
Bu bakımdan Gökalp’in düşünceleri, Millî Edebiyat’ın yalnızca bir edebî hareket değil, aynı zamanda bir medeniyet projesi olduğuna işaret eder.
Gökalp’in “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” formülü, bu hareketin hem yönünü hem de sınırlarını belirler. Yani Millî Edebiyat, ne tamamen Batı’ya teslim olan bir modernleşmedir, ne de eskiye körü körüne bağlı bir gelenekçiliğin devamıdır. O, **“millî olanla evrensel olanın sentezi”**dir.
Ömer Seyfeddin’in Hikâyelerinde Millî Duyarlık
Ömer Seyfeddin’in hikâyeleri, Millî Edebiyat’ın kuramsal ilkelerini sanat düzlemine taşıyan en güçlü örneklerdir.
“Kızıl Elma Neresi?”, “Kaşağı”, “Falaka”, “Pembe İncili Kaftan”, “Beyaz Lale” gibi öykülerde sade Türkçe, millî temalar ve ahlaki değerler bir arada işlenmiştir.
Seyfeddin, hikâyelerinde bireysel duygulardan çok, toplumsal ve millî bilinci öne çıkarır. Kahramanları çoğu kez Türk milletinin onurunu, direncini ve erdemini temsil eder.
Millî Edebiyatın Servet-i Fünun’a Tepkisi
Millî Edebiyat, doğrudan doğruya Servet-i Fünun edebiyatına bir reaksiyon olarak doğmuştur. Servet-i Fünun sanatçıları —özellikle Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin ve Halit Ziya Uşaklıgil— bireysel temaları, sanatın biçimsel yönlerini ve Batılı estetiği öne çıkarırken; Millî Edebiyatçılar halka dönmüş, sade Türkçeyi benimsemiş ve yerli konulara yönelmiştir.
Servet-i Fünun’un “ferdiyetçi” estetiği karşısında, Millî Edebiyat bir toplumcu romantizm taşır. Bu romantizm, Anadolu’yu, Türk köylüsünü, savaşın yorgun ama gururlu insanlarını konu edinir.
Millî Edebiyatın Cumhuriyet Dönemine Etkisi
Millî Edebiyat akımı, Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatının da temelini oluşturur.
Atatürk’ün “millî kültür” vurgusu, bu akımın fikir mirasına dayanır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin gibi yazarlar, Millî Edebiyat’ın açtığı yolda eserler vererek Türk romanının toplumsal temellerini kurmuşlardır.
Bu yönüyle Millî Edebiyat, yalnızca bir dönemin adı değil; Türk milletinin kendi sesini bulma serüvenidir.
Sonuç: Millî Edebiyat Bir Başlangıçtır, Son Değil
Millî Edebiyat, Türk edebiyatında modern milliyetçiliğin estetik formu olarak değerlendirilebilir. Tanzimat’ın açtığı kapıdan yürüyüp Servet-i Fünun’un bireysel estetiğini aşarak milletin ortak dilini ve kimliğini kurmaya yönelmiştir.
Bugün Türk edebiyatında sade dil, yerli tema ve toplumsal duyarlık hâlâ önemini koruyorsa, bu Millî Edebiyat’ın kalıcı mirası sayesindedir.
Kısacası, Millî Edebiyat yalnızca bir dönem değil; Türk edebiyatının millî bilince kavuştuğu eşiğin adıdır.
