İsrail – Filistin Sorunu ve İntifada nedir?

BİR TÜRLÜ ÇÖZÜLEMEYEN FİLİSTİN-İSRAİL SORUNU

Hitler’in Almanya’da başa geçmesi ile başlayan süreç sonucunda Filistin topraklarına Yahudi göçü son derece hızlandı. 1936’da Yahudi göçmenlerinin sayısının ingilizlerin koyduğu kotayı bile asması Filistinlilerin silahlı ayaklanmaya başlamalarına sebep oluyor. Bu kargaşada Yahudiler 10.000 kişilik silahlı “Haganah’1 kurdular.

1939’dan itibaren barış görüşmeleri başladı. İngiltere ayaklanmanın büyüyüp, sömürgeci emellerinin sekteye uğramasından korktuğundan, Yahudi yerleşimcilerin azalması yönünde baskı yapıp, Yahudilerin formal bir ordu kurmalarını da reddetti. Ancak Yahudi gerillaları Irgun ve Haganah düzenli saldırılara çoktan başlamışlardı.

1946’da Amerika’daki seçimleri Truman kazandı ve Filistin’de iki devletin kurulmasını desteklediğini açıkladı. İngiltere 1947’de konuyu BM’ye havale ederek bölgeden çekildi. Aynı yıl BM tarafından kabul edilen “Filistin taksim planı” iki bağımsız devlet kurulmasını ve Kudüs’ün uluslararası bir şehir olmasını öngörüyordu. Ancak bu da sürecin devamından başka bir şey demek değildi; nitekim:

1)    Nüfusun %31’i Yahudi olduğu halde Filistin’in %56’si Yahudi Devleti’ne bırakıldı. Bu bölgede yasayan nüfusun yarısının da tüm etnik temizliğe ve göçe zorlamalara rağmen Araplar oluşturuyordu.

2)    Yahudilere ayrılan toprağın %90’i ve narenciye ağaçlarının da % 87’si resmen Filistinlilerindi ki, bu Filistin tarafının İktisadî gelişimini baltalıyordu. Böylece Yahudi devletine ve diğer ülkelere bağımlı bir devlet olmuş olacaktı.

3)    Bu karar göçe zorlanmış 3.200.000 Filistinli mültecinin ülkelerine dönmesini de içeriyordu. Ancak İsrail tarafından buna müsaade edilmedi, aksine tüm Filistin’e yayılan Yahudi baskısı 750.000 Filistinlinin daha sürülmesine neden oldu.

Köyler basılıp, köylüler yerlerinden edildi, direnenler katledildi, çocuklu kadınlı 254 kişinin katledildiği Dir Yasir katliamı bu saldırılardan sadece biriydi. Katliamı Irgun ve İsrail’in Özgürlüğü komandoları gerçekleştirdi.

BM kararından sadece 6 ay sonra durum şuydu: Kudüs’ü ikiye bölündü ve Ürdün’le paylaşıldı. Filistin’in % 77’sini işgal ettiler. 340 köy, şehir yıkılmış, nüfusun % 70’i sürgün edilmişti. Filistin toplumunu mahveden bu yıl “nakbah (felaket)”adıyla anılmaya başlandı. Nakbah’i takip eden 1,5 yıl içinde sürgün edilen Filistinlilerin yerine 648.000 Yahudi yerleştirildi. 1948-1956 arasında 5000’e yakin Filistinli memleketine dönmeye çalışırken can verdi.

İsrail uluslararası arenada sarsılmış pozisyonunu düzeltmek için yeni bir taktikle Mısır’a ajanlar gönderip, Arap karşıtı kamuoyu oluşturmak için Kahire ve İskenderiye’deki İngiliz ve Amerikan konsolosluklarını, kültür ateşeliklerini, sinema ve kamu binalarını bombalattı. Ancak skandal ortaya çıkınca BM tarafından kınandı.

Tam bu dönemde Mısır’ın İsrail karşıtı fedaileri eğitmeye başlaması ve Nasir’in önderliğinde güçlenmesi Mısır’ın işgalini gündeme getirdi. Naşir derhal”olağanüstü tehlikeli fanatik” olarak gösterilmeye başlandı. 1956’da İsrail Mısır’a girdi. 1967’ya kadar Süveyş kanalına kadar Mısır toprakları, Suriye’ye ait Golan tepeleri Mısır idaresindeki Gazze şeridi, Kudüs, Bati Şeria işgal edildi.

