Misafir – Hüseyin Rahmi Gürpınar

Onlar geleli tam on dokuz gün ve o kadar gece olmuştu. Karı koca, iki de çocuk.. Dört can… Şimdi her gün iki okka ekmek fazla alınıyor ve her masraf ona göre artıyordu. Zaten ev dardı. Bu karı kocaya ayrı hir oda verebilmek için aile daha sıkışmaya mecbur oldu.

Ne havsalası geniş, ne saygısız, ne vurdum duymaz misafirdi bunlar.. Ne surattan anlıyorlardı, ne rümuzdan, ne kinayeden., kıı açık istiskallere karşı (sinik) bir tebessümle mukabeleden hiç sıkılmıyorlardı.

Misafir Halil efendi akşamcıydı. Hane sahibi İzzet efendi ise işretin damlasından kaçan, kokusundan boğulan, sofu, musalli bir /.at…

Halil efendi her akşam bir cebinde dolu küçük bir şişe, ötekinde kâğıda sarılı birkaç zeytin danesi nevalesile gelir, yatsılara kadar ağır ağır ziftlenir. İzzet efendiyi yemeğe bekletir. İçtikçe zevzeklenir. I )inletir, dinletir. Zavallı adamcağızı bitahammül bırakır, sıkıntıdan öldürürdü.

Beş altı akşam bu işkenceye tahammülden sonra nihayet hane sahibi bir gece dayanamadı. Açık bir suratla:

– Efendim, bu olur mu? Her akşam cebinizde rakı ile geliyorsunuz… dedi.

Yüzsüz misafir bu muhik itirazı hemen diğer suretle tefsire alılarak:
–    Efendim misafirperverliğinizin cidden mahcubiyim. Çoluk çocuk ailece efendimize kaç gündür bâr olup duruyoruz. Rakımı beraber getirmeyeyim de onu da mı size aldırtayım efendim? Lütufkârlığın bu derecesile her türlü uluvvü semahadn fevkine çıkıyorsunuz. Yok artık bukadarcığına müsaade buyurunuz. İçki masrafımı olsun kendim edeyim…

Diyince, misafirin bu pek nikbinane tefsir ve telâkkisine karşı hayretlere düşen ev sahibi maksadı böyle demek olmadığını izah için birkaç söz kekelemeğe uğraşmış ise de biribirine taban tabana zıd bu anlatışla anlayış arasında hakikat zayi olup gitmişti.

Halil efendi Anadolu Kavağında ufak bir memurdu. Ailece düştükleri müzayakaya bir çare bulmak için Irgat pazarında mutasarrıf oldukları bir dükkânı vefaen ferağ ederek biraz para almak üzere Istanbula gelmişlerdi. Gazetelere “Nakıdiniz varsa işletelim. Yoksa teminat üzerine pek ehven şeraitle istediğiniz kadar hemen para verelim.” Tarzında ibareler ve türlü namlarla ilânlar vererek müşteri celbeden idarehanelere Halil efendi hep birer birer baş vurdu. Bu işleticilerden çoğunun müstakrizlerin canlarına işlettiklerini anladı. En muvafık şartla işi bitirinceye kadar İzzet efendi ailesi ııezdindeki misaferetleri zarurî uzayacaktı.

* * *

Bir gün hane sahipleri bir odaya toplandılar. Kapıyı sıkıca örttükten sonra bu müz’ic misafirlerden kurtulmak çarelerini aralarında müzakereye giriştiler. Büyük hanım diyordu ki:

–    Kilere gidip zahireye bakmaya korkuyorum.. Bin türlü sıkıntılar, fedakârlıklar, üzüntülerle kış için biriktirdiğim, sakladığım öteberiden habbe kalmayacak… Böyle günde tencere doluları yemek pişiyor, yine doymuyorlar. Yarabbi şükür dediklerini işitmedim. Aman o çocuklar maşallah büyüklerden ziyade yiyorlar.

Zarafet – Nesine maşallah hanımcığım, boğazlarına kurt düşsün.. Sakın kilere bakma yüreğine iner. Ne sağ yağı kaldı ne zeytinyağı.. Ne pirinç, ne şeker., ne fasulye.. Kiler tamtakır oldu. Sokağın köpekleri doyar, damların kedileri doyar, bu iki obur yumurcak doymaz. Tencereler daha ateşte iken karşıma dizilip te: «Dadı yemek pişti mi? Acıktık. İçimiz bayılıyor. Körükle körükle de çabuk pişsin… Diyişlerini bir işitseniz kendinizi zaptedemezsiniz.
Bazan öfke benim de tepeme çıkar, bağırırım. Haydi bakayım oradan. Ben mutfağa gelen çocukları sevmem. Çekiniz arabanızı, .^imdi sizi bir güzelce körüklerim ha!… Bir gün arkalarından ucu ateşli odunla koştum da anaları bana surat etti. A çekilir mi bu? Kaç defa daha soğumadan imam bayıldmın içine kirli parmağım sokarken gördüm. Ağzına götürüyor emiyor. Tekrar, yine sokuyor. Afacanlar fıstık gibi tos tombay oldular. Anaları karı semirdi. Beti benzi yerine geldi. Odalarına çekildikten sonra sarhoş herif gecenin bir yarısında pencerenin önünde türkü söylüyor.. Bitişikte ağır hasta var.. Ne saygısız maymun.. Bütün sahanlara tabaklara, rakı kokusu siniyor.. Ben işret sevmem övvv… Ya onlar., ya ben, bunun bir çaresine bakınız…

Evin kızı Cezalet hanım dışarıya kulak kabartarak:

–    Dadı yavaş söyle… Merdiven başında bir pıtırtı var.. Karı geldi galiba bizi dinliyor..

