Ahmet Mithat Efendi – Müşahedat Roman Tahlili
Ahmet Mithat’ı üslup ve tekniğe özen göstermemiş bir halk romancısı olarak biliriz. Öyledir de. Ama doğalcı romana bir örnek olarak Müşahedat’ı (1890) yazarken, Batı’da bile görülmemiş bir teknik uygulandığını söyleyecek kadar iddialıdır. Müşahedat teknik bakımından gerçekten ilginç yönleri olan bir romandır ve üzerinde durulmaya değer.
Bundan önce incelediğimiz Haşan Mellah ve Felâtun Bey ile Rakım Efendi’nin çok ayrı türden romanlar olduğunu gördük. Müşahedat bunların ikisinden de ayrılan yeni bir roman denemesidir. Ahmet Mithat, bilindiği gibi, aklına gelen her çeşit romana el atmış, ne görmüş ne okumuşsa ondan esinlenmiştir. Ne var ki, bütün yapıtlarının ortak bir özelliği vardır, o da anlatıcının kişiliği ve okur karşısındaki tutumudur. Müşahedat’a gelmeden önce Ahmet Mithat’ın anlatıcı kişiliği üzerinde biraz durmakta yarar var. Zaten Müşahedat’da kullanılan yeni anlatım tekniğinin bir parçası, bunun doğal bir uzantısı sayılabilir.
Yukarıda Ahmet Mithat’ın roman yazarken geleneksel hikâyeciliğimizi sürdürdüğüne, ikide bir okura seslendiğine,ona sorular sorarak bir konuşma havası içinde yazdığına işaret edilmiştir demiştim. Oysa iş bu kadarla bitmiyor. Ahmet Mithat’ın meddah ağzı kullanması, olayların akışını keserek araya girmesi, okurla sohbet etmesi onun romanına başka bir özellik kazandırır.

Ahmet Mithat Efendi – Müşahedat
Üçüncü kişi ağzından anlatılan romanda yazarın kendini belli edişinin dereceleri vardır. Bazen anlatıcı olarak ortadan silinebileceği gibi, okurun dikkatini kendi üstüne çekecek kadar gevezeleşebilir de. Batı’da, 19. yüzyıl sonlarına kadar romancı kendini biraz ahlakçı, az buçuk da filozof sayardı. Onun için de hikâyesini anlatırken araya girerek karakterler hakkındaki düşüncelerini açıklamayı, davranışları ahlak açısından değerlendirmeyi, insan tabiatı üzerinde bilgeliğini ortaya koymayı yazarlığın bir görevi bilirdi. Böyle bir anlatıcı belli bir kişilik kazanma eğilimindedir ve iyice belirginleşirse, okurun gözünde, roman kişilerinin yanı sıra o da bir karaktere dönüşür. Okur, anlatıcıya, bir roman karakterine gösterdiği tepkiye benzer bir tepki gösteriyorsa, roman karşısındaki yaşantısında bu tepkinin de bir payı vardır. Hatta okurun kendini romanın kahramanıyla değil, anlatıcısıyla özdeşleştirdiğini söyleyenler bile olmuştur.1 Ancak, anlatıcının kişileştiği romanlarda, sonucun başarılı olabilmesi için anlatıcının en azından ilginç, sevimli ya da saygı ve hayranlık uyandıran bir kişiliği olması gerekir. O zaman, okur, olaylara, kişilere, sorunlara onun açısından bakmakta ayrı bir lezzet bulabilir.
Ahmet Mithat da böyle bir tür yazarlığı meddah üslubu ile birleştirerek okurun karşısında bir karakter olarak canlandırır. Ayrıca başka yazarların yapmadığı bir şey de yapar, romanda gerçek yaşamdaki Ahmet Mithat’tan da söz eder.