Arafat ve Filistin’de Yeni Dönem

Bu yenilgiden sonra 1964’te kurulan FKÖ, ilk zamanlardaki Arap milliyetçisi tutumunu değiştirdi. Arafat liderliğinde Fetih ve FKÖ içerisindeki sol siyasetler Filistin’in bağımsızlık mücadelesinde yeni bir dönem başlattı. Diğer Arap ülkelerinden bağımsız bir örgütlenmeye gittiler. Filistin’i merkeze almayı hedeflediler. Bu yeni oluşumun ilk talebi Filistin’de Yahudilerin ve Arapların birlikte ve eşit şartlarda yasayabilecekleri demokratik bir halk cumhuriyeti önerişiydi. Gerilla mücadelesi yanında verilen bu “siyasi ve diplomatik mücadele” FKÖ’nün uluslararası alanda kendine bir yer bulmasını sağladı. FKÖ’yü İsrail ve ABD dışındaki tüm ülkeler Filistin halkının temsilcisi olarak tanıdı. Aslında Filistin için bu verilebilecek en büyük tavizdi.

İsrail de karşı atağı seçti ve bir yandan Batı Şeria’daki kolonizasyon birimlerinin sayısını artırırken, diğer yandan da Gazze şeridi ve Bati Şeria’da sınırlı özerkliği olan bir sivil idare önerdi. Böylece işgal edilen toprakları yerel çıkarların muhafazası için bölüp yönetecekti, Filistinlilerin topluca organize olmalarının da önüne geçilmiş olunacaktı, Dünyanın gözünün Filistin’e çevrilmiş olması önceki gibi toplu katliamları mümkün kılmıyordu. İsrail de bu gibi geliştirdiği daha pek çok stratejiyle aslında pek bir etkinliği olmayan Filistin yönetimim de kendine bağlamıştı. Düzen ve idare kanunlarım tüm İsrail topraklarında uygulayarak ve askerî bir yönetim kurarak tüm hakikî yetki ve idareyi orduya transfer etti. Böylece eğitimden tarıma, vergiden güvenliğe, su kullanımından mülk alım satımına kadar Filistinlilerin tüm toplumsal hayatı emir komuta zincirine bağlandı.

1977’de Nasir’in ölümüyle başa geçen Enver Sedat kaybettiği toprakları düşünerek İsrail’le barış yolunu seçti ve Camp David anlaşmaları akabinde topraklarını geri aldı, ancak İsrail’i de tanıdığını ilan etti. Böylece İsrail Mısır’ı nötralize etmiş oldu.

FKÖ önceleri Ürdün’de aktifti, sonra, güneyinde 300.000 mültecinin yaşadığı Lübnan’da mücadeleye devam etti. Bu bölgede İsrail tarafından Hıristiyan Güney Lübnan Ordusu kuruldu. Bu ordu FKÖ’ye karsı savaş veriyordu. Zamanın Likud hükümeti savunma bakanı Ariel Saron şiddetli antipropaganda ile FKÖ’nün gözden düşmesini sağlamaya çalışıyordu. Devlet tarafından planlanan kolanizasyon politikaları da kendilerine ayrılmış toprak parçalarına sığmayan Yahudi yerleşimcilerin gayri nizami yerleşme çabası olarak gösteriliyordu.

Başbakan Begin ve savunma bakanı Ariel Saron Lübnan’ı işgal edip FKÖ’yü sürme ve Beyrut’ta İsrail yandaşı bir hükümet kurma planları yapıyorlardı. 1978’de İsrail 1000 Filistinliyi öldürüp, onlarca Lübnanlıyı sürüp, güney Lübnan’ı işgal etti. FKÖ kampları bombalandı. 1981’de Amerika’nın oraya gitmesi ile ateşkes ilan edildi.

Bu arada Londra’da İsrail Büyükelçiliğine bir saldırı düzenlendi. İsrail’in beklediği de buydu ve Şaron’a bağlı ordu Beyrut’a girdi. İsrail’in en kanlı operasyonu ile 10.000 kişi öldürüldü. Sabra ve Satilla’daki kamplara sokulan 150 Falanj gerillası 3000 Filistinliyi öldürdü. Bu İsrail kamuoyunda bile tarihin en büyük gösterilerine sebep oldu. Begin Şaron’u savundu, Şaron istifa etmedi, sadece başka bir yere atandı.

