İlk Medeniyetler ve Eski Mısır Uygarlığı


Doğuda, medeniyetin ilk temsilcileri olan milletler, tarihin karanlıkları içinde kaybolmuş bir kökün, geleneklerine sahiptiler. M.Ö. 285 yıllarınla eser veren Bâbilli tarihçi Berose’un anlattığına göre, ilk sosyal gruplar 1.680.000 yıl süren derinden sonra belirmiş ve bunlar, gerçek tarih devirlerinin başlangıcı sayılan Sümer tufanından önceki 432.000 yıl boyunca ağır ağır gelişmişti. M.Ö. 45. yüzyıla doğru insanlar hayvan yetiştirdiğine, saymayı öğrendiğine, takvim yapmaya; M.Ö. 32. yüzyılda ise tahıl yetiştirme, hekimlik ve ilk pazarların belirmeye başladığına dair pek çok delil bulunmaktadır.
ilkçağ uygarlıkları içinde Afrika özel bir yer tutmadığı halde, Mısır, bağlı olduğu kıtadan apayrı bir gelişim göstererek eski doğu toplumlarının oluşturduğu büyük uygarlık alanlarından birisi olmuştu. Mısır’ın, 65 milyon yıl süren ve suların çekilerek kıtaların şekillenmesini sağlayan üçüncü zamanın sonlarına doğru oluştuğu görüşü kabul edilmektedir. Suların çekilmesiyle farklı yükseklikte düzlükler oluşmuş, Nil nehri ise bu düzlükler arasındaki çukurları doldurarak yolunu bulmuştu. Aralıksız yağmurlar altında sulak ve bitki bakımından çok verimli bir halde olan dönemlerde filler, gergedanlar ve diğer yırtıcılar bölgeye insandan daha hakim bir durumdaydı. Buzul çağına gelecek olursak; o dönemde de sık ormanlarla kaplı olan Mısır, zamanla yağışların azalmasıyla yoğun iklim değişiklerinin yaşandığı bir bölge oldu. Artan kuraklıkla beraber sulak alanlar çekilerek yerini çöl alanlarına bıraktı. Böylece önceleri sular altında olan Nil’in çekildiği bölgelerde, Mısır’ın ilk yerleşimleri başladı.
Eskitaş döneminde Nil’in Akdeniz’e döküldüğü yerde bulunan günümüzdeki deltanın henüz oluşmadığı, yapılan arkeolojik araştırmalar sonucu buluntulara rastlanılmamış olmasından anlaşılmaktadır.
Ortataş Çağında, göçebe avcılar o dönem çok geniş olan Nil kıyısı boyunca yer alan ormanlarda yaşamaktaydı. Kuraklıklar sonucu Nil suları çekildikçe insanlar ormanları terk ederek Nil kıyısına yaklaştılar. Mısır’ın günümüzdeki iklim ve coğrafi durumunun Yenitaş Çağı’nda oluşmaya başlamasıyla Nil vadisinde yaşam koşulları daha elverişli hale geldi. Böylece göçebe halde yaşan insanlar yerleşik siteler kurmaya; üretken hale gelmeye, barınak yapımından el sanatlarına kadar öncü kültür eserleri ortaya çıkarmaya başladılar.
Nil nehri günümüzdeki son şeklini aldığında genişliği 25 km’ye varan bir vadiyi besler duruma geldi. Batıda ve doğuda dağların çevrelediği Mısır, Nil’in akışının güneyde çağlayanlarla çevrili olması ve kuzeyde Akdeniz’in varlığı ile ani saldırılara karşı korudu. Bu durum uygarlığın gelişimini de etkiler, bir çeşit ivme kazandırdı.
Çevresindeki dağların yapılarda kullanılan taş ihtiyacını karşılaması, özellikle doğudaki dağlarda yer alan altın madenleri, papirüs ağaçlarının bolluğu Mısır uygarlığının gelişimine büyük faydalar sağladı. Afrikalıların ve Sâmiler’in çok erken dönemde Mısır topraklarına yerleşmesi ve tek bir halk olarak kaynaşması ise etnik bakımdan büyük önem taşır. Bir de ülkenin çöllerle çevrilmiş ve böylece dünyanın öbür ülkelerinden ayrılmış olması, onun uzun süreler güvenliğini sağlamıştı.