Bakarsınız “Ben bir vakitler bir tiyatro yazdım. Bu tiyatroda bir adama iki karı sevdirdim ve aldırdım,” diyerek daha önce yazdığı bir oyuna değinir ya da bazen bir makalesine gönderme yapar. Bazen, Haşan Mellah’da olduğu gibi kendi başından geçmiş aşklardan da söz eder. Başka şekilde söylersek, Ahmet Mithat’ın anlatıcısı, kendi yarattığı bir kişi olarak romanlarında önemli bir yer tutar. Bu yaratılan anlatıcının kişiliği gerçek Ahmet Mithat’ın kişiliği ile özdeş midir? Bu ayrı bir sorun. Her yazar anlatıcı olarak az çok bir kişilik sergiler ve eleştirmenler bu kişiyi yazardan ayırmak için ona “yazarın ikinci kişiliği” ya da “anlatıcı-yazar” gibi adlar takmak gereğini duymuşlardır. Bizi burada ilgilendiren sorun, Ahmet Mithat ile yarattığı anlatıcının kişiliğinin özdeş olup olmadığı değil, bu kişiliğin kendisi. Ahmet Mithat’ın anlatıcı olarak sergilediği kişi, Batı uygarlığını bilen, genel kültür sahibi, özellikle çalışkanlık, ölçülülük, hakseverlik, hoşgörülülük gibi değerleri tutan, sevecen ve babacan bir adamdır. Yazarken okuru sürekli hesaba katan, onunla konuşan Ahmet Mithat, diyebiliriz ki, aynı zamanda kendi okurunu da yaratır, bir kişilik kazandırır ona. Okur sorduğu ve sordurttuğu sorular, tahmin ettikleri tepkileri, gidermeye çalıştığı bilgi eksiklikleri, varsaydığı alışkanlıkları, bağlı olduğuna inandığı değerler, yarattığı okurun kişiliğine ışık tutar. Bu okur portresi, geleneklerine bağlı, duygusal, edebiyat olarak masallarımızı ve halk hikâyelerimizi dinlemiş, genel kültürden yoksun ve biraz da Ahmet Mithat’a hayran bir halk adamını temsil eder demek yanlış olmaz sanırım.
Ahmet Mithat’ın zamanında çok okunan ve sevilen bir romancı olmasının nedenleri çeşitlidir elbette. “Vak’a tertib” etmekte, grift olayları merak uyandıracak bir biçimde düğümleyip çözmekteki başarısı, sade bir dille yazması, halkın alışık olduğu meddah ağzını romana uygulaması bu nedenler arasında sayılabilir. Bunların dışında, romanlarındaki karakterlerin yanı sıra anlatıcının ve okurun da bir kişilik kazanması ve aralannda kurulan diyalog sayesinde yaratılan dostça ilişki, Ahmet Mithat’ın sevilen bir yazar olmasında, kanımca büyük rol oynamıştır.
Anlatıcı-yazar olarak romanda bir karaktere dönüşmekten, hatta kendinden söz etmekten hoşlanan Ahmet Mithat, Müşahedat’ı birinci kişi ağzından yazarken romanın kişileri arasına romancı Ahmet Mithat olarak kendi de katılıyor. MüşcıhedaCdaki Ahmet Mithat’ın kişiliği öbür romanlarının anlatıcısından farklı değil. Çalışkan, hoşgörülü, babacan tavırlı dürüst bir adam. Gerçi olaylara tanık sıfatıyla karışır, ama gözlemci olarak kalmaz; öyküsünü anlattığı insanların dertlerini paylaşan, onlara yardımcı olmaya çalışan ve olayların gelişiminde rol oynayan bir dosta dönüşür. Onun için romanın en canlı kişisi kuşkusuz Ahmet Mithat’ın kendisidir ve okur bu halk adamıyla birlikte olayların içine girince, romanın öteki kişileriyle değil Ahmet Mithat ile özdeşleştirir kendini. Ola ki o dönemin okurları Müşahedat’ı, Ahmet Mithat’ın kendisini bir roman karakteri olarak karşılarına getirdiği için sevmişlerdir.
Müşahedat’ın yazılmasının asıl nedeni doğalcı türü denemekti. Ahmet Mithat, belki de Beşir Fuat aracılığı ile Emile Zola’yı ve doğalcı romanı tanımış ve bu konudaki düşüncelerini de yazmıştı. Müşahedat’a yazdığı önsözden anlıyoruz ki, doğalcı yazarları, romanı ciddiye aldıkları, gözleme önem verdikleri, gerçeği yansıtmak istedikleri için beğeniyor, ama yaşamın sadece çirkinliklerini, toplumdaki ahlaksızlıkları, kötülükleri sergileyip, iyi, güzel ve yüce olandan hiç söz etmemelerini doğru bulmuyor. Doğalcı romanlara bakılırsa, diyor Ahmet Mithat, Fransa’da erdem denen şey kalmamış, fuhuş, sefahat ve sefaletten başka bir şey yok. Gerçek bu değil oysa; yazar eğer gerçekliği yansıtacaksa yalnız kötüyü, çirkini değil iyiyi ve güzeli de anlatmalı. Ahmet Mithat insanın ve toplumun övülecek yönlerini yok saymanın, bunlara gözlerini kapamanın gerçekçilikle bağdaşamayacağı kanısında. Müşahedat’ı, iyiyi de kötüyü de anlatan böyle “tabii” bir romana örnek olarak yazmış.