Zarafet köpürerek:

–    Umurumda değil dinlesin.. Korkum yok. Ben ona taşlıkta kaç defa başa kaka söyledim de anlamamazlıktan geldi… Ben de i ılsam öyle yaparım. Hazır ev., hazır yemek, hazır yatak.. İşret türkü., kekâ.. Her zevkleri yerinde… Bu rahatı bırakıpta giderler mi hiç?

Cezalet hanım:

–    Dadı sus azıcıkta ben anlatayım…

–    Anlat yavrum.. Anlat gulum.. anlat elmascığım… Yedi mahalle bir araya toplanıpta kırk gün kırk gece anlatsak bu dert yine bitmez… Sen anlattığın kadar anlat, ben de yine anlatırım.

Cezalet hanım – Misafir hanım geldiğinin ikinci günü sokağa çıkacağını söyledi. Benden bir çarşafla bir ayakkabı istedi. Kendi potinleri ayaklarını sıkıyormuş.. Fakat kendi çarşafını niçin giymek istemiyor bilmem…

Zarafet – Aaa.. sebebini anlamadın mı? Alacaklılar sokakta onu çarşafından tanıyorlar da onun için başka şarşafa giriyor, yüzünü dr sımsıkı örtüyor… Irz ehliliğinden değil, çokbilmişliğinden.. Kaltak…

–    Dadıcığım bir parçacık sus..

–    Sustum.. Sustum.. Ha sen söylemişsin yavrum.. Ha ben söylemişim… ikimiz can ciğer.. Birbirinden farkımız var mı?..

Cezalet hanım – Artık her sokağa çıkışında âdet edindi. Çarşaf bizden.. Ayakkabı bizden… Ah anneciğim yeni iskarpinlerimin ne hale geldiklerini görsen gözlerin dolar.. İçi oyulmuş kavun dilimine döndüler…

Zarafet – Senden ayakkabı şarşaf istemiş.. Ya benden ne istedi bilsen?.. İç donu… Söyletme beni, kendininkini kirletmiş… Ta Kavaklardan buraya bir donla gelinirmi?. Benim de yok ayo.. Küçük beyin yastık örtülerinin eski fistolarını söktüm de iki tane yaptımdı.. Birini aldı. Kullandı, kullandı. Getirdi kirile pasile başıma attı.. Söylemesi ayıp âdet kirlerini çitiledim, çitiledim de bir türlü çıkartamadım… Kokmuş karı…

Büyük hanım başı ağrıyormuş gibi şakaklarım avuçlarının arasında sıkarak:

–    Bu belâdan ne vakit kurtulacağız? Başımızdan ne zaman def olup gidecekler?..

Zarafet – Onlar buraya ödünç para bulmaya geldiler. Buluncaya kadar oturacaklar.. Şimdi para nerede?

Dışarıdan küt küt kapı vurulur. Odadakiler şaşalayarak biribirine bakarlar..

Büyük hanım – Kim o?

Zarafet – Kim olacak misafir hanım…

Büyük hanım – Duyduysa pek ayıp oldu.

Dışarıdan:

–    Lütfen kapıyı açınız efendim…

Zarafet kapıyı açar. Misafir hanım çarşaflanmış, koltuğunda iri bir bohça, iki çocuğunun ortasında, ağlamadan gözleri kızarmış mahzun bir çehreyle gözükerek:

–    Allaha ısmarladık hanımlar. Af edersiniz, böyle günde çok rahatsız ettik efendim. Haftalarca sayenizde yedik, içtik. Misafirperverliğinizin şükrünü âdadan aciziz hanımlarım. Helâl ediniz efendim.

Misafirin ağlamış mahzun yüzü, af dileyici mahcubane sözleri ev sahiplerine çok dokanır.. Yufka yürekli büyük hanım:

–    A hanımcığım neye rahatsız olalım. Başımızın üstünde yeriniz var. Böyle birkaç hafta değil kırk yıl otursanız vallahi yüksünmeyiz… Böyle birdenbire ne oldunuz efendim…

Cezalet hanım – Bir kusurmu ettik? Gücendirdik mi kardeş? Böyle birdenbire niye kalktınız?. Vallahi salıvermeyiz. Haydi soyununuz.. Bırakmayız nafile..
Zarafet büyük bir vaveylâ ile çırpınarak:

– Olur mu hiç? Bırakır mıyız sizi biz, yağma yok kuzum yağma yok… Gelmesi sizden gitmesi bizden.. (Mendilini çıkarıp ağlayarak) A… can ciğer gibi alıştım. Evin içi tıssss… sessiz kalacak.. Mümkün değil salıvermeyiz.. (Çocukların yanaklarını okşayarak) aha benim tontonlarım.. Haydi geliniz mutfağa.. Bakınız dadınız bu gün size neler pişirecek…

(Heybeliada, 1920) Melek Sanmıştım Şeytanı, Hilmi Kitabevi, 1943

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

1 Cevap

  1. 12 Kasım 2020

    […] rüştlerini Cumhuriyetten önce ispat etmiş Halide Edip, Reşat Nuri Güntekin, Aka Gündüz ve Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi yazarlar Cumhuriyet devrinin de ilk yazarları […]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

WP Twitter Auto Publish Powered By : XYZScripts.com