Mısır’ın tarihi üstüne elimizde bulunan ilk belgeler, M.Ö. IV. binyılın son üçte birine kadar dayanır. Bu belgelere bakarak Mısır’ın, önce bir siyasi birlik kurduğunu, sonra birbirinden ayrı iki krallığa ayrıldığını düşünebiliriz. Bu krallıkların biri güneyde yukarı Mısır’da; öbürü kuzeyde, Delta’daydı. Bu ayrılış, uzun sürmüş görünmüyordu. Güneyin iki hükümdarı, Skorpion ve Narmer, M.Ö. 3190 sularında otoritelerini kuzeyde, Delta’da hâkim kılmayı başarıyorlardı.
Narmer’in ardından gelenler (3197-2278 dolayları) birinci ve ikinci Mısır sülalesini meydana getiriyor, başkent Thinis’ti. Mısır’ın gelecekteki kudretinin temelleri bu dönemde, gerek ülkenin yönetim ve hukuk bakımından örgütlenmesiyle, gerek tanrı kadar kutsal sayılan hükümdarın sahip olduğu olağanüstü güç ve etkiyle atılmış oldu.
Eski imparatorluğun firavunları (2778-2423) kendilerinden önce gelenlerin bilgece siyasetinin meyvelerini topladılar ve Mısır’ın gelişmesi üzerine kesin etkiler yaptılar.
Krallığın başkenti kısa bir süre içinde, Mısır’ın tarihinde çok büyük bir önem kazanan Menfis şehrine getirildi. Menfis sülaleleri devri başladı.
Bu dönemde Mısır, yoğun bir askeri etkinlik sürdürüyor; doğu sınırlarında tedirginlik uyandıran Asyalı halklara seferler açıyor ve Libya’da otoritesini güçlendiriyordu. Bu genişleme siyaseti, altıncı sülale (2423-2280) tarafından da izlenecek ve bunlar çabalarını, Arabistan çölünün Asyalı göçebelerine ve Mısır’ın güneyindeki halklara karşı yöneltecekler, aynı zamanda, Akdeniz yöresinin doğusundaki sitelerle sıkı ticaret ilişkileri kurmaya çalışacaklardı. Yaklaşık olarak 2300 yılında Bedeviler, herhalde örgütlenmiş bir direnişe rastlamadan, Mısır’ın iç bölgelerine kadar girdiler. Krallık iktidarının ve yönetici sınıfların acizliği bir halk ayaklanmasına yol açtı ve bu, bir sosyal devrimle sonuçlandı. O günden beri Mısır görülür bir anarşi içine girdi ve bu, Sekizinci sülalenin sonuna kadar (2240) sürdü. Bu arada da üç krallığa ayrıldı: Asyalı istilacıların ele geçirip oturduğu Delta krallığı; Herakleopoüs dolaylarında Orta Mısır krallığı ve Teb dolayında Yukarı Mısır krallığı. Bunlardan Teb sülalesinin, başarılı olabilmek için, büyük bir siyaset zekâsı göstermesi ve amacını sabırla izlemesi gerekiyordu. Bu sülale bir buçuk yüzyıl süren bir çabalamadan sonra otoritesini imparatorluğun tümüne hâkim kılmayı başardı: Orta imparatorluk böyle kurulmuştu (2060).Eski imparatorluk, yağmacıların istilası altında, yok olmayla sonuçlanan çökme dönemine girmeden önce, uygarlık ve siyasi kuruluşlar alanında dikkate değer bir dirilik göstermişti. Bu imparatorluğun en güçlü olduğu dönemde firavunlar eşsiz ve olağanüstü bir niteliğin keyfini sürdürüyorlardı. Birer insan olmaktan çok, tanrı gibi tutuluyorlar, resmi dilde “iyi Tanrı, Tanrının Oğlu, Güneş Ra, Altın Horus” gibi adlarla nitelendiriliyorlardı. Aslında, ülkeyi başkentleri olan Menfis’ten despotça yöneten mutlakıyet hükümdarlarıydı, imparatorluğun boyutları hükümdarın, mahalli yönetimi ve valilerin icra biçimini fiilen kontrol etmesine elverişli değildi. Bunun için bütün eski imparatorluk süresince devlet memurları kendilerini bağımsız saydılar. Hükümdarlar bu duruma karşı koyamıyor ve gerektiğinde valilerin yerini değiştiremiyordu. Böylece valilik kendiliğinden, babadan evlada geçen bir görev oldu. Bundan, merkeziyetçiliğin büsbütün bozulması ve merkez iktidarının felce uğraması sonuçlan doğdu ki bu, bir anlamda eski imparatorluğun yok olması demekti.
