Sultan Veled’in bir gazelinden seçme tahlil – Senin yüzün güneştir yoksa aydır

Senin yüzün güneştir yoksa aydır
Canım aldı gözün dahi ne aydır?

Benim iki gözüm bilgil canımsın
Beni cansız koyasın sen bu keydir?

Gözümden çıkma kim bu yer senindir
Benim gözüm sana yahşı saraydır

Ne oktur bu ne ok kim değdi senden
Benim boynum sünüydü, şimdi yaydır

Temâşâ-çün beri gel kim göresin
Nite gözüm yaşı ırmak u çaydır

Senin boyun budaktan ağdı geçti
Cihan imdi yüzünden yaz u yaydır

Bugün aşkın odundan ıssı aldık
Bize kayı değil ger kar u kaydır

Bana her gece senden yüz bin assı
Benim her gün işim senden kolaydır

Veled yoksuldu sensiz bu cihanda
Seni buldu bu kezden beg ü baydır

  1. Senin yüzün güneş mi, yoksa ay mıdır? Gözün canımı aldı, daha ne der?
  2. İki gözüm! Bil ki sen benim canımsm; beni cansız bırakıp gitmen nasıl olur?
  3. Gözümden çıkma ki bu ev şenindir, benim gözüm senin için güzel bir saraydır.
  4. Seyretmek için yakına gel ki gözyaşımın nasıl ırmağa ve çaya döndüğünü göresin.
  5. Velet, bu cihanda sensizken yoksuldu; seni buldu, bundan böyle bey ve zengindir.

Not: Aruz vezninde, mısraların son hecelerinde açıklığa, kapalılığa bakılmaz.

AÇIKLAMALAR:

1. Dakı; dahi, daha demektir.

Eydür; demek anlamına gelen eytmek mastarının geniş zamanıdır. Bu kelime, itmek şeklinde de kullanılmıştır.

Gerek bu beyitteki, gerek manzumenin diğer beyitlerindeki kelimelerin söylenişlerinde, bugüne göre, bazı farklar vardır: Senin yerine senün, güneştir yerine güneştür, canımsm yerine canumsm, vs. denilmesi gibi.

İçinde bulunan kelimeler ve onların çekim şekilleri bakımından olduğu gibi, fonetik yapısı bakımından da türkçemizin bugünkü hali, yüzyıllarca devam edip gelen bir yaşamanın, bir tekâmülün sonucunu teşkil eden bir oluştur. Bundan dolayı, geçmiş yüzyıllara ait olan ürünlerde, bugüne göre, birtakım dil başkalıkları bulunması gayet tabiidir.

Yukarıda fonetik farklarına ait olmak üzere gösterilen misallerden başka gene bu beyitte, güneştür ve aydur kelimelerinin sonunda mi soru edatının kullanılmaması ve sorma anlamının sadece yoksa kelimesiyle sağlanması da bu manzumenin yazıldığı devre ait dil özelliklerindendir.

2. Bilgil kelimesinin sonundaki gil eki, fiillerde anlamın kuvvetlendirilmesine hizmet eden ve artık edebî eserlerimizde kullanılmayan bir tekit (pekiştirme) ekidir.

Koyasın; bırakasın, bırakıp gidesin demektir.

Beytin kafiyesi olan keydür kelimesi, nasıl olur, nice bir bu böyle olacak, bu nasıl iştir anlamlarına gelir.

Key kelimesi farsçadır ve sorgu ile hayret bildirmek için kullanılır.

3. Birinci mısrada, çıkma kelimesinden sonra gelen kim, bugün ki şeklinde kullandığımız bağlaçtır. Divan Edebiyatı manzumelerinde, kînin kim şeklinde kullanılışına daima rasgelinecektir.

Yahşi, güzel demektir. Bu kelime Azeri lehçesinde bugün de kullanılır.

4. Çün kelimesi farçada, bizdeki için gibi, sebep bildirmek üzere kullanılan bir edattır ve temaşa çün, temaşa için demektir. Çün edatı, ayrıca, benzerlik anlamı veren sıfatlar yapmaya da yarar. Örnek: çünserv (selvigibi).

Bu edatın daha kısaltılmış bir şekli olan çü de böyle kullanılır.

Beru; beri, buraya, bu yana, yakma demektir.

5. Nite; nitekim, nasıl ki demektir.

Bu beytin sonunda, türkçe olan ırmak ve çay kelimelerinin arasındaki ü, türkçemizde ve diye kullanılan bağlaçtır. Farsçada, bu bağlaçla birbirine bağlanan iki eş veya yakın anlamlı, ya da eş işlevli kelimenin teşkil ettiği kelime grubuna bağlama öbeği denir: dil ü can gibi. Bunlar isim ve sıfat tamlamaları gibi hakikî birer tamlama değildir. Bu kitapta ayrı yazılan bu ü’ler sesçe daima birinci kelimenin son harfine bağlıdır ve normal imlâmızda da dilü can şeklinde birinci kelimeye bitişik olarak yazılırlar.

İki türkçe kelime arasında ü’nün kullanılışı kendi dilimize göre de, farsçaya göre de yanlıştır; nitekim, daha sonraki yüzyılların ürünlerinde ü’nün bu tarzda kullanılışı gitgide terk olunmuştur.

Çok eski eserlerimizde rasgelinmeyen ve edatı da arapçadan alınarak tüjkçeleştirilmiştir.

6. Bey ve bay kelimeleri arasında ü’nün kullanılışı da, bundan önceki beyitteki ırmak ü çay’da olduğu gibidir. Bay, farsçada, yoksulun karşıtı olarak, zengin anlamında kullanılır: Bay ü geda gibi. Bey ise türkçedir.

Anadoluda, Divan Edebiyatı’nın ilk ürünlerinden olan bu manzumede, türkçenin aruz vezninin kalıpları içine sığdırılabilmesi için, birçok kelimelerin sesli harflerinin imâleye tâbi tutulduğu, yani gerekmezken vezin gereği uzatıldığı görülmektedir.

Hakikatte, gerek XI. yüzyıldan itibaren doğu sahasında, gerek XIII. yüzyıldan itibaren batı sahasında yazılmaya başlayan aruzlu eserlerimizde bu veznin kullanılışı hayli kusurlu ve acemicedir. Bu eserlerde, türkçemizin bu nazım sistemine uydurulabilmesi hususundaki sıkıntı açıkça hissedilir. Dilimiz ancak, kendi özlüğüne aykırı düşen yoldaki evrimini adamakıllı geliştirdikten sonradır ki aruz vezni manzumelerimizde müzikal bir değer taşımaya başladı; XVI. yüzyılda Baki ile başlayıp sonraki yüzyılda Naili, Yahya, Neşati gibi üstat Divan şairlerinin elinde iğilip bükülebilir, duyguları ve hayalleri ahenkli bir tarzda aksettirebilir bir hale geldi.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com