Aslında Ustam ve Ben’i 6 ay önce yani askere gitmeden önce okumuştum. Bloga da yazdım sanıyordum masaüstünde yaptığım alıntıları hala kayıtlı gördüğümde anladım. Çünkü bloga yazdığım kayıtların yedeklerini tutmuyorum karışıklık olmasın diye.
Kitaba gelecek olursak bitirmeden uyuyamayacak, elinizden bırakamayacaksınız. Mimar Sinan’ın ve çıraklarının öyküsü. Çota adlı bir beyaz bil ile yola çıkan Cihan’ın öyküsü. Aslında şahıslar ekseninde bir devrin öyküsü. Tarihi gerçekliklerin ne kadar esnetildiği süreler üzerinde ne kadar oynamalar yapıldığı yazar tarafından ayrıntılı bir şekilde açıklanmış kitapta notlar arasında. Kitap öykünün geçtiği devrin havasını soluma imkanı veriyor. Elif Şafak’ın üslubunu, cümlelerin kıvraklığını, söz ustalığını bilenler için ayrıntılı anlatmama gerek yok. Kitaptan altı çizilesiceler ile devam edelim.
“Hazreti Yakub’un on iki oğlu vardı, Hazreti Isa’nın on iki havarisi. Kuran’ın on ikinci suresinde hikâyesi anlatılan Hazreti Yusuf, on iki kardeşten biriydi. Yahudiler on iki bo-mun ekmek koyardı masalarına. On iki aslan beklerdi Hazreti Süleyman’ın tahtını. Altı adımda çıkılırdı o koltuğa ve her çıkışın bir inişi olduğuna göre altı adım daha demekti bu, ki toplam on iki ederdi. On iki temel inanış Hint diyarında hüküm sürerdi. On İki imam, derdi Şiiler, Hazreti Muhammed’in peşi sıra gelirdi. Hazreti Meryem’in tacında on iki yıldız vardı. Ve ismi Cihan olan bir oğlan henüz on iki yaşındaydı İstanbul’u hayatında ilk kez gördüğünde.”
“Aşktan bahsediyordu. Cümle kâinata, en ufaktan, zerreden ea mühime kadar her şeye eşit nazarla bakmaktan söz ediyordu. ‘Cahil bir köylü, senelerce mürekkep yalamış hocadan yahut yedi kez hacca gitmiş hacıdan çok daha yakın olabilir Allah’a’ diyordu, “öyleyse, ya ne demeye paye vermeli ulemaya?”
Dua etmek, ilanı aşk etmek demekti. Yaradan’a olan sevdanı açık etmek. Aşkta korkuya yer yoktu, ya da çıkarcılığa, insan ki kâinatın gayesiydi, kıymetli ve kadimdi, ona hiçbir şey haram değildi, öyleyse insan ne kaynayan kazanlardan çekinmeli, ne huriler beklemeliydi, çünkü cennet de cehennem de, azap da sefa da yarın değil, şimdi; uzaklarda değil, buradaydı. “Allah’tan korkmaya daha ne kadar devam edeceksiniz?” diyordu. “O’nu sevmek varken?”