“İntifada” başlıyor

1987’de Filistin tarihinde yeni bir sayfa demek olan “intifada” başladı. 1989’da FKÖ sürgünde Filistin Devleti’ni ilan etti. İsrail ve Amerika dışındaki ülkeler tarafından fanindi.

1991’de Madrid konferansı ile Filistinliler FKÖ tarafından temsil edilmeyecekler ve delegasyonları Ürdün tarafından nötralize edilecekti. Bu görüşmeler sırasında da İsrail stratejisi değişmedi.

1992’de bir yıl içinde barış sözü veren Kabin hükümet kurdu. Değişen bir şey yoktu. Halk Yahudi yerleşimcilerle çevrili kocaman hapishanelerde yasıyordu. Bu sırada Oslo’da İsrail ve FKÖ arasında gizli görüşmeler başladı. 1958’de son halini alan anlaşmada FKÖ’ne kısmî  özerklik veriliyordu. Siyasî egemenlik, Kudüs’ün geleceği gibi konular söz konusu bile edilmedi. Pek bir değeri olmayan diğer kararlar da İsrail’in stratejik muğlaklık siyaseti ile istediği şekilde yorumlanıp ihlal ediliyordu. Tüm bu süreçle FKÖ İsrail’in varlığını tanımış, karşılığında ise sadece Arafat’ın Filistin halkının temsilcisi olma hakkını kazanmıştı.

Sıklaşan Yahudi saldırıları Hamas ve Hizbullah’ın iyice güçlenmelerini sağladı.

1996 yılına girildiğinde anlaşmazlık yine kan dökülmesine yol açıyordu . Hamas örgütü İsrail içinde bir dizi intihar eylemleri düzenledi. İsrail, Lübnan’ı üç hafta süreyle bombaladı.

Peres 29 Mayıs’taki seçimlerde, sağcı Binyamin Netan-yahu’ya kıl payı yenildi. Netanyahu, Oslo anlaşmalarına karşı çıkıyor, “güvenlik içinde barış” tezini işliyordu. El Aksa Camii’nin altına, arkeolojik amaçlarla bir tünel kazılması için izin verince de, tepkiler daha da şiddetlendi.

İsrail mevcut barış sürecini eleştirmesine rağmen ABD’nin artan baskısı sayesinde Ocak 1997’de El Halil şehrinin yüzde 97’sini Filistinlilere devretti. ABD’de 23 Ekim 1998’de imzaladığı Wye River Beyannamesi ise, Batı Şeria’dan çekilmenin sürmesini öngörüyordu.

Fakat Wye River’ın uygulanmasına ilişkin itirazlar, Ocak 1999’da İsrail’de iktidardaki sağ koalisyonun çökmesine yol açtı. 18 Mayıs’taki seçimlerin galibi işçi Partili Ehud Barak’tı. İsraillilerle Araplar arasındaki 100 yıllık kavgayı sona erdirmeyi vaat ediyordu yeni başbakan.

Oslo anlaşmalarında öngörülen beş yıllık geçiş süresi, 4 Mayıs 1999’da sona erdi. Ama Yaser Arafat tek yanlı Filistin devleti ilanından vazgeçirildi. Amaç İsrail’deki yeni yönetimle pazarlığa yeniden başlanmasıydı.

Mayıs 2000’de İsrail’in Lübnan’dan çekilmesi, dikkatleri Yaser Arafat’a yöneltti. ABD Başkanı Bili Clinton ile Ehud Barak kademeli barış görüşmeleri yerine, bütün konularda hep birden sonuç almayı amaçlayan nihai pazarlığa girmeye zorlandı. Bu görüşmeler için ABD başka-nının yazlığı Camp David seçildi, iki hafta süren görüşmelerde Kudüs’ün statüsü ve Filistinli mültecilerin geri dönüş hakları konusunda bir uzlaşmaya varılamadı.

Şaron’un dönüşü

2000 yılının sonuna gelinirken Başbakan Ehud Barak, giderek kanlı ve öfkeli bir hale gelen şiddet döngüsünün içinde kendini buldu. İsrail’in Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki işgaline karşı intifada tırmanıyordu.

Barak 10 Aralık’ta istifa etti, 6 Şubat’taki seçimleri Ariel Şaron kazandı. Şaron, Filistinlilere karşı suikastlar, hava saldırıları ve Filistin idaresindeki topraklara düzenlenen baskınların ağır bastığı politikasını daha da şiddetlendirirken, can kaybı yükseliyordu. Filistinli militanlar ise İsrail şehirlerinde intihar eylemleri gerçekleştirdi.

