Osmanlıca, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi

Merhaba, sevgili Osmanlıca bu yazıda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi‘nin Osmanlıca halini sizlerle paylaşıyorum. Dil devrimi bildiğiniz üzere 1928 yılında olmuştur. Bu tarihten önce yazılmış olan Nutuk dahi Osmanlıca alfabe ile yazılmıştır. Aslında dil devrimi ifadesi yanlış bir ifade oldu. Dil değişmedi sadece alfabe değişti. Dil ise canlı bir varlık gibi büyür ve gelişir. Günümüzde bile her gün yeni kelimeler yeni deyimler çıkar zamanla dönüşür. Hiçbir devrim bir günde gerçekleşmez.
Osmanlıca ifadesi de yanlış bir ifadedir. Osmanlıca diye bir dil yoktur. Osmanlı Türkçesi vardır. Osmanlı Türkçesi de Arapça ve Farça’nın boyunduruğu altındaydı. Milli bilinç geliştikçe halk ağızlarında kullanılan Türkçe ile öze dönüş sağlanabildi. Osmanlıca ya da klasik Osmanlıca dili saray ve çevresi tarafından Arapça ve Farsça karışımı olarak kullanılıyordu. Oysa halk dilinde bugün kullandığımız bir dil vardı. Bu yüzden harf devrimi kolayca gerçekleştirilebildi.
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi Osmanlıca

Filigranlı yapmayı ben de sevmiyorum ama buna mecbur kaldım. Bir çok site hazırladığım görselleri kendi yazılarına aktarıyor. Link vermeden bunu yapıyorlar. Ben de siteme bir şekilde link verdirmem insanlara burada hazırladıklarımı göstermem lazım anlayışınızı umuyorum.
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi
Muhterem Efendiler, sizi günlerce işgāl eden, uzun ve teferruâtlı beyânâtım, en nihâyet mâzî olmuş bir devrin hikâyesidir. Bunda milletim için ve müstakbel evlâdlarımız için dikkat ve teyakkuzu daʻvet edebilecek baʻzı noktaları tebârüz etdirebilmiş isem, kendimi bahtiyâr add edeceğim.
Efendiler; bu beyânâtımla, millî hayâtı hitâm bulmuş farz edilen büyük bir milletin; istiklâlini nasıl kazandığını ve ilm ü fennin en son esâslarına müstenid, millî ve asrî bir devleti nasıl kurduğunu ifâdeye çalışdım.
Bugün vâsıl olduğumuz netîce, asırlardan beri çekilen millî musîbetlerin intibâhı ve bu azîz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.
Bu netîceyi Türk gençliğine emânet ediyorum.
Ey Türk Gençliği! Birinci vazîfen, Türk istiklâlini, Türk cumhûriyyetini, ile’l-ebed muhâfaza ve müdâfaʻa etmekdir.
Mevcûdiyyetinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazînendir.
İstikbâlde dahi, seni, bu hazîneden mahrûm etmek isteyecek, dâhilî ve hâricî bed-hâhların olacakdır. Bir gün, istiklâl ve cumhûriyyeti müdâfaʻa mecbûriyyetine düşersen, vazîfeye atılmak için içinde bulunacağın vazʻiyyetin imkân ve şerâtini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâ-müsâʻid bir mâhiyyetde tezâhür edebilir. İstiklâl ve cumhûriyyetine kasd edecek düşmanlar, bütün dünyâda emsâli görülmemiş bir gālibiyyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hîle ile azîz vatanın, bütün kalʻaları zabt edilmiş, bütün tersânelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bi’l-fiʻl işgāl edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitden daha elîm ve daha vahîm olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidâra sâhib olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hiyânet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidâr sâhibleri şahsî menfeʻatlerini müstevlîlerin emelleriyle tevhîd edebilirler. Millet, fakr u zarûret içinde harâb u bî-tâb düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbâlinin evlâdı! İşte, bu ahvâl ve şerâit içinde dahi, vazîfen, Türk istiklâl ve cumhûriyyetini kurtarmakdır!.. Muhtâc olduğun kudret damarlarındaki asîl kanda, mevcûddur!