Bu, yan derebeylik düzeninin, Mısır birliği bakımından taşıdığı tehlikeyi fark eden Teb monarşisi öbür krallıklara karşı kazandığı zaferden sonra, merkezi iktidara bağlı bir yönetim düzeni kurmağa, bu sebeplerle çalıştı. Teb monarşisinin ilk işi, Mısır birliğini yeniden kurmak ve ona, eski imparatorluk döneminde fethedilmiş olan toprakları geri vermek oldu. On ikinci sülale zamanında Mısır, Yakındoğu’da en güçlü devlet niteliğini yeniden kazandı. Ammenemes’in kurduğu şanlı sülale sıradan hükümdarlarla sona erdi (1785)’, onlardan sonra iktidarı zorla ve haksız olarak elde eden birtakım zorbalar başa geçti. Bunlar monarşiyi güçsüz-lendirdiler ve Hyksos’ların istilasına yol açtılar. Hyksos’ların kökeni uzun zaman karanlık kaldı; ama bugün sorun aydınlanmıştır. Bu halkların göçü Asya’nın iki binyıl boyunca uğradığı karışıklıklara sıkı sıkıya bağlıdır. Gerçekten, Arîler Asya’yı yavaş yavaş işgal ettikçe yerli Louvre Müzesinde muhafaza edilen Mısır dönemine ait bit küp halklar oralardan göç ediyordu. Arîler Mitanni’yi istila ettikleri zaman Şâmile; Kenan’a sığındılar; kısa bir süre sonra oraya Arî grupları yetişti ve onları Mısır’a geçmeğe zorladı.
Deltaya ilk gruplar 1730 sularında; sonuncular da 1680’e doğru vardılar. Bunlar Mısır tarihinin, anısını uzun zaman saklayacağı büyük yıkım ve zarar yaptıktan sonra, Aşağı ve Orta Mısır’a kesinlikle yerleşeceklerdi.
Hyksos’lar artık ülkenin sahibi olmuş, ama Yukarı Mısır’daki yerli sülale, bu yabancı kralların üstünlüklerini tanıyarak varlıklarını korumayı başarmışlardı. Bunlardan, Teb sülalesi, bir yüzyıl Hyksos’ların tabiiyeti altında kaldıktan sora, bir kurtuluş savaşına girişmek için, yeteri kadar güç kazandığına karar verdi.
Ahmet, Mısır birliğini yeniden gerçekleştiriyor ve Mısır tarihinin en parlak sülalesi olan on sekizinci sülaleyi kuruyordu (1580).
Mentuhotep ve on birinci sülalenin hükümdarları tarafından girişilen, “Mısır’ın birleştirilmesi sorunu” gerçekleşince, önemli bir yönetim sorunu da çözümleniyordu. Mısır’ın siyasi birliğini sağlayan koşullar, ülkenin manevi birliğini sağlamakta da büyük ölçüde etkili’oldu. Mısır, çok erken bir dönemde, din, sanat ve edebiyat alanındaki özgür uygarlığıyla kendini gösterdi. Çeşitli dış etkilere ve din anlayışındaki değişikliklere rağmen bu özgürlüğü uzun süre koruyabildi.