Meşrutiyet nedir?
Meşrutiyet siyasi bir rejimdir. Hükümdarların başkanlığı altında anayasalı parlamento idaresine meşrutiyet denir. Bu idare şeklinde tamamı veya bir kısmı halk tarafından seçilen bir meclis vardır. Osmanlı tarihinde 23 Aralık 1876’dan 13 Şubat 1878’e kadar ve 23 Temmuz 1908’den 16 Mart 1920 tarihine kadar olan iki ayrı devreye meşrutiyet devirleri adı verilir.Osmanlı Devleti dünya siyasetinde ve iktisadındaki ağırlığını kaybetmeye başlamıştı. On yedinci yüzyılın sonlarına doğru Batı Avrupa ülkelerinin, sanayi inkılabını gerçekleştirip, teknolojik sahada önemli mesafeler almaya başlaması üzerine, dünya siyasetindeki ağırlıkları artmaya başladı. Osmanlı Devleti, kendisi dışındaki teknolojik gelişmelere yeterince ayak uyduramadı. Gerilemesinin esas nedeni din ve kültürü değil, değişen dünya şartlarına uyum sağlayamamasıydı. Savaş meydanlarında baş gösteren başansızlıklar sonucunda devletin tekrar eskisi gibi güçlendirilip yenilenmesi çabaları ortaya çıktı.Bu anlamdaki ilk teşebbüsler de padişahlar tarafından ele alındı. Padişahlar tarafından çeşitli kereler ıslahat teşebbüslerinde bulunuldu. Genç Osman, Üçüncü Selim, İkinci Mahmud, Abdülmecid ve Abdülaziz hanların başlattıkları yenilikçi gayretlerin temel vasfı, Osmanlı Devlet organlarının işleyiş şekillerinin, çağın şartlarına uygun yeni fonksiyonlar kazanarak verimliliklerinin arttırılması oldu.

Ancak her defasında başlatılan çalışmalar dolaylı ve dolaysız yollardan, içeriden ve dışarından gelen baltalamalar nedeniyle sekteye uğratıldı. Genç Osman ve Üçüncü Selim Hanın Yeniçeri isyanları sonucunda şehit edilmeleri; İkinci Mahmud Han (1808-1839) devrinde devletin karşılaştığı büyük sıkıntılar; Abdülmecid Han (1839-1861) devrinde ise ıslahat hareketlerinin hüviyetinin değiştirilmesi ve Abdülaziz Hanın tahttan indirilip şehit edilmesinin altında yatan esas neden buydu. Örneğin Sultan Abdülaziz Han (1861-1876) devrinde alınan borçlarla dünyanın ikinci büyük donanması ve dördüncü büyük kara ordusu kuruldu. Alınan paraların yüzde dördü de demiryolu inşasına harcandı. Ordu ve donanması güçlenen Osmanlı Devleti, İngiltere’nin en büyük rakibi olunca; İngilizler, Abdülaziz Hanın şahsında sömürge imparatorluklarının, dünya hakimiyetlerinin yıkılışını görür gibi oldular. Bu ordu ve donanma, İngilizler tarafından çevrilen çeşitli entrikalar sonucunda Abdülaziz Hanın şehit edilmesine, Doksanüç Harbinin de ortaya çıkmasına yolaçtı. Bu savaşta Osmanlı ordusu eridiği gibi, aynı orduya bir daha sahip olunamaması nedeniyle Mondros’a kadar gelindi.

Meşrutiyetin ilanında, azınlıklara eskisinden daha fazla haklar ve imtiyazlar vererek, bunların ve bunların savunuculuğunu üstlenmiş olan yabancı devletlerin dostluğunu kazanmak arzusu, önemli rol oynadı. Ancak bu durum, azınlıkların devlete daha çok bağlanması yerine bağımsızlık emellerini kuvvetlendirdi. Osmanlı azınlıkları üzerinde her devletin tespit edilmiş bir politikası vardı. Fransızlar, Katoliklerin; İngilizler, Protestanların; Ruslar, Ortodoksların hamiliğini üstlenmişlerdi. Katoliklik Fransızlarca, ikinci Mahmud Han devrinde, Protestanlık da 1850’de İngilizlerce resmi mezhep olarak tanıttırıldı. Rusya Balkanlarda, İngiltere Yunanistan ve Doğu Anadolu’da, Fransa, Suriye ve Lübnan’da bölücü faaliyetlere giriştiler. Hıristiyan azınlıkları ilk isyana sevk eden Çar Deli Petro’dur. Suriye, Lübnan, Doğu Anadolu, Yukarı Mezopotamya’da açılan ABD, İngiliz ve Fransız okullan, azınlıktan eğiterek milliyetçilik hislerini canlandırdılar. Rusya, 1830’lardan itibaren Balkanlarda önemli bir nüfuz mücadelesine girişti. İngilizler 1870’lerde Midhat Paşanın Tuna Valiliği sırasında her il ve ilçede açtıkları konsolosluklar aracılığıyla Balkan komitacılığını organize ettiler.