Üçüncü kişi ağzından verilen bir romanda anlatıcının, karakterlerin en gizli duygularını, düşüncelerini okuması, Tanrı gibi her zaman her yerde hazır bulunması ve her şeyi bilmesi, doğaüstü bir yetenekle donatılmış olması demektir. Gerçek yaşamda olmayacak bir şey. Biliyoruz ki bundan kurtulmanın bir çaresi, anlatıcılık görevini roman kişilerinden birine yüklemektir. Daha “tabii” olur böylesi. Ahmet Mithat, Müşahedat’ta denediği yeni teknikte, daha da ileri gidiyor ve “tabii’Tiği tam sağlamak için olacak, dediğimiz gibi, kendisi yazar Ahmet Mithat sıfatıyla romana giriyor. Batı’da bile denenmemiş bu yeniliği keşfetmiş olmaktan ötürü duyduğu sevinci dile getirirken romanın bir yerinde okura döner ve şunları söyler:
“Nasıl müteşevvik [şevkli] olmayayım ki, karilerime tabi-iyattan [doğalcı] bir roman arzetmek için bir hayli zamandan beri düşünüp durduğum halde roman, hem de daha mükemmeli tasavvura sığamayacak kadar bir tabiîlikle fiilen ve maddeten ayağıma kadar kendi kendisine geldi. Daha garibi şu ki güya ben de romanın eşhas-ı vak’asından [kişilerinden] birisiymişim gibi romana karıştırılmaktayım. Böyle muharririn de velev ki; yalnız temaşacı [seyirci] şahit suretinde olsun romana karışması Avrupaca da emsali [örneği] görülmüş şeylerden değildir. Bu romanı kaleme aldığım zaman karilerim ne kadar beğenecekler, memnun olacaklar diye düşündükçe sevincimden cûş ü huruşa [coşup taşacak hale] geliyorum.”
Böylece Müşahedat’da Ahmet Mithat, artık anlatıcı-yazar olarak değil, doğrudan doğruya romancı Ahmet Mithat olarak okurla söyleşir. Yukarıdaki alıntı okurla kurduğu dostluk ilişkisine de iyi bir örnektir. Müşahedat’daki tek yenilik, yazarın roman kişileri arasında görülmesi değil, daha ilginci, konunun bir bakıma “roman” olması. Ahmet Mithat tanıştığı birtakım insanlar arasında geçen bir aşk öyküsünü anlatırken, bu öyküyü romanlaştırmak için neler yaptığını, nasıl yazdığını da anlatır. Diyebiliriz ki Müşahedat’ın konusu bir aşk öyküsü olduğu kadar Müşahedat’m yazılışıdır da. Onun için Müşahedat’ın tekniğinden söz etmek aynı zamanda konusunu anlatmak olacak.
* * *
Ahmet Mithat bir gün Boğaz’dan Köprü’ye gelirken vapurdaki kamarada ikisi genç biri yaşlı üç Ermeni kadının Fransızca konuşmalarına tanık olur. Merakını uyandırır işittikleri:
“İşte anlaşılıyor ki ortada bir gaddar vardır. Onun iki de mağduresi [gadrine uğramış kadın] var ki, birisi zavallı esmerdir. İşin içinde bir de baba makamında bir efendi var: Seyyit Mehmet Numan! Bir Arap ismine benziyor. Bahso-lunan gaddar hem esmer dilbere, hem başka bir kadına gadretmiş, hem de bu efendisine hıyanette bulunmuş. Şimdi yekdiğeriyle hasbıhal eden bu iki muhibbe [sevgili, dost] belli ki, vaktiyle yekdiğerine rakibe imişler. (…)
Huuuu! Koca roman tamam da, pek çok roman meraklılarımızın ya hayalî veyahut sırf cinayet üzerine mübteni [kurulmuş] romanlardan usanarak mucidi Emile Zola olmak üzere arzu eyledikleri tabiî romanlardan birisi! Bir mükemmeli!” (s.20)
Ahmet Mithat tanık olduğu bu olaydan ve işittiklerinden bir roman çıkarabileceğini düşünerek vapurdan inince esmer kızı izler, evini öğrenir ve kartını yollayarak tanışmayı başarır. Adı Siranuş olan dilber, Ahmet Mithat’ın bazı romanlarını okumuş ve Felâtun Bey ile Rakım Efendi’yi çok beğenmiş olduğu için yazara nezaket ve dostluk gösterir. Yazacağı roman için de yardımcı olmayı kabul eder.