Birkaç dalga halinde gelen intihar saldırıları ardından, İsrail önce mart sonra da haziran aylarında Batı Şeria’nın neredeyse tamamını işgal etti. Nisan ayında İsrail güçleri Batı Şeria’nın kuzeyindeki Cenin mülteci kampına girip bölgeyi ele geçirdi. Burada bir katliam yapıldığı iddiaları dünya kamuoyunu karıştırdı.

Uluslararası Af Örgütü İsrail ordusunun Batı Şeria’da Cenin ve Nablus’a düzenlediği operasyonlarda savaş suçu işlediği hükmüne vardı.

Üst üste iki yıldır barış süreci durma noktasına gelmişti. Birleşmiş Milletler, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Avrupa Birliği’nden oluşan, “Dörtlü” Orta Doğu’da çözüme yönelik bir ‘yol haritası’ ile süreci yeniden canlandırmaya çalıştı.

Yeni yol haritası “iki devletti” çözüm çerçevesinde “varılacak noktanın, İsrail-Filistin ihtilafının 2005’e kadar nihai ve kapsamlı bir biçimde çözüme ulaştırılması” olduğunu söylüyordu. Bu arada Filistin’den beklenen ABD tarafından demokratik olarak tanımlanacak bir hükümet kurmak ve Filistinli direniş gruplarının başını İsrail tarafından yeterli görülecek derecede, tüm altyapılarını çökertecek şekilde ezmekti. Sonra nihai statünün görüşüleceği üçüncü aşamaya geçilecekti. Bu aşamada İsrail’in yükümlülüklerine dair hiçbir ifade yoktu, işgal, İsrail’e karşı hiçbir yaptırım öngörülmeden sona erecekti.

Yol haritasının muhatabı, ABD’nin tercih ettiği Filistin Başbakanı Mahmud Abbas 29 Nisan 2003’te göreve başladı. Yol haritasının şartları ve takvimi Bush, Şaron ve Abbas’ın yer aldığı Akabe zirvesinde görüşüldü. Ardından Filistin ateşkesi İsrail için yeterli olmadı. Flamas’ın karşılıklı ateşkesi kabul etmiş olmasına karşın hareketin kıdemli önderlerinden Abdülaziz Rantisi’ye 10 Temmuz’da Gazze’de füze saldırısıyla suikast girişiminde bulunuldu.

Şaron’un Akabe Zirvesinde “yol haritası” çerçevesinde birkaç ileri karakoldan çekileceğini açıklaması onu bir “barış adamı” statüsüne yükseltmeye yetti. Zirvenin ardından Filistin Yönetimi ve Filistinli örgütler üç aylık bir ateşkes ilan ettiler ve bunu 25 Haziran 2005’te basına duyurdular. İsrail’in tepkisi net ve kesin oldu. Hamas’ın duyurusunun hemen ardından İsrail helikopterleri Gazze’nin güneyinde Han Yunis yakınlarında iki arabaya füze saldırısı düzenledi. Filistinli örgütlerin ateşkese bundan sonra da bağlı kalması İsrail açısından sıkıntı oluşturdu. Altı haftalık ateşkesin ardından İsrail bilhassa Flamas liderlerini hedef alan bir suikast kampanyasına girişti. Gazze’deki Hamas liderliği bir dizi suikastın ardından koşulların İsrail saldırılarına karşı misilleme yapılmasına izin verecek şekilde değiştiğini duyurdu. Böylece İsrail’in isteği gerçekleşti. Ardından, direniş örgütlerini kontrol edememekle suçlanan Abbas’ın hükümeti dağıldı. İsrail’in suikast ve provokasyon stratejisi Ahmed Kureya’nın (EbuAla) başbakan olduğu dönemde de devam etti. 22 Mart 2004’te Hamas’ın ruhani lideri Şeyh Yasin Ramazan’ın tekerlekli sandalyeye bağımlı olduğu halde Gazze’deki bir camiden çıkarken İsrail füzeleri tarafından vurularak öldürüldü.

FKÖ’nün tarihi lideri Arafat’ın Kasım 2004’te ölümünün ardından Mahmut Abbas seçimle Filistin Yönetiminin başına getirildi. Şaron, İsrail kamuoyunu ve siyasi rakiplerini ikna ederek Gazze’den çekildi ve içerde ve dışarıda “barış adamı” statüsünü korumaya çalıştı. Filistin sorununun çözümü için yapılan görüşmeler devam etmektedir.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com