Osmanlı Devletinde meşrutiyet konusundaki ilk fikri faaliyetler, Genç OsmanlIlar arasında başladı. Ebuzziya Tevfik, Ali Suavi, Namık Kemal, Agah Efendi, Ziya Paşa ve Şinasi gibi batı kültürüne sahip şahıslar, meşrutiyet gelince devletin bütün sorunlarının çözüleceğine dair bir inanç içindeydiler. Devletin, içinde bulunduğu durumdan Batı’daki gibi bir idare sistemini benimserse kurtulabileceğini düşünüyorlardı. Batı’daki müesseseleri, kendi tarihi gelişimini göz önüne almadan uygulamak için çalışıyorlardı.
Yayın yoluyla meşrutiyet mücadelesine girişmiş olan Genç OsmanlIlar Ali Paşanın baskıları sonucunda yurt dışına kaçarak Mustafa Fazıl Paşanın çevresinde toplandılar. Paris ve Londra’da çıkardıkları gazeteleri, mecmualan, yabancı devletlerin özel postahaneleri aracılığıyla yurda sokarak, meşrutiyetçi fikirleri yaymağa çalıştılar.
Sultan Abdülaziz Hanın tahttan indirilip, Beşinci Murad Hanın yerine getirilmesi meşrutiyetçiler tarafından sevinçle karşılandı. Yerine Beşinci Murad Han getirildi. Çok geçmeden Çerkeş Haşan Vak’ası ile Serasker Hüseyin Avni Paşanın öldürülmesi olaylaru yaşandı. Yaşanan bu karışıklıklar arasında İkinci Abdülhamid Han 31 Ağustos 1876’da padişah oldu. 10 Eylül 1876’da okunan Cülus-ı Hatt-ı Hümayununla Kanun-ı Esasi’nin hazırlanması için Midhat Paşa başkanlığında bir komisyon teşekkül ettirildi. Kanun-i Esasi; on altısı yüksek mülki memur, onu ulemadan, ikisi de Ferik (Orgeneral) rütbesinden asker olmak üzere yirmi sekiz kişilik bir komisyon tarafından hazırlandı. Komisyonda Ziya Paşa ve Namık Kemal de vardır. Sadrazam ve bütün nazırlann padişah tarafından tayin ve azli, padişaha karşı sorumluluğu prensibi eskiden de olduğu gibi Kanun-i Esasi’de aynen yer aldı. Osmanlı vatandaşlannın haklan, memuriyet, ayan ve mebusan meclislerinin işleyişi, illerin idaresi ayn ayrı belirtildi. Heyet-i Vükelaya (Bakanlar Kuruluna) kanun hükmünde kararname çıkarmak yetkisi verildi. Padişah istediği zaman meclisi toplayıp, dağıtabilmek hakkına sahipti. Kanun-ı Esasi, dar manada kuvvetler aynlığı prensibine yer vermektedir. Yasama yetkisinin Meclis-i Umumi, yürütme yetkisinin Hey’et-i Vükela ile beraber kullanılmasına karşılık son söz yine Padişaha aitti.
Yüz kırk maddeden oluşan ön tasarıda Sadrazamlık makamı Başvekalet haline getirilip, nazırların seçimi de ona bırakılıyordu. Padişahlık makamını tamamen sembolik bir mevki haline getiriyordu. Kanun-ı Esasi 23 Aralık 1876’da Bayezid Meydanında okundu.