Yazarımız Siranuş’un anlattıklarını dinler ve notlar alır. Eğer Ahmet Mithat buraya kadarını bir çeşit “giriş” yapsa, sonra da Siranuş’tan dinlediklerini bir roman şeklinde yaz-saydı, teknik bakımdan ne yeni ne de ilginç olurdu Müşahedat. Ahmet Mithat’ın yaptığı, göreceğimiz gibi başka bir yol denemek. Bir yandan bu insanlarla kurduğu dostluğun ve tanık olduğu olayların gelişimini izlerken bir yandan da bu insanlar hakkında yazmaya başladığı romanın müsveddelerini parça parça okuyoruz. Yani romanın içinde, geriye dönüşlerle geçmişi anlatan kısımlar yazılan bir romanın müsveddesi olarak yer alıyor ve biri “şimdi”yi biri “geçmiş”i anlatan bu iki metin iç içe girerek Müşahedat’ı oluşturuyor.
Siranuş’un ilk gün neler anlattığını bilmiyoruz, ancak arada Refet Bey diye birinin adı geçmektedir ve Ahmet Mithat onunla görüşerek bilgi almak gereğini duyduğundan Refet Bey’i bulmak üzere çalıştığı yere (Seyyit Mehmet Nu-man’ın ticarethanesine) gidip, tanışır. Refet Bey anlatılanların doğru ama eksik olduğunu söyleyerek kendisi de bir şeyler anlatır. Onun da neler anlattığını bilmiyoruz. Ahmet Mithat yine Siranuş’a gider, vapurdaki öteki kadın, Agavni de oradadır. Refet’in karakteri hakkmdaki olumlu izlenimlerini onlara anlatır ve Siranuş da Refet Bey hakkında yazarın bilmediklerini tamamlar. İşte bu açıklamalardan öğreniriz ki Agavni bir zamanlar oldukça serbest ve hovarda bir kadınmış; zengin ve çapkın bir mirasyedi olan Refet, Agav-ni’nin peşine düşmüş, ama Agavni yüz vermemiş. Ancak Refet servetini tüketip de tamamen parasız kalınca Refet’i sevdiğini itiraf etmiş, onun adam olmasını, çalışmasını sağlamış, kendi de yaşadığı çirkin hayata son vermiş. Böylece Agavni Refet’i doğru yola getirmiş Refet de Agavni’yi. Yazılacak romanın üç kahramanı ile Ahmet Mithat arasında kurulan dostluk derinleşir. Siranuş’un evinde toplantılar yapılır, yemekler yenir ve Ahmet Mithat’a istediği bilgiler verilir. Bir hafta kadar sonra Ahmet Mithat yazdığı romanın müsveddesini dostlarına okumaya başlar.
Okunan ilk bölüm Agavni’nin çocukluğunu, anasını, babasını anlatan kısımdır. Dinleyenler arada bir Ahmet Mithat’ın sözünü kesip yanlışlan düzeltir, bazı eklemeler önerirler. Özellikle Agavni. Yazarımız da gerekli notları aldıktan sonra okumaya devam eder. Bu ortak çalışmaya kitaptan bir örnek vereyim:
“Biz müsveddemizi okumakta devam eyledik: Biçare Kolariyo zevcesinde bu hali görünce çıldırmak derecesinde bir meyuşiyet-i âşıkane ile [âşık kederiyle] açar ağzını yumar gözünü! Fesh-i nikâh [nikâh bozmak] davasına kıyam eder [kalkar] ise de…
Agavni yine sözünü kesti. Dedi ki:
– Katolik mezhebinde fesh-i nikâh mümkün değildir ki davaya kıyam etsin. Hem kıyam dahi etmemiştir. Sesini bile çıkarmamıştır. Müşahede ettiği hali zevcesine anlatmak dahi istememiş ise de Nuvart Dudu pekâlâ anlamış. Artık ne derecelerde mahçup kaldığı bilinemez ise de o da kocasına karşı hiç sesini çıkarmamış.