Meşrutiyetin mimarı sayılan Midhat Paşa, meclisin açılışından önce, 5 Şubat 1876’da 113. maddeye dayanılarak sürgün edildi. Abdülhamid Han, İzzeddin Vapuruyla, yanına beş yüz altın vererek onu İtalya’ya gönderdi. 19 Mart 1877 senesinde Meclis-i Mebusan büyük bir merasimle açıldı. Meclisi bizzat İkinci Abdülhamid Han açtı. Ahmed Vefik Paşa, ilk Meclis Reisi oldu. Meclisin, hükümeti düşürme yetkisi yoktu. Birinci Meşrutiyetin Osmanlı parlamentosunda ana dili Türkçe olan milletvekili sayısı % 50’yi bulmuyordu. Rum, Bulgar, Romen, Ermeni, Yahudi, Sırp gibi gayri müslim milletvekilleri olduğu gibi, Müslüman fakat Türk olmayan ayrılıkçı milletvekilleri de vardı. Bunlardan Rum, Ermeni Patriki Narses, Rus Çarına başvurarak Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan Devletinin kurulması için yardım yapılmasını isteyebiliyordu. Türk milletvekilleri de müsbet bir icraat ortaya koyamıyorlardı. Bunun üzerine İkinci Abdülhamid Han, 13 Şubat 1878’de Meclis-i Mebusan’ı süresiz olarak tatil etti. Böylece, Birinci Meşrutiyet 1 yıl 1 ay 21 gün sürmüş oldu. Milletvekillerinin görevleri sona ermesine rağmen, ayan üyelerinin (senatörlerin) görevlerine son verilmedi. Ayan üyeleri, hayatları boyunca “Ayan Üyesi” ünvanını taşıdılar. Bunlardan üç kişi, 1908’e kadar hayatta kalabilmiş ve 1908 İkinci Meşrutiyet parlamentosuna dahil edilmişlerdi.
Meşrutiyetin ikinci defa ilan edilip süresiz tatile giren Meclis-i Mebusanın yeniden toplanması için ilk faaliyet İttihad-ı Osmani ismiyle birkaç kişi arasında kurulan bir cemiyet tarafından başlatıldı. Bu cemiyet daha sonra İttihat ve Terakki ismini aldı. 1885’te ismini duyuran cemiyetin fikirleri; Mülkiye, Harbiye ve Tıbbiye talebeleri arasında yayılmaya başladı. Hükümete ve Padişaha muhalif olan bu hareket, haber alınarak dağıtıldı. Sıkı şekilde takip edilmeye başlanınca cemiyet üyelerinin büyük bir kısmı yurt dışına kaçtı. Paris, Napoli, Cenevre ve Londra’da çıkardıkları gazete ve dergilerde hükümet aleyhine, Meşrutiyetin ilanı lehine yazılar yazıp, bunları yurda gizlice sokmaya başladılar. İttihat ve Terakki Cemiyeti ilk kongresini 1902’de Paris’te yaptı. Kongreye İttihat ve Terakki üyeleri Prens Sabahaddin ve taraftarları, Sırp, Bulgar ve Ermeni komitacı reisleri katıldılar. Oy çokluğu ile alınan kararların en önemlileri Meşrutiyetin ilanı için iş birliği yapmak ve OsmanlI Devletinde milliyetlere göre yerel muhtariyetlerin kurulmasını sağlamak gibi konular teşkil ediyordu.
Sultan ikinci Abdülhamid Han sarayda bir heyet teşekkül ettirerek, Türklerin hakimiyetinde olan bir meclis yapısına uygun yeni bir anayasa hazırlattınp, uygulamayı düşünüyordu. Ancak buna fırsat kalmadan üçüncü ordu subaylanndan, Enver ve Niyazi Beylerin başlattığı hareket sonucunda Ferizovik, Selanik ve Manastır’da 20 Temmuz 1908’de Meşrutiyet ilan edildi. Bunun üzerine Sultan Abdülhamid Han 23 Temmuz 1908’de Kanun-ı Esasi’yi tekrar yürürlüğe koymak zorunda kaldı. Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu şartlara göre Meşrutiyet geldikten sonra ne yapılacağını kimse bilmiyordu ve tesbit etmek gereği de duyulmamıştır. İttihat ve Terakki hareketinin ise kendine ait bir lideri, programı ve fikri yoktu. Meşrutiyetten önceki gizliliğini sonra da devam ettirdiği için ortaya çıkan otorite boşluğu anarşi ve cinayetlere yol açtı. İttihatçılar yeni kurulan hükümette görev almayıp, durumu kontrol altında tutmaya çalıştılar. Sultan İkinci Abdülhamid Hanın dönemine büyük bir tepki olarak eski rejimin adamları üç sene içinde tasfiye edildiler. Sultan İkinci Abdülhamid Han muhaliflerini maaşla merkezden uzaklaştırdı. İkinci Meşrutiyetten bir şeyler bekleyenler, beklediklerini bulamadılar.
31 Mart Vak’asından sonra Kanun-ı Esasi’de çok büyük değişiklikler yapılarak padişahın yasama ve yürütme yetkileri önemli ölçüde sınırlandırıldı. Bundan sonra padişahlık makamı hilafet ve saltanatın kaldırılışına kadar sembolik yetkileri olan bir mevki haline geldi.