Ben – Ya! Öyle mi? Öyle ise buraları ve bundan aşağı bir hayli yerler büsbütün değişecek.”
Okunan roman müsveddesinde Agavni’nin yaşamındaki utanç verici döneme gelince Agavni bu kısmın romandan çıkarılmasını ister ve yapılan kısa bir tartışmadan sonra isteği kabul edilir.
Romanı Ahmet Mithat tek başına yazmıyor, dört kişi birlikte yazıyorlar sanki ve bu yeniliğin de farkındadır Ahmet Mithat. Müsveddeyi okumaya başlamadan önce bir yerde şunları söyler:
“Biz bu hikâyede kendimizi eşhas-ı vak’aya [olaylardaki kişiler arasına] teşrik eylediğimiz [kattığımız] gibi eşhas-ı vak’ayı da nevuma [ilk kez] muharrirlik vazifemize teşrik ediverdik.” (s.87)
MüşdhedaCta geleneksel anlatı türümüze bağlı kalınsaydı Agavni’nin yaşam öyküsünü kendi ağzından dinlerdik. Destan, masal ve halk hikâyeleri üçüncü kişi ağzından anlatılır ve asıl hikâyenin içine kişilerden birinin kendi hikâyesi sokulacaksa bunu sahibinden, birinci ağızdan dinleriz. Nitekim Ahmet Mithat Haşan Mellah’ta hikâye içine hikâye sokarken, bunları o hikâyenin sahibine anlattırır. Müşahedat’ta kullandığı yöntem ise çok başka; geleneksel yöntemin tam tersi. Ahmet Mithat tanıştığı bu insanların romanını nasıl yazdığını, nerelere gidip kimlerle görüştüğünü ve gelişen dostluklarım birinci kişi ağzından anlatıyor doğal olarak. Onun için Müşahedat kendi yaşamının birkaç aylık süresini kapsayan bir anı defteri ya da bir otobiyografi havasında. Ne var ki Siranuş’tan, Agavni’den ve Refet’den geçmişe ait öğrendiklerini bir romana dönüştürürken üçüncü kişi ağzım kullanıyor. Başka bir deyişle, birinci kişi ağzından yazılmış bir metin içine üçüncü kişi ağzından yazılan bir metnin parçaları yerleştirilmiş ve bu ikisi bir arada, birbirlerini tamamlayarak Müşahedat’ı meydana getirmiş oluyorlar.
Derken olaylarda önemli bir rolü olan Seyyit Mehmet Numan ile de tanışıp görüşmek ister Ahmet Mithat. Zengin ve yaşlı bir tüccar olan Seyyit Mehmet Numan’ın geçmişini bize, ondan öğrendiklerine dayanarak kısmen Ahmet Mithat nakleder, üst tarafını da Seyyit Mehmet Numan’ın kendinden dinleriz. Bu akıllı, erdemli ve çalışkan adamın hayattaki başarısı Ahmet Mithat’a Türkiye’de ticaretin önemi üzerinde durmak fırsatını da verir.
Böylece Agavni’nin, Refet’in, Seyyit Mehmet Numan’ın ve Siranuş’un geçmiş yaşamları ve aralarındaki ilişki yumağı ortaya konmuş olur. Öte yandan “şimdi”ye ait olaylar da hızla gelişmektedir. Seyyit Mehmet Numan’ın, Refet’e âşık olan kızı Feride, Agavni’yi öldürtür; Agavni ölünce Refet ile Siranuş (meğer birbirlerini severlermiş) evlenirler, Siranuş Müslüman olur; Seyyit Mehmet Numan yaşlandığı için işlerini, tasfiye eder vb.
Müşahedat hem yazarın romandaki kişilerle tanışmasından sonraki altı yedi aylık bir dönemi hem de geçmişi kapsıyor demiştim. Ahmet Mithat bu iki zaman dilimine ait olayları bize sergilerken doğalcı bir yazardan da ileri giderek, “olabilir olan”ı değil de “olmuş olan”ı aktardığı izlenimini uyandırmak ister. Çünkü ona göre doğalcı anlayış romanda gerçek olayların anlatılmasından yanadır. Bu gerçeklik sorununu şöyle çözümlemiş oluyor: Altı yedi aylık dönemi olaylara tanık olmuş Ahmet Mithat’ın kendisinden dinlediğimiz için anlatılanların doğruluğundan kuşku duymamamız gerek. Geçmişe ait olaylara gelince, bunlar da uydurulmamış, bilenlerden dinlenmiş. Ahmet Mithat’ın öbür romanlarının anlatıcısı, romanı masal gibi kendi kafasında uyduran bir kurmaca ustası olarak karşımıza çıktığı halde, Müşahedat’ın anlatıcısı Ahmet Mithat bir tarihçi kesiliyor. Yazdıklarının doğru olduğu izlenimini uyandırmak için bir tarihçi gibi araştırıyor, kişilerle görüşüp bilgi topluyor, gazete haberlerinden, belgelerden yararlanıyor. Amacı gerçek olguları saptamak. Bu arada kendinden bir şey eklemediğini de vurguluyor, iyice. Örneğin müsveddenin Siranuş ile ilgili kısmında, Siranuş’u yeni doğmuş bir bebek olarak kilisenin kapısında bulan zangocun duyguları ve düşündükleri anlatılırken Siranuş Ahmet Mithat’ın okumasını keser ve okurun bunları hayal ürünü sanacağını söyleyerek yazarı uyarır. Romancı bunları nereden, nasıl biliyor ki gerçek gibi yazıyor diye düşünmeyecek midir okur? Oysa, Ahmet Mithat bunları kafasında uydurmamış, yıllar sonra zangoçla görüşen Siranuş’tan dinlemiştir. Kızın uyarısı üzerine bu bilgi kaynağının da romanda açıklanmasına karar verilir.
Demek ki romanda Ahmet Mithat’ın tanık olduğu dönem hakkında anlatılanların doğruluğu gözleme dayanmalarından, geçmişe ait kısımların doğruluğu da bir tarihçi yöntemiyle bulunup çıkarılmasından ileri geliyor. Ne var ki yöntem bakımından gözetilen bu nesnellik gerçekte romanın doğalcı olmasını sağlamaktan çok uzak. Ahmet Mithat bu “doğalcı” romanda kişiler hakkında beklenmedik açıklamalarla okuru şaşırtmak, gizemli kişilerin kimliğini son dakikada aydınlatmak, bazılarını yüceltmek, kötüleri cezalandırmak gibi romans türüne özgü yollara başvurmaktan geri kalmaz. Ama bizim için önemli olan Ahmet Mithat’ın gerçek bir doğalcı roman yazıp yazmadığı değil, yazmak amacıyla icat ettiği yöntem.
Bu yöntemin başlıca özelliklerini üç noktada toplayabiliriz. Birincisi, kendisinin romandaki kişiler arasına karışması. Ahmet Mithat bunu çok önemsiyor ve getirdiği yeniliğin asıl bu olduğu inancında. Oysa önemli değil bu nokta. Çünkü Ahmet Mithat’ın kendi başından geçmiş bir olayı anlatıyor gibi davranması, söylediklerinin gerçek olduğuna okuru inandırmak için. Ama bunun aslı olmadığını da gizlemiyor. Bu durumda kendi yerine, roman yazarı olan bir karakter koysaydı sonuç değişmezdi.
İkinci yenilik yine bilerek yaptığı bir şey: Romanın yazılması eylemine roman kişilerini de katması.
Üçüncüsü önemsemediği bir yenilik: Romanın yazılışını romanın konusu haline getirmek. Ahmet Mithat Müşahe-dat’ta yer yer roman sorununu tartışır; doğalcı romandan ne kastedildiğini, kendisinin bu “tabii”liği nasıl sağladığını belirtmeye çalışır. Denediği bu yeni yolun kolay olmadığını, yazdıklarını çizip bozup yeniden yazdığını da itiraf eder. Müşahedat’m roman tarihimizdeki öteki Tanzimat romanlarından ayrı bir yeri vardır, çünkü Batı’da bile görülmemiş yeni bir tekniğin bilinçle denendiği ilk romanımızdır. Batı romanında bu yöntemin özellikleri gerçekten yok mu? Yazarın kendi adıyla romandaki kişiler arasında yer aldığı bir yapıt bildiğim kadarıyla yok, zaten olsa, roman değil açıkça otobiyografi sayılırdı.
Romanın yazılışını konu haline getirme bakımından Mü-şahedat’lakim andıran bir tekniği, 18. yüzyıl İngiliz romancısı Lawrence Sterne Tristram Shandy’dt kullanmıştı. Roman görünüşte Tristram’ın yaşamını anlatıyordu, ama Tristram’ın ağzından anlatılan bu yapıtta romanın kahramanı sözde gerçekçi bir yöntemle yazmaya çalışırken, gerçekçi romanın bir parodisini yapmış ve dolayısıyla bu tür romanın benimsediği kuralları sergilemiş ve saymaca olduklarını ortaya koymuş oluyordu. Başka bir deyişle Tristram Shandy’nin de konusu bir bakıma “romandı.
Romanın kendi dışında bir şeyi değil de kendisini anlattığım söyleyen Rus Biçimcilerinden Şklovskiy, bundan ötürü Tristram Shandy’yi dünyanın en tipik romanı sayar. Ahmet Mithat’ın yaptığı elbette ki çok daha basit bir düzeyde, ama doğalcı bir romanın yazılış yöntemini ve kurallarını konu edinmesi bakımından Stern’ü çağrıştıran bir yönü var. Rus Biçimcileri Müşahedat’ı okumuş olsalardı, bu açıdan ilginç bulurlardı herhalde…
Ahmet Mithat’ın, kişilerini romanın yazılması eylemine katmakla, L. Pirandello’nun Altı Şahıs Yazarım Arıyor (1921) oyununda kullandığı tekniği, ondan önce bir ölçüde denediğini de söyleyebiliriz isterseniz.
Müşahedat ile Andre Gide’in Kalpazanlar’ı (1925) arasında da teknik bakımından bir benzerlik bulunur. Kalpazanlarda da romanın içinde bir romancı vardır ve onun roman sanatı hakkmdaki düşünceleri, romanın kişileriyle ilgili notlar ve anı defterine yazdıkları romanın içinde yer alır ve konunun bir parçasını oluşturur. Andre Gide bu tekniğin sağladığı olanakları çok iyi değerlendirir ve yaptığı iş Ahmet Mithat’ınkiyle karşılaştırılamayacak kadar karmaşık ve usta işidir. Bununla birlikte yazarımızın Türkiye’de romana daha yeni başlandığı yıllarda “Roman tarz-ı tahririnde [yazma tekniğinde] bir tuhaf turfanda olmak üzere bu kitabı da böyle yazmayı iltizam etmişimdir [uygun bulmuşumdur]” diyerek, söz konusu tekniği, çok basit düzeyde de olsa, Pirandello’dan ve Gide’den önce denemeye girişmesi ilginçtir. Tanzimat romancıları bütün acemiliklerine rağmen bazen böyle buluşlarıyla şaşırtıcı yenilikler de getirmişlerdir.
Tahlil: Berna Moran
yazı çok güzel olmuş ağzınıza sağlık lakin bir sorum olacak. anlatıcı ile ahmet mithat arasında nasıl bir benzerlik vardır sorusuna nasıl cevap verebiliriz? yani ahmet mithat zaten romanın bizzat içinde. bu bakımdan herhalde bir benzerlik bulamayız. çünkü kendi karakteri romanda zaten. veya böyle değilse nasıl?
Tahlil Berna Moran’a aittir. Bir iki cümlesi bana ait.
Ahmet Mithat yazarlığı meddah üslubu ile birleştirerek okurun karşısına bir karakter olarak canlandırır. Başka yazarların yapmadığı bir şeyi de yapar. Yazar olarak değil gerçek hayattaki Ahmet Mithat olarak da kendinden söz eder. “Ben bir vakitler bir tiyatro yazdım. Bu tiyatroda bir adama iki karı sevdirdim ve aldırdım” bile ders. Bazen de daha önce yazdığı eserlerden söz eder.
Ahmet Mithat’ın anlatıcısı kendi yarattığı bir kişi olarak romanlarında önemli bir yer tutar. Örneğin Hasan mellah’ta eski aşklarından söz eder. Anlatıcının ta kendisidir Ahmet Mithat.
Mehmet Kaplan’ın hangi eserinde geçiyor bu tahlil. Kaynakça verebilir misiniz?
Teşekkürler süper bir yazı olmuş. Elinize sağlık.